Empati ve eşitlik duygusunu kuşanmadan asla
Ahmet Faruk Ünsal 21 Ekim 2024

Empati ve eşitlik duygusunu kuşanmadan asla

Devletin mutfağında bir şeyler pişiriliyor. Malum, ateş olmayan yerden duman da koku da çıkmaz.

1 Ekim TBMM yeni yasama yılı açılış oturumunda, Bahçeli’nin DEM’lilerle tokalaşması ve “Dünya’da barış isterken kendi ülkemizde de barışı sağlamalıyız” demesinin ardından, Erdoğan’ın da bu tavrı planlanmış bir jest olarak ima etmesi, önümüzdeki günlere dair devlet katında önemli kararların alındığını; ama bunlar her ne ise şimdilik doğrudan açıklanmak yerine, toplumun kabule hazır hale gelmesi beklenerek yavaş yavaş netleştirileceği anlaşılıyor.
Barış iyidir diyerek, şimdilik neler yaşandığını, muhtemel yaşanacakları ve neden Kürt sorununa dair en sert ve en nezaketsiz yaklaşıma sahip Bahçeli’nin hükümet adına bu sürecin lansman adımını attığının sebeplerini değerlendirebiliriz. Ama şunu tekrar hatırlatalım, değerlendirmelerimiz, basına sızan mevcut bilgiler ve tarafların daha önceleri benzer süreçlerde nasıl davrandığı bilgisi ışığında olacaktır.

Birkaç önemli gelişmeyi hatırlayalım. Sembollerle kendi bilinçaltını yansıtmada maharet sahibi devlet-i ali, firari zanlılarından bir kısmını yakalayamadığı 10 Ekim katliamında ihmali(!) olduğu düşünülen kamu görevlileriyle ilgili iç hukuk yollarını işletmemesi nedeniyle yargısal süreci AİHM’e devrederken, tam 10 Ekim günü, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı’nın son derece eften püften sebeplerle aldığı 9 yıl 4 ay 15 günlük cezasını onadı.
1 Ekim’de Bahçeli tarafından lansmanı yapılan sürece dair çeşitli vesilelerle konuşan Erdoğan, Kobani olayları nedeniyle DEM’lilere “özeleştiri yapma” çağrısında bulunurken Mızraklı kararının onanması, “seni başkan yaptırmayacağız” hattının patent sahibi Demirtaş’ın hücre arkadaşı üzerinden, o hatta karşı sert tutumunu sürdüreceği mesajını vermiş oldu.

2018 genel seçimlerinde Suruç’ta HDP’li Şenyaşar ailesinden 3 kişiyi katleden AKP’li Yıldız ailesi mensubu İbrahim Halil Yıldız’ı milletvekili ve partisinin MKYK üyesi yaparak katliamı adeta ödüllendiren Erdoğan, maruz kaldığı saldırıda nefsi müdafaa yapan oğlu Fadıl’ı cezaevinden kurtarmak için 3,5 yıldır efsanevi adalet nöbeti tutan anne Emine Şenyaşar’a geçtiğimiz günlerde oğlunu tahliye ederek verirken, mütekabil olarak saldırgan Yıldız ailesinin 3 tutuklu ferdini de tahliye ettirdi.

Saldırgan ile kurbanı eşitleyen bu tutumu ile AKP, bu olayla ilgili DEM Parti’nin, Ahmet Türk ve Sırrı Süreyya Önder’i her 2 aileye geçmiş olsun ziyaretine gönderirken; onların ise, Bekir Bozdağ ve Abdulhamit Gül’ü sadece Yıldız ailesine göndermesi ile hiyerarşik pozisyonunu ibret verici bir şekilde hatırlatmayı ihmal etmemiş oldu.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, Erdoğan’ın tavsiyesiyle beş günlük Kürt illeri ziyareti ve Demirtaş ziyareti de ayrıca düşünüldüğünde önümüzdeki günlerin ilgi çekici olaylara gebe olduğunu öngörebiliriz.

Madem iktidarıyla muhalefetiyle devlet ciddi adımlar atma niyetini izhar etti, o halde ne oldu da şimdi radikal bir tutum değişikliği ihtiyacı duydu sorusuna cevap aramalıyız. Bunun muhtemel iki sebebi üzerinde durulabilir. Bu ihtimallerin her ikisi de birlikte olabileceği gibi ayrı ayrı birbirinden bağımsız olarak da değerlendirilebilir.

Birinci ihtimal, iktidar bloğunun epeydir dile getirdiği “darbe anayasasından kurtulma” meselesidir. Eğer öyle ise, mevcut anayasada darbe ile ilgisi olmayan ama hukukun evrensel ilkeleriyle ilgili kuralları açıkça çiğneyen bir siyasal kadronun, yeni anayasa yapmaya neden ihtiyacı olduğunu izah etmesi gerekmez mi? Ya da mevcut anayasa ile neyi yapmak isteyip yapamıyor da yeni bir anayasaya ihtiyaç duyuyor meselesini izah etmesi gerekmez mi? Kaldı ki, toplumsal desteğinin en yüksek olduğu dönem olan 15 Temmuz sonrası istediği değişikliği çok rahat kabul ettirebilecekken, bu iktidar, getire getire anayasa değişikliği diye, OHAL koşullarında şaibeli referandumla kabul ettirdiği ‘başkanlık rejimi’ni getirmişti. Yani o zaman, mevcut anayasanın darbe anayasası olduğunu bilmiyor muydu da, anayasanın darbe ile ilgili kısımlarını değiştirmedi. Ayrıca, 20 Temmuz OHAL sürecinin, apaçık bir anayasa darbesi süreci olduğu ve yerel yönetimlerdeki kayyım uygulamaları düşünülürse; bu iktidarın demokrasi ve halk iradesi ya da darbe karşıtlığı gibi meselelerinin olduğuna ikna olmak zor. O zaman, anayasa değişikliğinden muradının, Erdoğan’a bir dönem daha seçime girme şansı tanımak olduğu anlaşılıyor. Zira mevcut anayasaya göre Erdoğan, ancak meclis kararı ile erken seçime gidilmesi halinde aday olabiliyor ama meclis aritmetiği, iktidar bloğuna, erken seçim için gerekli 360 milletvekili sağlamıyor.

İkinci ihtimal de, Erdoğan’ın bir süredir “İsrail’in bir sonraki hedefi Türkiye’dir” söyleminde gizli. Burada Erdoğan’ın gerçek kastının, İsrail’in doğrudan saldırısına maruz kalmak olmadığı apaçık ortada. Zira bir NATO üyesi olarak Türkiye’nin böylesi bir saldırıya maruz kalmayacağını o da çok iyi biliyor. Kaldı ki objektif koşullarda İsrail’in bu maceraya girmeye cesaret edip edemeyeceği de başka bir mesele. Ayrıca bir taraftan, halihazırda İsrail’in akaryakıt ihtiyacının %40’ı Ceyhan limanından gönderilirken diğer taraftan da “teslim limanı” Filistin diye gösterilerek doğrudan İsrail’e demir çelik gibi savaş sanayiinin temel girdileri gönderiliyor. İsrail nasıl düşman bir ülke olarak ilan edilebilir ki? Peki o zaman Erdoğan ne kastediyor?

7 Ekim 2023’ten bu yana, ABD, İngiltere ve Almanya’nın sınırsız desteği ile “kendini savunma hakkı” adı altında Filistinlilere soykırım uygulayan İsrail; İran, Irak, Suriye. Lübnan üzerinden Kuzey’den, Husiler üzerinden de Güney’den Gazze’ye destek veren Direniş Ekseni zincirinin halkalarını koparmadan işini tamamlayamayacağının farkında. Bu yüzden hem Lübnan’a hem de Suriye’ye hava saldırılarını arttırmaya başladı. Diğer taraftan da Golan üzerinden Suriye’ye, güneyinden de Lübnan’a kara saldırıları yapıyor. ABD seçimlerine kadar eli kolu daha rahat olarak savaşı tırmandırmayı ve yaymayı hedefliyor. Doğrusu seçim sonuçları ne olursa olsun, anlaşılan o ki, seçilecek yeni başkanın İsrail’e karşı tutumu şimdikinden pek de farklı olmayacak. O halde, elini kolunu tutacak dünyevi bir otorite olmayan İsrail, saldırganlığını, Suriye’de bir iktidar değişikliğini mümkün kılacak boyuta taşırsa, oluşacak otorite boşluğundan SDG yönetimindeki Kuzeydoğu Suriye ya da Rojava’nın halihazırdaki statüsünü federal, konfederal ya da bağımsızlığa doğru taşıması ihtimali Erdoğan’ın tüylerini diken diken ediyor. O yüzden Erdoğan’ın İsrail tehdidinden bahsederken aslında bahsettiği şey, Israil’in doğrudan Türkiye’ye saldırısı değil, Suriye’de sebep olacağı iktidar değişikliğinin muhtemel sonucudur. Bu ihtimalden kurtulmak için de Rojava üzerinde tartışmasız etkiye sahip olan İmralı’yı devreye sokmak istiyor. İsrail tehdidi meselesinin de barış süreci ihtiyacının da muhtemel sebebinin bu olduğu anlaşılıyor. Bu koşullarda İmralı’nın hangi şartları öne sürerek devreye gireceğini, Rojava ile Kandil’in mevcut koşullarda neler talep edeceğini, Türkiye’nin taleplerin ne kadarını karşılayabileceğini elbette şimdiden kestirmek zor. Zira siyaset dinamik denge üzerinde yürüyen bir süreç.

Anlaşılan o ki iktidar bloğu için hayati önemde değerlendirilen yukarıda saydığımız iki muhtemel sebep ışığında düşünüldüğünde, 1 Ekim’de DEM’e uzatılan barış eli, işin ciddiyetini göstermek için AKP tarafından değil MHP tarafından uzatıldı.

Toparlayacak olursak, ister bir daha seçime girme şansı elde etmek için olsun, isterse de Suriye’de muhtemel otorite boşluğunun sonuçlarını yönetebilmek için olsun, Erdoğan’ın Kürtlerin desteğine ihtiyaç duyduğu apaçık ortada. Bu ihtiyaç bir barış süreci getirecekse, 2013-15 arası tamamlayamadığımız süreçten öğrendiklerimizin yolumuzu aydınlatmaya yeteceğini söyleyebiliriz.

Lafı uzatmadan söyleyecek olursak; tarafların neleri hangi takvim içinde yapacağının yazılı imzalı taahhüde bağlanması ve bağımsız tarafsız akil bir heyet tarafından denetlenmesi sağlanamazsa, sürecin başarıya ulaşması imkansızdır.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.