Üç çocuk, üç işçi, üç asker, üç vatandaş
Sinem Esengen 19 Mayıs 2025

Üç çocuk, üç işçi, üç asker, üç vatandaş

Geçtiğimiz aylarda Amerika’da uzun süredir düşmekte olan doğum oranlarından rahatsız olan yeni yönetim doğurganlığı teşvik edecek politikaları değerlendirmeye başladı. Öneriler arasında doğum sonrası annelere 5000 dolar bebek bonusu vermek, Amerikalıların yararlandığı Fulbright burslarının belli bir kısmını evli ve çocuklu kişilere ayırmak, annelik madalyaları ve kadınlara menstrüel döngüleri üzerine eğitim vermek gibi uygulamalar var [1].

Tanıdık geldi mi?

Doğurganlık hızı ABD’de 2007’den beri düşüyor ve bu sene 1,6 olarak açıklandı.  Türkiye’de ise geçtiğimiz günlerde 1.48 olarak açıklandı. Peki bu rakam neyi ifade ediyor?  Şu anda 15- 49 yaş grubunda bulunan kadınların doğurganlık yaşlarının sonuna kadar şu anki doğurganlık hızında kalınırsa Amerikalı bir kadının ömründe ortalama 1.6, Türkiyeli bir kadının ise 1.48 çocuğu olacağını ifade ediyor. Ancak artan gönüllü çocuksuzluk, yumurta dondurma gibi gelişen üreme teknolojileri, artan evlilik yaşı gibi değişimleri düşünürsek buna nihai bir rakam değil düşen bir trend olarak bakmak gerek [2].

Bu eğilimi açıklamak içinse konuyu ekonomiye bağlamak en yaygın yöntem. Doğurganlığın yüksek olduğu yerlerde çocuk-genç nüfus fazla olduğu için yoksulluk var denir, az olduğu yerlerde gelecekte iş gücü olmayacak denir (ya da yoksulluktan aileler doğurmuyor denir). Böylece yüksek doğurganlıkta da düşük doğurganlıkta da hem kötüye giden ekonominin suçlusu olarak hem de çözümün sorumlusu olarak kadınlar gösterilir. Bir yandan da kadınların doğurmaması da ekonomiyle açıklanmış olur. Tertemiz.

Bence gerçekten ekonomi bu işin önemli bir parçası ve kapitalizm ucuz iş gücü istiyor, evet, ama tek parçası değil. Sömürgecilikten, sağlık hizmetlerine, küresel ısınmadan bireysel tercihlere bir sürü faktörden bahsetmek mümkün. Ancak kimse ‘Bu oran neden düşüyor?’ diye sormuyor; herkes yalnızca ‘Nasıl yükseltiriz?’ diye uğraşıyor ve hemen aile politikalarına sarılıyor.

Burada da aslında ailelerin hayatlarını kolaylaştıracak politikalara da topyekûn karşı olmamak gerektiğini, aksine çok ihtiyaç olduğunu düşündüğümü de söylemem gerek. Nasıl doğurmak istemeyen kadınların kürtaj hakkını savunuyorsak, çocuk sahibi olmak isteyen kişilerin de istediği koşullarda ve istediği sayıda çocuk sahibi olması için otonomisini sağlayacak imkanların sağlanması gerektiğini ve bunun hem o kişilerin taleplerini duyurmak isteyenler hem de politika yapıcılar tarafından anlaşılması gerektiğini düşünüyorum [3].

Ancak şu anda dünya genelinde önerilen aile politikalarını, bu politikaları meşrulaştırma çabalarını ve nihayetinde içlerindeki mizojini, zenofobi ve nüfus mühendisliği çabalarını da okumak gerek. Zira artan ve hâlihazırda artmış olan yaşlı nüfusu destekleyecek sosyal politikalar, kapsayıcı doğum izni ve bakım desteği gibi çözümler geliştirmek yerine; aileyi güçlendirme söylemiyle hem yaşlı hem de çocuk bakım emeği kadınların üzerine yıkılıyor, cinsiyet kimliklerini ötekileştiren ve kadınları eve hapsetmeye yönelik politikalara yöneliniyor.

Örneğin, başkanlığının daha ilk gününde Trump, yalnızca kadın ve erkek cinsiyetleri olduğuna dair bir kararname imzaladı. Kısa bir süre sonra ise Trump yönetimi toplumsal cinsiyet, atanmış cinsiyet, kesişimsellik, LGBTİQ+, göçmen, non-binary, iklim krizi, sosyal adalet gibi kelimelerin olduğu bir liste yayınladı ve bu kelimelerin devlet bütçesi ile desteklenen kurum ve projelerden kaldırılmasını, bu kelimeleri içeren projelerin fonlanmayacağını açıkladı. (Tanıdık mı?) Yani bütünlükle bakıldığında aslında dert aileyi güçlendirmek ya da yalnızca nüfusu artırmak değil, normatif anlamda hetero-patriyarkal aile sayısını artırmak gibi duruyor.

Benzer şekilde Türkiye’de de aile bakanı geçtiğimiz aylarda ‘askere gönderecek genç bulamayacağız’ dedi. Yani üç çocuk doğurmak yetmez, savaş politikalarında da işlevselleştirebilecek bir çocuk da lazım.

Kimler hala doğuruyor, kimler doğurmuyor diye baktığımızda, doğurganlığın düştüğü her yerde de belli doğum kontrol yöntemlerine erişebilen, şehirlerde yasayan, sağlık hizmetlerine ulaşabilen, eğitimli, çalışan kadınların doğurganlık oranlarının zaten düşük olduğunu görüyoruz. Zaten bu gruplarda gönüllü çocuksuzluk da iyice yaygınlaşıyor. Örneğin, ABD Nüfus Sayım Bürosu 2050 senesinde artık Amerika’da beyazların azınlık olacağını söylüyor. ABD’de beyazlar zaten toplumun kalanına göre de refah seviyesi daha yüksek olanlar. Ama kırsal, eğitim-sağlık hizmetlerinin yeterli olmadığı, ailenin hala güçlü olduğu yerlere bakınca doğurganlık hızının düşüşünün daha yavaş olduğunu görüyoruz. Buralarda cinsel sağlık eğitimi, farklı korunma yöntemlerine erişim de az. Evlenme yaşı da düşük. Devletler de bunun farkında.

Bu bağlamda aslında doğurganlık söylemlerinin sınıfsal yönü ve devletlerin de bunun son derece farkında olduğunu görmek mümkün. Verilen maddi teşvikler hayli düşük. ABD için tek seferlik 5000 dolar, Türkiye için ilk çocukta tek sefer 5000 TL, ikincide aylık 1500 TL gibi bir miktardan bahsediliyor. (Bir de bunu bedelli askerlik için istenen miktarlarla karşılaştırın mesela.) Bu miktar üst sınıf, üst-orta sınıf, hatta orta sınıf bir aileyi hiçbir şeye teşvik etmez.

Bu maddi destek önerilerinden de anlaşılacağı üzere, amaç ne yoksulluğu gidermek, ne çocuk bakımının maddi yükünü azaltmak, ne de genel bir nüfus artışı sağlamak. Zira devletleri asıl rahatsız eden ihtimal insanlığın soyunun tükenmesi değil, ulusal nüfuslarını, ucuz is gücünü yenileyemeyecekleri korkusu.

Zira bu politikalar iş gücünü artırmak için genç nüfusu çoğaltmak ya da aile değerlerini kuvvetlendirmek kadar basit değil. Kadınlardan beklenen vatandaş üretmek, asker üretmek, bakım emeğini ailenin üzerine atabilecek ücretsiz emek üretmek. Yaşamı kolaylaştırmak, esas soruna çözüm üretmek yerine kadınların üzerine yüklenen yükleri arttırmak daha kolay geliyor.


[1] Doğum kontrol yöntemlerine karşıt bir pronatalist hareket yükselişte olduğunu için ‘doğal’ yöntem denilen koruma oranı daha düşük olan takvim yöntemi gibi yöntemlerin kullanımını artırmak adına bir öneri.

[2] Nüfusun kendisini yenilenmesi için gereken doğurganlık oranı 2.1, yani her çiftin kendi yerine 2 çocuk.

[3] Mesela tüp bebek gibi imkanlara devlet desteklerinin oluşturulması, daha fazla doğum kontrol seçeneğine erişim sağlanması çocuk yapmak veya bunu ertelemek isteyenleri rahatlatabilir. Veya doğum izinlerinin, kreşlerin düzenlenmesi ile çocuk sahibi olan aileler ya da olmayı düşünenler desteklenebilir.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.