Suriye’de merkezi devlet mümkün mü?
Cuma Çiçek 2 Haziran 2025

Suriye’de merkezi devlet mümkün mü?

Suriye’de merkezî bir devlet inşası mümkün mü? Esad rejiminin sonlanmasından sonra yeni devlet ve ulus inşası süreci devam ediyor. Bununla birlikte, eski rejiminin devrilmesi üzerinden yaklaşık altı ay geçse de bu konudaki tartışmalar sonlanmış değil.

HTŞ liderliğindeki yeni Şam yönetimi üniter devlet geleneğini sürdürüp merkezî bir devlet kurma arzusunda. Buna karşın, Kürtlerin liderliğindeki de facto otonom Kuzey ve Doğu Suriye Bölgesi yönetimi federal bir sistem talep ediyor.

Ülkenin güneyindeki Durziler de benzer bir yönetime sahipler. Fransız mandası döneminde, 1921-1936 yılları arasında on beş yıl boyunca özerk bir bölgeye sahip olan Durziler, 2011 yılında başlayan iç savaşta, Süveyda bölgesinde de facto olarak bir özerk/federal bölge inşa ettiler ve bugün bu yapıyı sürdürmeyi arzuluyorlar.

Esad rejimi döneminde özellikle ordu ve güvenlik kurumlarında etkili olan Arap Alevileri (Nusayriler), siyasi ve askerî güçlerini kaybettiler. Bununla birlikte, ülkenin kıyı şeridinde bulunan Lazkiye ve Tartus illerinde, Hama kırsalı ve Humus çevresinde, yine başkent Şam’da önemli bir nüfusa sahipler ve ülkenin bir diğer önemli azınlık grubunu oluşturuyorlar.

Kürtler, Durziler ve Arap Alevilerinin yanı sıra ülkede Hıristiyanlar da önemli bir azınlığı oluşturuyor. Rum, Ermeni, Asuri/Süryani ve Arap Hıristiyanlar Şam, Halep, Hama, Humus, Haseke/Kamışlo gibi ülkenin öne çıkan şehirlerinin tamamında bulunuyorlar. İç savaş döneminde Hıristiyan nüfusun yaklaşık yarısı ülkeyi terk etti. Bununla birlikte, ülke genelinde yaygın bir dinî azınlık grubu olarak varlıklarını sürdürüyorlar.

Türkiye’de üniter devlet yapısı bir tabu haline gelmiş durumda. İdari özerklik gibi üniter yapı içerisindeki yönetim sistemleri bile ayrılıkçılıkla eşdeğer görülüyor. Bu konuda büyük bir korku var ve Türkiye bu korkularını Suriye’ye ihraç ediyor.

Oysa ki üniter yapı dışında federasyon ve yarı-federasyon gibi farklı siyasal sistemlerle yönetilen birçok ülke var. Dünya nüfusunun yarısından fazlası federasyon sistemiyle yönetiliyor. Amerika, Avrupa, Asya, Afrika ve Okyanusya gibi dünyanın farklı bölgelerinde ve kıtalarında birçok federal devlet bulunuyor. Hindistan, ABD, Pakistan, Nijerya, Brezilya, Rusya, Etiyopya gibi 100 milyonu aşan kalabalık nüfusa sahip ülkelerde daha yaygın olan federal sistem İsviçre, Belçika, Avustralya gibi birkaç milyona sahip ülkelerde de uygulanıyor. Üniter devlet geleneğinden gelen Fransa, İspanya, İtalya, Britanya gibi ülkelerde bile bugün ademimerkeziyete dönük birçok düzenleme yapıldı ve bu devletler yarı-federe devletler ya da bölgesel devletler olarak tanımlanıyor.

Türkiye her ne kadar üniter bir Suriye’ye yatırım yapsa da normatif/değersel tartışmalardan ziyade operasyonel düzeye bakıldığında ademimerkeziyetçi bir yapının kurulması daha muhtemelen gibi görünüyor. Suriye’de merkezî bir devletin kurulmasını neredeyse imkânsız kılan en az yedi dinamiğin altı çizilebilir.

Eski rejim referansı

İlk olarak, merkezî devlet, devrilen eski rejimi hatırlatıyor ve bu anlamda Suriye halkı nezdinde sanıldığı kadar yaygın bir rızaya dayanmıyor. Eski rejim birçok yönüyle tartışılabilir. Bununla birlikte iki hususu hatırlatmak yeterli: Esad ailesinin uzun yıllar yönettiği ülkede eski rejim her şeyden önce şiddet üzerine kurulmuş bir istihbarat devleti demek. İkinci olarak ülkenin maddi ve sembolik kaynaklarının sınırlı bir azınlığın elinde olduğu büyük bir eşitsizlik demek. Geniş halk yığınları üzerinde hukuksuz ve sınırsız bir şiddeti sürekli kılan ve toplumun büyük çoğunluğunu maddi ve sembolik kaynaklardan mahrum bırakarak yoksulluğa ve yoksunluğa mahkûm eden eski rejimi mümkün kılan merkezî devlet yapısıydı.

Yaklaşık on dört yıllık iç savaştan sonra tüm idari, siyasi ve askerî sermayeyi ve iktidarı radikal İslâmcı örgütlerin koalisyonu olan HTŞ liderliğindeki yeni Şam yönetimine bırakmayı öneren merkezî devlet teklifi bu anlamda toplumda rıza üretme potansiyeli düşük bir siyasi proje. Aksine eski rejimi fazlasıyla hatırlatan bir siyasi ufka, gelecek tahayyülüne işaret ediyor.

Bu noktada, HTŞ liderliğindeki yeni Şam yönetiminin toplumsal tabanının zayıf olduğunu, geniş toplumsal kesimlerin rızasına dayanmadığını not etmek gerekir. Aksine, geniş toplumsal kesimler içerisinde rıza üretmek HTŞ’nin en büyük imtihanlarından birini oluşturuyor.

Şiddet tekeli?

İkinci olarak, toplumda bu konuda rıza üretilse bile pratik olarak gerçekleşme ihtimali düşük olan bir siyasi proje bu. Zira, merkezî bir devlet yapılanması her şeyden önce ülke genelinde şiddet tekelini kurmayı gerektiriyor. Şiddet tekelinin inşa süreci bir yandan merkezde bir askerî/fiziksel şiddet sermayesini ve iktidarını biriktirmeyi, öte yandan kalan aktörleri bu askerî/fiziksel şiddet sermayesinden ve iktidarından mahrum etmeyi gerekli kılıyor. Bugün Suriye’de böylesi bir şiddet tekelini kuracak bir ordu, daha geniş anlamda bir güvenlik sektörü yok.

İç savaşta büyük oranda ortadan kalkan ordunun kalan altyapısı ve üstyapısı da 8 Aralık sonrasında İsrail tarafından imha edildi. Eski rejim sonrası yeni dönemde geriye kalan HTŞ, SDG ve SMO bildiğimiz anlamda bir ordu değil, tamamı milis örgütlenmeleri. Suriye’de altyapısı ve üstyapısıyla, hava, kara ve deniz kuvvetleriyle, teknolojik altyapısıyla yeni bir ordunun kurulması yılları alacak ve büyük bir kaynak gerektirecek. Bu anlamda, önümüzdeki yıllarda söz konusu milis örgütlerinin hiçbirinin Suriye genelinde bir şiddet tekeli kurma gücü yok. Ötesi böylesi bir gücün kurulmasına yatırım yapan, bunun mali yükünü üstlenmeye aday bir ülke de yok.

Güvenlik krizi

Üçüncü olarak, şiddet tekelinin inşasıyla ilişkili olan güvenlik krizinin altını çizmek gerekiyor. Yaklaşık on dört yıllık iç savaş döneminde savaşmış aktörlerin bugün birbirine güvenmesi ve silahlarını karşı tarafa teslim etmesi beklenemez. Bu hayatın olağan akışına aykırı. Savaşın neden olduğu kayıpları ve yıkımları hatırlamak durumu anlamayı kolaylaştırabilir. 2011-2025 dönemi içerisinde yaklaşık 600 bin kişi hayatını kaybetti. Ayrıca, yaklaşık 13,5 milyon insan yerinden edildi; bunun 5,6 milyonu ülkeyi terk ederek başka ülkelere sığındı; 6,9 milyonu ise yaşadığı mahalleyi, ilçeyi, şehri terk ederek ülke içerisinde başka yerlere gitmek zorunda kaldı.

Bu seçeneğin hayat bulması tek bir şart altında mümkün olabilir: Sahadaki aktörlerin rızasına dayalı olarak uluslararası büyük bir barış gücünün Suriye’ye gelmesi ve yeni orduyu kurması. Bugün böylesi bir gücün oluşması için ne siyasi bir mekanizma ve kararlılık ne de bu sürecin maliyetlerini üstelenecek bir devlet bulunuyor. Nitekim bugün işleyen süreç de zaten silah bırakma ve teslimiyet değil, tüm silahlı güçlerin ve grupların orduya entegre olması. Bu entegrasyonda karşılıklı güvensizliği giderecek, güvenlik krizini aşmayı kolaylaştıracak çeşitli mekanizmaların ve güç paylaşımı modellerinin gelişeceği beklenebilir. Söz konusu düzenlemeler muhtemelen kısa vadede yapılamayacak, güven krizinin aşılması zaman alacaktır.

Sivil idare?

Dördüncü olarak, askerî yapılar gibi sivil idare de büyük oranda yıkıldı. Ayrıca, insani ve kurumsal kayıpların yanı sıra iç savaş döneminde ülke genelinde beş ayrı sivil idare ortaya çıktı: (1) eski Şam yönetimin hâkim olduğu alanlar, (2) HTŞ’nin yönettiği İdlib, (3) Türkiye destekli SMO’nun yönettiği alanlar, (4) Durzilerin yönettiği Süveyda bölgesi ve (5) SDG liderliğindeki Kuzey ve Doğu Suriye bölgesi.

Ülke genelinde oluşan bu sivil idarelerin çevrenin aleyhine Şam’da temerküz etmesine rıza gösterilse bile operasyonel düzeyde bu sürecin hayata geçirilmesi sanıldığı kadar kolay değil. Ülke genelinde altyapıdan üstyapıya, ekonomiden sosyal hizmetlere, enerjiden eğitim hizmetlerine kadar insani ve kurumsal altyapı büyük bir yıkım yaşadı. Ayrıca beş alanda yılları bulan deneyimler birikmiş durumda. Hem ülke genelindeki insani ve kurumsal altyapının zayıflığı hem de mevcut birikimlerin varlığı çevreyi zayıflatacak bir merkezileşmeden ziyade mevcut kaynakların ortaklaştırılmasını, aktörlerin işbirliğini ve güç paylaşımını gerekli kılıyor. Bu anlamda kamu hizmetlerinin hızlıca toparlanması ve istikrara kavuşması, gündelik hayatın normalizasyonu yerelleşme ve yerindenliğe dayalı bir ademimerkeziyeti daha rasyonel bir seçenek haline getiriyor.

Toplumsal yıkımın boyutları

Beşinci olarak, askerî ve sivil idarelerdeki yıkımlar kadar toplumsal alandaki büyük ölçekli yıkımlar da kısa ve orta vadede merkezî bir devlet yapılanmasını imkânsız kılıyor. Ülke nüfusunun yarısından fazlası yerinden edildi, nüfusun %90’ı yoksul, en az 14 milyon kişi insani yardıma muhtaç, eğitim ve sağlık altyapısı büyük oranda çökmüş durumda ve yaklaşık 2 milyon çocuk eğitim hizmetlerine erişemiyor. Askerî-güvenlik ve sivil idare kapasitesi çok sınırlı, ekonomik kaynaklardan yoksun, toplumsal rıza üretme kapasitesi yok denecek kadar az olan HTŞ yönetiminin söz konusu büyük ölçekli yıkımlarla nasıl baş edeceği ve ülkeyi nasıl imar edeceği önemli bir soru. Diplomatik alandaki geçici ve şartlı tanınmanın buna yetmeyeceğini açık. Ülke genelinde çatışmasızlığı korumadan ve ülkeyi imar sürecine sokmadan geniş kesimler içerisinde merkezî devlet inşasına yönelik rıza üretmek öyle kolay olmayacak.

Çatışan normatif çerçeveler

Altıncı olarak, Suriye’deki farklı normatif çerçeveler arasındaki uçurum yasama gücünün de paylaşıldığı ademimerkeziyetçi bir yapıyı gerekli kılıyor. Mevcut durumda köktenci İslâmcı örgütlerin koalisyonu olan HTŞ ile seküler, çok-dinli, çok-dilli, kadınların tüm sivil ve askerî kurumlarda yer aldığı, eş-başkanlık mekanizmasıyla yönetime ortak olduğu Kuzey ve Doğu Suriye Bölgesi yönetiminin normatif/değersel çerçevelerinin uzlaşması neredeyse imkânsız gibi. Benzer bir normatif/değersel fark yeni Şam yönetimi ile Durzi yönetimi arasında da mevcut. Yine Alevilerin ve Hıristiyan azınlıkların yeni Şam yönetiminin normatif çerçevesine uyum sağlamalarının imkânsız olmasa da çok zor olacağı ortada.

Tüm bu tablo içerisinde detaylı olmayan, genel prensiplerin yer aldığı bir anayasa çerçevesinde yasama/norm koyma yetkisinin yerellerde/bölgelerde olduğu bir siyasi yapılanma hem normatif olarak Suriye’nin çeşitliliğine ve çoğulluğuna daha uygun hem de operasyonel düzeyde gerçekleşmesi daha mümkün.

Bölgesel ve küresel aktörler

Son olarak, bölgesel ve küresel güçlerin neye yatırım yaptığı önem arz ediyor. Bu konuda altı çizilmesi gereken en önemi husus şu: Çatışmasızlığı koruma anlamında “negatif barış”, komşu ülkeler başta olmak üzere bölgesel ve uluslararası aktörlerin temel uzlaşı noktası. Toplumsal tabanı zayıf olan yeni Şam yönetiminin uluslararası alanda meşru bir aktör olarak tanınması, ekonomik anlamda destek görmesi esas olarak yeni bir iç savaşın engellenmesine, yani negatif barışın korunmasına bağlı.

Söz konusu aktörler, yeni Şam yönetiminden negatif barışı korumasını, Durziler ile Kürtlerle uzlaşmasını bekliyor. Özellikle, HTŞ ve SDG arasındaki 10 Mart anlaşmasından sonra bu iki grubun kendi bölgelerinin yanı sıra Şam’daki yeni yönetime de ortak olmaları bekleniyor. Türkiye dışında neredeyse tüm komşu ülkeler, Körfez ülkeleri, yine AB ve ABD gibi küresel aktörler merkezî bir Suriye yönetimine mesafeli ve yeni Şam yönetiminden söz konusu grupları dahil etmesini bekliyor.

Daha da önemlisi, HTŞ’nin komşu ülkeler başta olmak üzere bölge geneline köktenci ve radikal İslâmcılığı ihraç etme potansiyeli oldukça yüksek. Bu anlamda, tüm askerî, siyasi ve idari sermayeyi ve iktidarı merkezleştirmiş bir HTŞ’nin Suriye’den öteye bölge açısından önemli bir risk oluşturacağı açık. Komşu ülkelerin, bölgesel ve küresel aktörlerin Irak ve Suriye iç savaşı ve IŞİD deneyiminden sonra bu riske yatırım yapması pek rasyonel görünmüyor.

Özetle, üniter ve federal devlet yapılanmalarına ilişkin normatif/değersel tartışmalar söz konusu ülkenin ortak gelecek ufkuna, maddi ve sembolik güç/kaynak ve iktidar dağılımına, toplumsal sözleşmesinin dayandığı değerlere dair önemli bir dayanak oluşturuyor. Bununla birlikte, normatif/değersel tartışmalar bir yana bırakılıp operasyonel düzeyde olabileceklere bakılırsa, Suriye’de ademimerkeziyetin merkeziyete kıyasla daha muhtemel olduğu söylenebilir.

Bu ademimerkeziyetin somut olarak nasıl bir formda gerçekleşeceğini şimdiden öngörmek çok zor. Bununla birlikte, ademimerkeziyet federal bir devlet yapılanması şeklinde de ortaya çıkabilir, gücün merkez ile mevcut ya da yeniden yapılandırılmış vilayetlerle paylaşıldığı bir vilayet sistemine de dönüşebilir. Yine bu ademimerkeziyet kimlik temelli bir idari sınıflandırmaya dayanabileceği gibi kimlik temelli olmayan, coğrafi bölgelere dayalı yeni bir idari yapı da olabilir.


Cuma Çiçek’in bu yazısı Birikim haftalık Dergisi’nde yayımlanmıştır.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.