15 Ağustos’ta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 90 bine yakın camide görevli 360 bin din görevlisine okuttuğu cuma hutbesinde şöyle dendi:
“Değerli Müminler,
Karşılıklı rıza olmadan Yüce Rabbimizin koyduğu miras ölçüsünü değiştirmek ilahî adalete aykırıdır. Dolayısıyla kişinin; kız çocuklarını mirastan mahrum bırakması, kız çocuklarının da Allah’ın takdir ettiği hakka razı olmaması kul hakkıdır.”
Bu hutbeye göre; kız çocuklarının mirastan mahrum bırakılması kul hakkı yemektir ve kız çocuklarının miras ölçüsünü dini esaslar belirler. Nedir bu ölçü? Miras hakkında erkek çocuğun payı, kız çocuğun payının iki katıdır. Eğer çocukların hepsi kız ve ikiden fazlaysa, mirasın üçte ikisi onlarındır. Eğer kız çocuk tekse mirasın yarısını alır.
Eğer biz duymadan değişmediyse yürürlükteki Medeni Kanun ve Anayasa ile Türkiye’nin taraf olarak imzaladığı uluslararası sözleşmeler, miras hukuku bakımından bunun tam tersini söylüyor:
Medeni Kanun’un 495 ve devamı maddeleri uyarınca, kadın ve erkek mirasçılar eşit paya sahiptir. Anayasa’nın üstünlüğü ve kanunilik ilkesi gereğince bu bağlayıcıdır.
Türkiye, taraf olduğu ve 1985 yılında onayladığı CEDAW ile yasalardan ve yaşamın her alanından kadınlara karşı ayrımcılıkları kaldırmayı ve toplumsal cinsiyet eşitliğini yaşama geçirmeyi taahhüt etmiştir.
Çok tepki gördü bu hutbe ve eleştirilerin odağı Diyanet’in devlet işlerine karışması oldu; laikliği tehdit eden bir tutum olarak kaygı yarattı.
Diyanet’in bu hutbesini destekleyenler de vardı. Ak Partili iki siyasetçi, bu hutbede hiçbir sorun görmedi.
Bülent Arınç, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, hutbede laikliğe aykırı bir durum olmadığını söyledi ve Diyanet’i ‘toplumu aydınlatma görevini yerine getiren çalışmalarından dolayı’ tebrik etti.
Bekir Bozdağ da yine sosyal medyadan özetle şöyle dedi: “Hutbelerde, cuma namazını kılmaya gelen müslümanlara, İslam hükümleri hakkında bilgiler aktarılır, hatırlatmalar yapılır ve öğütler verilir. Müslümanların da bunlara uygun davranmaya davet edilmesi, kimsenin; dünyevi veya siyasi görüşlerine, tercihlerine veya yaşam tarzına bir dayatma ya da müdahale değildir.”
Diyanet’in nasıl bir kurum olduğu ve toplumu neden sadece iktidarın politikalarıyla mükemmel uyum içindeki konu başlıklarında aydınlattığı ve kendisinin hukuki varlığına da kaynaklık eden yasa ve Anayasadaki hükümlere aykırı davranmaya davet etme hakkı var mıdır tartışmasına şimdi girmeyeceğim.
Bir an için safiyane bir şekilde bakıp bu hutbenin müslümanları aydınlatma faaliyeti olduğunu kabul edeceğim. Bu cuma hutbesini milyonlarca erkek dinledi. Kız kardeşleri, kız çocukları olan o erkekler ne düşündü, o öğüdü duyunca ne kadarı avuçlarını ovuşturdu bilemem ama naçizane bildiğim bir şey var. Bu aydınlatma faaliyetinin muhtemel motivasyonunu izah etmeye çalışacağım:
Diyanet bu aydınlatma ve hatırlatma faaliyetini durup dururken yapmadı; bu konuya iktidar daha önce el atmıştı. Feministlerin radarından kaçmayan yasal bir değişiklik yapıldı 2024 yılında.
Kasım 2024’te yürürlüğe giren 2024/5 sayılı ‘Tapu Sicilinde Arabuluculuk Uygulamaları’ genelgesi, miras kalan taşınmazların paylaşım sürecine yeni bir uygulama getirdi. Buna göre, mirasçılar arabuluculuk sürecinde kendi aralarında anlaşma sağlayabilir ve bu anlaşma, mahkeme kararı olmadan tapuya doğrudan tescil ettirilebilir hale geldi. Bu yeni prosedür, mirasçıların noter veya tapu müdürlüğü önünde resmi sözleşme yapma yükümlülüğü olmadan farklı oranlarda paylaşım yapabilmelerine olanak tanıyor.
Kadın örgütleri bu değişikliğe tepki gösterdi: “Bu düzenleme kadınları korumuyor, adaletsizliği büyütüyor” dediler.
Medeni Kanunu değil ama Arabuluculuk Kanunu’nu değiştirerek kadınların miras paylarını ve eşit miras hukukunu arkadan dolanan bir değişiklikti bu.
Kadın örgütleri, aile uyuşmazlıklarında arabuluculuk olmaz derken, sadece boşanmayı kastetmiyorlardı. Mirastan evliliğe, aile uyuşmazlıklarında arabuluculuk demek, kadınların toplumsal eşitsiz konumlarının tahkim edilmesi demek. Anayasa’ya ve Medeni Kanun’a aykırı bir arabuluculuk kanunu ve genelgesiyle kadınların kazanılmış olan ve devletin korumakla yükümlü olduğu haklarının kırpılması demek.
Bir genelgeyle yapılan bu değişikliğin, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştireceği muhakkak. Anlaşmalı paylaşım adı altında yürütülen bu uygulama, ekonomik ve sosyal olarak baskı altında ve eşitsiz koşullardaki kadınlara eşit müzakere şansı tanır mı?
“Güçlü olan alır” ve güçlü taraf da kadınlar değil malum. Büyük çoğunluğu iş bulup kendi parasını kazanamayan, evlerinde ücretsiz işçilik yapan, çalışabilenin de aldığı ücretle ya da emekli maaşıyla geçinebilmesi neredeyse mümkün olmayan kadınlar, üst soylarından gelebilecek miras payı ile bir parça nefes alıyor, başkasının eline bakmadan hayatını sürdürme şamsı elde ediyor.
Bu yeni düzenleme, miras paylaşımında erkek kardeşin kadın kardeşi duygu sömürüsüyle ya da baskıyla ya da zor kullanarak yazılı beyanda bulunmaya ve miras hakkından feragat etmeye zorlamasına güç verecek. Zaten yapılagelen ama kimi zaman mahkeme kararıyla düzeltilen hak gaspları böylece yasal hale getirildi.
Bu salı ve çarşamba günü çalışmalarına devam edecek Meclis’in ‘Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’ üyelerinin bu konudaki görüş ve değerlendirmelerini merak ediyorum elbette.
Türkiye halkları arasındaki yıkılmış “bin yıllık kardeşlik köprüsünü” yeniden kurmak için bunca zahmetli mesai yapıyorsunuz ama kadınla erkek arasındaki henüz kurulmamış tam eşitlik köprüsünü balyozla yıkmaya yeltenenler var. Kürt’le Türk, Alevi’yle Sünni el ele vererek yaraları birlikte saracak diye umutlanmışken hem de.
Bugün kadınların hayatı ‘erkek adalet’in insafına kalmış durumda. Kadınlar ölünce bile adalete kavuşamıyor. Katiller korunuyor, haksız tahrik indirimiyle kollanıyor.
Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi” Komisyonu’nun ilk toplantısının açılışında yaptığı konuşmada şöyle cümleler kurmuştu:
“…Bu toplantı yalnızca komisyonumuzun çalışmalarının başlangıcı değil, aynı zamanda aziz milletimizin geleceğe dair umutlarının yeşermesinin de başlangıcıdır…
…Türkiye’nin barışla, bütünlükle, demokrasiyle ve kardeşlikle güçleneceğine inanıyorum. Demokratik, çoğulcu ve herkesin kendisine ait hissettiği bir Türkiye’yi hep birlikte, büyük bir çabayla inşa edeceğiz…”
Kıymetli Meclis Komisyonu mensupları;
Kadınların yeşerecek geleceğe dair umutları arasında toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hem yasal hem pratik olarak ortadan kaldırılması var. Erkek şiddetiyle ölmemek var, eşdeğerde işe eşit ücret almak, istihdamda ve eğitimde ayrımcılığa uğramamak ve fırsat eşitliği var.
Daha başka talepleri de var ama ben burada bırakayım. Kadın örgütü temsilcilerini de dinleyeceksiniz komisyonda, onlar benden daha iyi anlatacaktır.
Son olarak;
Sırrı Süreyya Önder hayatta olsaydı, bu cuma hutbesine ne derdi diye düşündüm. Beni affeder umarım, çünkü şöyle derdi diye hayal ettim:
“Yüreğimiz elimizde, barış için geziyoruz. Bizim elimiz yüreğimizde, sizin eliniz kız çocuklarının miras hakkında. Biz barışı kardeşçe pay etmeye çabalıyoruz, siz kardeş payına göz dikiyorsunuz. Barış dediğimiz şey yalnızca silahların susması değil ki; barış kız çocuklarının her şeyde eşit olması. Kadının yarım bırakıldığı bir dünyada barış da yarım kalır…”
Vefatından az evvel “Yüreğimiz elimizde, barış için geziyoruz” demişti rahmetli Sırrı Süreyya Önder. Yüreğini, taşıyabileceği en görünür yere alıp dolaştığı için midir bilinmez, çok erken yorgun düştü o yürek… Toprağı bol olsun.
Şimdi hangisi barışa daha yakın?
Elinde yüreğiyle gezenler mi, yoksa elini kadınların miras hakkına uzatanlar mı?