Rûdaw Araştırma Merkezi, 1 Eylül nedeniyle Irak Kürdistan Bölgesi’nin Erbil kentinde “Türkiye’nin Zorlu Barışı: PKK’nin Silahsızlandırılması ve İstikrarsız Jeopolitik Durumda Siyasetin Dönüm Noktaları” başlıklı çalıştay düzenledi.
Erbil Uluslararası Otel’de yapılan çalıştay, PKK’nin silahsızlandırılması ve kendi kendini feshetme dinamikleri ile Türkiye’nin iç siyasetindeki değişimleri ele alınıyor.
Konferansa DEM Parti Milletvekili ve İmralı Heyeti Üyesi Mithat Sancar da katıldı ve Abdullah Öcalan’ın mesajını okudu, ardından değerlendirmelerde bulundu.
‘Türkiye’de barış zor yakalanan bir durum’
Mithat Sancar, Kürt meselesinin çözümü için yürütülen sürecin dünyadaki diğer müzakere süreçlerine benzemediğini belirterek şöyle konuştu:
“Evet, Türkiye’de barış zor yakalanan bir durum. Aslında sadece Türkiye için değil, dünya için de geçerli olabilecek bir tespittir bu. Ancak ülkemizde yaşadığımız acı deneyimler bize barışın önemini ve değerini daha fazla hissettiriyor. Bu konuda yapılan girişimlerin akamete uğramas, bugüne kadar başarıya ulaşamaması da bizleri derinden yaralıyor. O nedenle barıştan söz ettiğimiz zaman bunun çok zor bir iş ve mesele olduğunu her açıdan görebiliyoruz, düşünebiliyoruz. Yine barış ihtimalini yakaladığımız bir dönemdeyiz. On aylık bir süre geçti, bu başlangıcın üzerinden. Evrelerini çok kısa hatırlatmak isterim.”
Hangi aşamalardan geçildi?
“1 Ekim’de MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin partimizin sıralarına gelerek eş genel başkanlar ve milletvekillerimizle el sıkışması bir işaret olarak algılandı ve yorumlandı. Tartışmalar bunun üzerine çeşitli boyutlarda yürütüldü, ama 22 Ekim’de yaptığı konuşmayla Devlet Bahçeli bu sürecin ciddi bir girişim ve hamle olduğunu ilan etmiş oldu.
Ardından Dem Parti heyetinin İmralı’da Sayın Öcalan’ı ziyaretleri başladı. Bu ziyaretlerin sonunda 27 Şubat 2025 tarihinde Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı Sayın Öcalan tarafından kamuoyuna duyuruldu. Bu tarihi bir çağrıydı ve çok önemli bir dönüm noktasını gösteriyordu. Bir dönüm noktasına işaret ediyor. Bu çağrıda PKK’ye kendini feshetmesi, kurucusu olduğu örgütün kendisini feshetmesi ve silah bırakması için karar alma çağrısı daveti yapıyordu.”
‘Video mesajı uzun yıllar sonra yayınlandı’
“PKK bu çağrıya uydu. 5-7 Mayıs tarihlerinde 12. Kongresini topladı ve kendini feshetme ve silah bırakma kararı aldığını duyurdu. Ardından yine Sayın Öcalan’ın silah bırakma konusunda yapılması gerekenlerle ilgili video mesajı uzun yıllar sonra yayınlandı. İki gün sonra 11 Temmuz’da Kürdistan Bölgesi’nde Süleymaniye şehri yakınlarında burada bulunanların çoğunun da izlediği silah yakma töreni gerçekleşti. Bu da tarihi bir adımdı.”
‘Seremoniden ve jestten öte bir gelişmeydi’
“Pek çok çevre silah yakma törenini sembolik bir seremoni olarak yorumladı ama hızlıca bu seremoniden ve jestten öte bir gelişmeydi. Bir güçlü irade beyanıydı iki açıdan. Hem örgüt kurucusu ve önder olarak kabul ettiği Sayın Öcalan’ın çağrısını yerine getirme iradesini ortaya koydu hem de silah bırakma konusunda kararlı davranacağına dair bir mesaj vermiş oldu. Süreç bundan sonra başka tartışmalarla devam etti.
Mekanizmaların resmi süreçlerin, resmi prosedürlerin başlaması gerektiği yönünde olmalıdır. Görüşler yaygınlık kazandı, özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, parlamentoda bir komisyon kurulmasının, bu açıdan hem gerekli hem de çok faydalı olacağı ile getirildi. Bu komisyon 5 Ağustos 2025 tarihinde ilk toplantısını gerçekleştirdi ve çalışmalarını şimdi de sürdürüyor.”
‘Denklemlerin tersine çevrildiği bir nitelik taşıyor’
“Zor yakalanan bir ihtimaldir barış, zor yakalanan bir imkandır. Ama çok değerli, çok önemli bir hedef olduğu konusunda da sanırım çok fazla kimsenin itirazı tereddüdü yok. Türkiye’de yaşanan süreçle ilgili tartışmaları daha iyi anlayabilmek için birkaç özel yanına vurgu yapmak istiyorum. Her seferinde tekrar ettiğim gibi, dünyada yaşanan örneklerden farklı olarak, şimdi devam etmekte olan süreç, denklemlerin tersine çevrildiği bir nitelik taşıyor. Dünyada bildiğimiz örneklerin neredeyse tamamı bir iki istisna farklı açılardan belki zikredilebilir ama diğer süreçlerin önemli çatışma süreçlerinin tamamına yakını silah bırakma meselesinin en sona alındığı bir şablon içinde yürüyordu. Yani ön görüşmeler, diyalog, müzakere, anlaşma, mutabakat ve nihayet silah bırakma. Bütün bunlar silah bırakma amacına yönelik aşamalar olarak gerçekleşiyordu. Şimdi bu süreçte ise silah bırakma iradesi ve kararı en başa alındı. 27 Şubat çağrısı tam da bunu gösteriyor. Silah bırakma aşamasının en başa alınması şüphesiz süreci dünyadaki diğer örneklerden farklılaştırıyor ama Ttmüyle ayrı bir yere koymuyor. Biraz sonra onunla ilgili bir iki cümlede söyleyeceğim.”
‘Sayın Öcalan tam tersine bir hamle yapıyor’
“İkincisi, bölge uzun süredir, Ortadoğu, yaşadığımız bölge uzun süredir, savaşlar, çatışmalar girdabında bulunuyor. Son iki yılda ise her yerde kan, ölüm ve silah ile birlikte olmak durumunda kalıyoruz. Yaşamla ölüm dengesi alt üst olmuştur. Herkesin silaha koştuğu savaş zihni ve fiziki savaş hazırlığı içinde olduğu bir dönemde Sayın Öcalan tam tersine bir hamle yapıyor. Yani rüzgarın veya akıntının tersine gidiyor. Silah bırakalım, silah devreden çıksın. Kürt sorununda ve bütün bölgede silah yerine siyaset oluşsun çağrısı yapıyor. Üstelik bu çağrıyı yaptığı örgüt de 41 yıldır yaygın bir örgütlenme ve yoğun bir silahlı mücadele yürütmüş bir örgüt. Sadece Türkiye’de mevcudiyeti yok, bölgede aynı şekilde örgütlenmiş, dünyada da pek çok yerde faaliyet yürüten bir örgüt ve bu örgütün silah bırakması için çağrı yapıyor. Silahlara doğru koşu süratle yaşanırken bu bölgede silahlara veda çağrısı bu açıdan gerçekten çok değerli.”
‘Esen rüzgarların tersine bir istikamettir’
“Üçüncüsü, dünyada otoriter rüzgarlar her bir yönden esmeye şiddetle devam ederken 27 Şubat çağrısı barış ve demokratik toplum başlığını taşıyor. Yani sadece barış değil, Demokrasiyi de hedefleyen bir hamle çağrısı olarak ortaya çıkıyor. Bu da hem dünyada hem bölgede esen rüzgarların tersine bir istikamettir. O nedenle evet zordur. Zor bir süreçtir. Evet o nedenle zor yakalanacak bir imkandır. Peki bu özellikler neden önemli ve ben bunları neden şimdi sizlerle paylaştım? Bunu da bir iki cümle ile açıklamaya çalışayım.
Bu tür durumlarda uzun yıllara dayanan alışkanlıklar, önyargılar ve tutumlardan oluşan bir statüko doğar. Pek çok çevre, farkında olarak ya da olmayarak bu önyargıların, alışkanlıkların ve ezberlerin içinden olayları yorumlar. Bir sürecin çatışmayı bitirmek, barışı sağlamak, sorunu çözmek için bir sürecin başladığı bu kadar önemli bir dönemde, önemli bir meselede, bir çözüm ve barış sürecinin başladığı bir ülkede veya bir durumda endişelerin, kaygıların, itirazların ortaya çıkması da anlaşılır bir şeydir. Bütün kesimlerin soyut bir barışseverlikle hemen tam destek ilanında bulunmalarını beklemek gerçekçi değil. Bu kaygıların bir kısmı, endişelerin bir kısmı, itirazların bir kısmı haklı ve iyi niyetli nedenlere dayanıyor. Haklı nedenlere ve iyi niyete dayanıyor olabilir. Ama bir de barış ihtimali on yıllardır kurulmuş statükoyu bozacağı için bundan siyasi ve ekonomik rant devşiren, beslenen çevrelerin de uykusunu kaçırır. İşte bu çevrelerin özellikle bu son söylediğim çevrelerin süreci sabote etmek için ellerinden geleni yapacaklarını hep akılda tutmak gerekiyor.”
’Önyargıları bırakmak silah bırakmaktan daha zor’
“Zoru başarmak için bu zorlukların farkına varma ihtiyacındayız. Bu zorlukları hatırlatma ihtiyacındayız. Zorlukları hatırlatma umutsuzluğu ve karamsarlığı teşvik etme, körükleme anlamına gelmiyor. Tam tersine sağlam yürümek için gerçekçi olmak gibi bir ve sabırlı, gerçekçi ve sabırlı olmak gibi bir tutum içinde olmayı bize yeniden hatırlatıyor. Daha önce söylediğim gibi bir sözü burada da tekrar edeyim. Sanılır ki uzun savaşlarda ve çatışmalarda silah bırakmak için en zorudur. Ben de diyorum ki önyargıları, alışkanlıkları ve ezberleri bırakmak silah bırakmaktan daha zor. Alışkanlıkları, hırsları, egoları bırakmak silah bırakmaktan daha zor.
Şimdi karşımızda somut süreç meseleleri ve ayrıca biraz önce zikrettiğim bariyerler de var. Bunların farkında olarak yürümek zorundayız. Peki bundan sonra ne yapmak gerekiyor? Geldiğimiz nokta önemli bir nokta. Bu aşama önemli bir aşama. Türkiye’de bu sürecin başarıya ulaşması elbette büyük bir dönüşümün kapısını da açıyor, açacak. Ama sadece Türkiye’de değil, bütün bölgede çok ciddi bir dönüşüm dönemine gireceğimizi de bilmek durumundayız. Sanıyorum herkes de bunun farkında. Yani Kürt sorununda çatışmayı bitirecek ve çözümün kapılarını açacak bir süreç hem Türkiye’de hem Orta Doğu’da başta Kürtler ve Türkler olmak üzere bütün diğer halkların kaderini derinden ve yakından etkileyecek. Bu sürecin başarıya ulaşması bölgede savaşların ve yakınların yerini demokrasiye dayalı barışçıl bir yaşamın alması imkanını da önümüze koyuyor.”
‘Bu zorlukları aşmak için yapılması gerekenler var’
“Bu kadar büyük bir dönüşümün kolay olmayacağını elbette biliyoruz ama bunu başarmanın ne kadar değerli olduğunun da sanırım hepimiz farkındayız. Büyük çoğunluğumuz, toplumların büyük çoğunluğu da bunun farkında. Bu zorlukları aşmak için yapılması gerekenler var. Ben bir liste sunmayacağım. Ama bazı başlıklara değineceğim. Öncelikle neden böyle bir sürecin ortaya çıktığını düşünüyorum. Kabul etmek gerekiyor sözünü şöyle tamamlayayım ya da başa alayım. Bazı şeylerin adını açıkça koymak gerekiyor. Niye böyle bir süreç var? Çünkü Türkiye’de bir çatışma, savaş diyebileceğimiz bir durum var. 41 yılı bulan bir çatışma, ağır bir çatışma. Çok büyük kayıpların ve derin yaraların açıldığı, yaşandığı bir çatışma. Bu çatışmayı çözmek, barışı tesis etmek anlamına gelir.”
‘Bir çatışmayı bitirme süreci yaşanıyor’
“Çatışmanın varlığının adını koymak gerekiyor. Pek çok kimse buna bile itiraz ediyor. Bir çatışmanın varlığını inkar ediyor. İkincisi, bu çatışmanın temelindeki sorunun adını koymak gerekir. Çatışma durup dururken ortaya çıkmaz. Bir sebebi kaynağı vardır. Sebep ve kaynak Kürt sorunu. Adını koymak, adını koyduğumuzda çözümü daha kolay bulabileceğimizi düşünüyorum. Adını koymamız gereken bir başka husus var: Aktörlerin rolü. Bir çatışmayı bitirme süreci yaşanıyor. Buradan Kürt sorununu çözmek için kanalların açılacağı bir zemin ve ortam yaratılmak hedefleniyor. Peki aktörler kimler? Evet, genel bir deyişle bütün toplum bu sürecin aktörüdür diyebiliriz ama bize çok fazla bir şey şu aşamada ifade etmeyebilir. Şu an bu sürecin aktörleri elbette devlet, siyaset ve örgüt. Devlette yöneticiler, iktidar ortakları, isim koyarak Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli, siyasette bütün diğer partiler, başta en büyük muhalefet partisi CHP ve Başkanı Sayın Özel, Kürt sorununun diğer ayağında çatışmanın diğer ayağında çözüm ve barış için aktör Sayın Abdullah Öcalan. Şimdi başlıca aktörlerin adını koymadığınız takdirde rollerini tanımlamanız ve bu rollerini yerine getirmelerini sağlayacak şartları yaratmanız da kolay olmaz. Adını koyduğunuzda tersi mümkün. Eğer sürecin baş aktörleri özellikle, tabi diğerlerinin anıldığını biliyoruz, bu çerçeveyi sunmamın nedeni Öcalan’ın bu sürecin baş aktörü olduğunu, baş aktörleri arasında yer aldığını kabul etmek ve bunun adını koyma ihtiyacıdır. Bu yapılırsa çok tarihi adımların bugüne kadar kendisi tarafından atıldığı bir sürecin bundan sonra da kendi katkısı ve çabasıyla yürümesi daha kolay olacak.”
‘Kalıcı barış imkanını ve umudunu sürekli canlı tutmak zorundayız’
“Evet bölgesel etkileri de çok büyük olacak. Bu sürecin başarıya ulaşması gerekiyor. Bugüne kadar pek çok çevrenin bu sürece katkıları olduğu, emekleri olduğu, şimdi bulunduğumuz Kürdistan Bölgesi’ndeki yöneticiler hem Erbil hem Süleymaniye’deki yöneticiler de bu katkıyı sunanlar arasında önemli yer tutuyor. Bundan sonra da kendilerinin çok büyük bir sorumluluk altında olduklarını bilerek hareket edeceklerinden şüphe etmiyorum. Bütün ana aktörlerinin hassasiyet ve sorumlulukla hareket etmeleri bu zor yürüyüşte başarıya ulaşacak yolları bulmamızı sağlayacak.”
‘Söz konusu olan halkların felaketi mi, halkların baharı mı?’
“Şimdi kimileri sürekli bir savaş durumundan söz ediyor ve bundan medet umuyor. Biz de kalıcı barış imkanını ve umudunu sürekli canlı tutmak zorundayız. 1600’lerin başındaki Avrupa’da olduğu gibi 30 yıl savaşları mı ya da Kant’ın daha sonra 1648’den sonraki zamanlarda dile getirdiği, yazdığı ve başlığını koyduğu ebedi barış… 30 yıl savaşları mı ebedi barış mı? Ortadoğu’da bütün halklar şimdi bu ikileme sürüklendiklerinin farkına vararak ebedi barışı getirecek iradeyi en güçlü şekilde ortaya koyacaklar. Çünkü söz konusu olan hayatla ölüm arasındaki tercihtir. Söz konusu olan halkların felaketi mi, halkların baharı mı sorusudur. Biz diyoruz ki, evet, ölüme karşı hayat, zülme karşı özgürlük ve eşitlik felakete karşı bahar. Hepinizi Dünya Barış Gününde bu inançla yürüme konusundaki kararlılığımızı vurgulayarak tekrar selamlıyorum, saygıyla selamlıyorum ve beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.”
CHP’li Salıcı: Kürt meselesi artık bir devlet politikasına dönüşüyor
Çalıştayda konuşan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı, “Orta Doğu da değişiyor. Erbil değiştiği gibi Orta Doğu da değişiyor. Tüm dünya değişiyor. Dolayısıyla Türkiye’nin Orta Doğu’daki değişikliklere ve dünyadaki değişime de ayak uydurabiliyor olması gerekiyor” dedi.
2013-2015 yılları arasındaki çözüm sürecini hatırlatan Salıcı, Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu sürece karşı çıktığı iddialarının yanlış olduğunu vurguladı.
Salıcı, “Cumhuriyet Halk Partisi sürece karşı çıkmamıştır. Cumhuriyet Halk Partisi sürece kredi açmıştır. O zamanki Genel Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlu’nun ağzından ‘eğer benim siyasi kariyerime mal olacağını bilsem dahi bu sürece bir kredi açıyoruz. Bu sürecin yürümesini istiyoruz’ demiştir” ifadelerini kullandı.
Bugün gelinen noktada sürecin farklılaştığına işaret eden Salıcı, “O günün garantörü Adalet ve Kalkınma Partisi’ydi. Herkesi kucaklamak gibi bir derdi yoktu” dedi.
Salıcı, bu sefer süreci ilerletenin tek başına iktidar partisi olmadığını, Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) de destek verdiğini ve iktidar yetkililerinin ağzından sürecin bir “devlet politikası” olduğunu duyduklarını ifade etti. Salıcı, devlet politikasının önemini şu sözlerle açıkladı:
“Devlet politikası bir iktidarın ömrünü aşsa dahi meselenin çözülmesi gerektiğini düşünür.”
Kıbrıs meselesi ve Avrupa Birliği’ne üyelik sürecini devlet politikasına örnek veren Salıcı, İngiltere’deki John Major döneminde başlayan IRA görüşmelerinin Tony Blair döneminde İşçi Partisi iktidarında sona ermesini de bu duruma kanıt olarak gösterdi.
Salıcı, CHP olarak sürecin olumlu bir şekilde sonuçlanmasını desteklediklerini belirtti.
Anayasa tartışmaları ve güvenlik boyutu
Anayasa meselesine de değinen Salıcı, komisyonun gündem maddelerinden birisinin henüz anayasa olmadığını, ancak meselenin çözümüne dair bir yol haritası ve çerçeve oluşturacağını ifade etti. Yasa ve anayasa tartışmalarının daha sonra Meclis’te gerçekleşeceğini vurguladı.
Konuşmasında bölgesel güvenlik durumuna da değinen Salıcı, son 1-1,5 yılda İsrail-Gazze çatışmaları, Lübnan’daki gelişmeler, Suriye’deki rejim değişikliği ve İran-İsrail çatışması gibi önemli olaylara dikkat çekti.
“Sınırların değişimine doğru gidiyor” diyen Salıcı, böyle bir ortamda Türkiye’nin kendi güvenliğini almasının ve Türkiye dışındaki Kürt nüfusla iç içe geçerek sorun çözme çabasına girmesinin “anlamlı ve doğru” olduğunu belirtti.
Salıcı, meselenin sadece güvenlik olmadığını, esas olarak bir toplumsal barış meselesi olduğunu kabul etmekle birlikte, son yıllarda güvenliğin ne kadar önemli hale geldiğinin de görüldüğünü dile getirdi.
Oğuz Kaan Salıcı, Suriye’deki sürecin (Şam ile SDG arasındaki görüşmeler) daha iyi bir noktaya gitmesinin, Türkiye’deki süreci olumlu etkileme potansiyeline sahip olduğunu sözlerine ekledi.
Cengiz Çandar: Barış fırsatları defalarca kaçırıldı, şimdi titrek bir irade var
Bu oturumda konuşan DEM Parti Milletvekili Cengiz Çandar, konuşmasına 1991 Körfez Savaşı sonrasında dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile yaşadığı bir anıyı paylaşarak başladı.
Çandar, Özal’ın kendisini, Irak’ta rejim değişikliği beklentisi ve Türkiye’nin Kürtlerle yeni bir gelecek tasavvur etmesi gerektiği düşüncesiyle Kürt liderleriyle temas kurmaya gönderdiğini aktardı. Bu temaslar sonucunda Londra’da Celal Talabani, Muhsin Dizayi ve şimdiki Irak Cumhurbaşkanı Latif Reşit ile ilk toplantıların yapıldığını ifade etti.
Çandar, bu görüşmelerin 1923’te Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürtlerle cumhurbaşkanlığı düzeyinde yapılan ilk temaslar olması hasebiyle bir tabunun yıkılması anlamına geldiğini vurguladı.
Öcalan ile görüşme ve ilk ateşkes
Talabani aracılığıyla Abdullah Öcalan ile temas kurulduğunu ve 1993 yılının 16 Mart günü ilk kez ateşkes ilan edildiğini anlatan Çandar, Lübnan’ın Beka Vadisi’nde uluslararası basının önünde gerçekleşen bu açıklamaya kendisinin de bizzat tanıklık ettiğini söyledi.
Öcalan ile baş başa bir saat kadar görüştüğünü belirten Çandar, o günkü açıklamaların bugünkü noktaya gelindiğinde de geçerliliğini koruduğunu ifade etti.
Çandar, 1993’ten bugüne kadar geçen 32 yıllık süreçte “muazzam barış fırsatlarının defalarca kaçırıldığı” sonucuna vardığını dile getirdi.
Bu kaçan fırsatların en önemli nedeninin “irade yoksunluğu” olduğunu belirten Çandar, “özellikle Türkiye’yi yöneten irade Kürt sorununu çözme konusunda yeterli bir irade ortaya koymadı” dedi.
Oslo ve Çözüm Süreci
Çandar, Oslo’da Türk İstihbarat Teşkilatı (MİT) yetkilileri ile PKK heyeti arasında yapılan gizli görüşmelere de değindi.
Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın görevlendirdiği heyet ile PKK heyetinin Kandil’den Erbil, Viyana ve Oslo güzergahını kullanarak ondan fazla görüşme yaptığını aktardı.
Bu görüşmelerde tarafların aynı otelde kaldığını, beraber yemek yediklerini ve sohbet ettiklerini belirten Çandar, “Dünyadaki çatışma çözümlerinde bunun örneği yok. Oslo’nun da örneği yok” dedi.
2013-2015 dönemindeki Çözüm Süreci’nin de büyük heveslere rağmen sonuçsuz kaldığını hatırlatan Çandar, tüm bu başarısızlıkların temelinde yine “irade eksikliğinin” yattığını söyledi.
İrlanda örneği ve Türkiye’deki durum
Barış süreçlerinin inişli çıkışlı olabileceğini ancak sonunda bir yere varılması gerektiğini ifade eden Çandar, İrlanda’daki “Hayırlı Cuma Anlaşması” sürecinden bir anekdot paylaştı.
İrlanda Başbakanı Berthe Ahern ile görüşmeler sırasında Londra’da IRA’nın bomba patlatmasına rağmen görüşmelerin geçici olarak kesildiğini ancak tarafların tekrar bir araya gelme iradesine sahip olduğunu anlattı.
Çandar, Türkiye’de ise bu tür bir iradenin maalesef olmadığını dile getirdi.
Çandar, bugünkü durumda “titrek de olsa bir iradenin” var olduğunu belirtti.
Özellikle Abdullah Öcalan’ın örgütünü feshettirmesi, silahları bıraktırması ve 11 Temmuz’daki silah yakma töreninin “çok kuvvetli, daha kuvvetli olamayacak bir irade beyanı” olduğunu vurguladı. Bu eylemin, PKK’nin Türk devletine karşı silahlı eyleme girişmeyeceği manifestosu olduğunu söyledi.
İktidar tarafından da bir irade beyanı olduğunu belirten Çandar, bugüne kadar barış girişimlerinin önünde ilk planda duran MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bu sefer ön almasının son derece değerli olduğunu ifade etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onayı olmadan böyle bir iradenin sonuca ulaşmasının mümkün olamayacağını da ekledi.
Ancak Çandar, bu sürecin “Kürt sorununun çözümü olmadığını”, aksine “Kürt sorununun çözümüne giden yolların açılması” olduğunu vurguladı.
Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat çağrısı sırasında Erbil’de olduğunu ve Kürt halkının meydanları boşaltmasını “kazancımız ne?” sorusuyla yorumladığını aktardı.
Anadilde eğitim, anayasadaki vatandaşlık tanımı veya Kürtlerin eşit vatandaşlığı gibi somut kazanımların henüz elde edilemediğini dile getirdi.
‘Demokrasi olmadan çözüm olmaz’
Çandar, konuşmasını şu sözlerle tamamladı:
“Bu, Türkiye tarihinin en büyük Kürt isyanının sona erişidir. Kürt sorununun çözümü değildir. Kürt sorununun çözümü ayrı bir şeydir. Kürt sorununun çözümüne buradan girmek lazım. Bu barışa, bu anlamda isyanın bitmesi anlamında barışa erişmek için demokrasi gerekmez. Demokratik bir ülke gerekmez. Otoriter bir ülkede de bir isyan sona erebilir. Ama Kürt sorunun çözümü demokrasi olmadan olmaz. Demokratikleşme olmadan olmaz.”
Çandar, barış noktasında irade olduğunu ve sürecin kırılganlığına rağmen başarıya ulaşacağını düşündüğünü, ancak bölgesel gelişmeler nedeniyle bu barışın hala tedirgin olunması ve ihtiyatlı olunması gereken “kırılgan bir zemin üzerinde” devam ettiğini sözlerine ekledi.
Mehdi Eker: Kerkük ne kadar Türkse İstanbul o kadar Kürttür
Çalıştaya Türkiye Tarım ve Köy İşleri eski Bakanı Mehdi Eker de katıldı.
Mehdi Eker konuşmasında Kürt-Türk ilişkilerinin tarihsel arka planını anlattı ve aslında 1800’lerde Ortadoğu’da sınırlar çizilirken Kürtlerin ayrı devlet istemediğini, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde kalmayı tercih ettiğini belirtti.
“1970’lerde başlayan PKK isyanı Kürtlerin canı gönülden desteklediği bir hareket değildi ama gelişip serpilmesinde, devletin yanlış yaklaşımının payı büyüktür” diyen Eker, bu sorunun çözülmesi durumunda Türiye’nin büyük bir aşama kattedeceğini söyledi:
‘Bölgemizde yaşananların hiçbiri bugün ya da son birkaç yılda ortaya çıkmadı’
Mehdi Eker’in çalıştay konuşmasının tam metni şöyle:
“Önemli bir tarihi süreçten geçmekteyiz. Sadece bir parçası olduğumuz Ortadoğu’da değil Karadeniz ve Akdeniz havzalarında da ciddi siyasi sorunlar ve sıcak çatışmalar, savaşlar sürmekte tarifsiz acılar yaşanmakta, tarihin kaydettiği en trajik en vahşi saldırılar masum insanları, kadınları, çocukları yok etmektedir. Çevredeki bütün bu vahşi saldırı ve işgallerin ortasında Türkiye’de umut veren farklı bir süreç gelişiyor. Terörsüz Türkiye barış süreci ya da başka bir başlık, ismi önemli değil, bugün bunu konuşuyoruz. Geçmişi bugünü ve gelecek tasavvuru ile bu konuyu değerlendiriyoruz.
Değerli katılımcılar bölgemizde yaşananların hiçbiri bugün ya da son birkaç yılda ortaya çıkmış değildir. Bu nedenle yaşadığımız süreci tarihsel arka planıyla birlikte değerlendirmek daha doğru olur kanaatindeyim. Çünkü biz tarihi, hikaye ya da masal olsun diye değil dünü doğru anlama ve yorumlama bugünü ve geleceği de doğru kurgulamak için öğreniriz.”
AB nasıl doğdu?
“Dünya son yüzyılda Avrupa’nın başlattığı iki cihan harbi yaşadı. Birine 1’inci diğerine 2’nci dünya savaşı dediler. Kayıtlara göre iki savaşta toplam 81-82 milyon insan öldürüldü. İnsanlık tarihinde ilk olarak geliştirilen atom bombaları bile kullanıldı. Bu iki savaştan ikincisi yani bugün bu salonda dünya barış gününü kutlamaya ya da idrak etme vesilesi olan 1 Eylül 1939’da Almanların Polonya’yı işgal etmesiyle başlatıp 1945’te sonlanan savaş büyük ölçüde Avrupalıların iç savaşı idi. Bu savaş bitti, sonra adına Avrupa Birliği denilen bir bütünleşme projesi ile sonuçlandı. Avrupa değerleri oluşturuldu, bu değerler üzerinden bir entegrasyon projesi olarak önce Kömür Çelik Birliği, Ortak Pazar, sonrasında siyasi birlik olarak bugünkü halini aldı.”
İkinci savaş entegrasyonla bitti
“Şimdilerde Avrupa birliği savunmasını da NATO’dan bağımsız olarak oluşturmanın çalışmalarını yapıyor. Özetle ikinci savaş entegrasyonla bitti. Peki birinci 1. Dünya Savaşı ne oldu bitti mi diye sorarsak alacağımız cevap maalesef aynı değil. Çünkü komplikasyonları, tezahürleri ve yol açtığı gelişmelerle maalesef hala etkileri devam ediyor. Çünkü birinci savaşın hedefinde üzerinde yaşadığımız coğrafya yani Mezopotamya, Ortadoğu bizim kurumsal varlığımız, medeniyet değerlerimiz ve başta petrol olmak üzere bölgemizde var olan doğal kaynakların ele geçirilip endüstri devrimi sonrası Avrupalı bazı devletlerin sanayi tesisleri için Avrupa’ya aktarılması vardı. Bugün mevcut fotoğrafa baktığımızda gördüklerimiz bize bunu söylüyor.
Eğer biz bunu doğru tanımlar doğru analiz eder ve buna göre davranırsak iç sorunlarımızı barış içinde daha kolay çözebilme imkanımız olur.
Paradigma şurada, kendi aralarındaki sorunların çözümünde entegrasyonu öneren ve uygulayanlar bizim için aynı öneriyi değil aksine dezentegrasyonu öne çıkarıyorlar. Bu anlayışın Avrupa adına taşeronluğunu bugün Ortadoğu’da tarihin en vahşi soykırımının faili olan İsrail yapmaktadır. Bu gerçeği asla akıldan çıkarmamalıyız. Oysa bugün de 1. Dünya Savaşı günlerine baktığımızda ise şunu görürüz: Irak Kürtleri de Suriye Kürtleri de tarih boyunca kendilerini hep Türkiye’nin bir parçası olarak gördüler. 19. yüzyılda Türkiye’deki fikir akımlarının gelişmesinde Süleymaniyeli Kürt münevverlerinin katkısı büyüktür. Gertrude Bell, Irak ve Ürdün devletlerini kurduğunda Kürtlere de benzer bir öneri götürdü, reddettiler. Halifenin tebasıyız dediler ve onun himayesi altında ümmetin mensubu idiler, ümmetten ayrılmayı düşünmüyorlardı.”
Şeyh Abdülselam’ın asılması
“Şeyh Abdüsselam Barzani’nin itiraz ve baş kaldırmasının temelinde de “Jön Türklerin” Halifeye yaptıkları kötü muamele vardı. Bu kabul edilebilir bir şey değildi Barzani’ye göre. Şeyh Abdülselam’ın bu sebeple asılması Türk ve Kürt kardeşleri arasında ilk nifak tohumunu ekti.”
Sykes-Picot Anlaşması engel oldu
“Cumhuriyet kurulurken çoğu Galatasaray mektebinden mezun Irak’taki Kürt münevverler en güzel Şal Şepik’lerini giyerek yeni cumhuriyete mebus olarak çağrılmayı beklediler ama 16 Mayıs 1916 tarihinde Britanya İmparatorluğu ve Fransa arasında yapılan henüz kimsenin varlığından haberinin olmadığı Sykes-Picot Anlaşması buna engel oldu. Ardından gelen aynı milletin kardeş halklarını birbirinden uzaklaştıran sınır antlaşmaları her şeyin üzerine tuz biber ekti.
Amca çocuklarının bir kısmı sınırın bir yakasında diğerleri öbür yakasında kaldı oysa tarih boyunca bir arada yaşamıştık, akraba olmuştuk, hısım olmuştuk. Diyarbakırlı şair Ahmed Arif’in de dediği gibi tavuklarımız bile birbirine karışmıştı. 1970’lerde başlayan PKK isyanı Kürtlerin canı gönülden desteklediği bir hareket değildi ama gelişip serpilmesinde, devletin yanlış yaklaşımının payı büyüktür.
Dinleyip derdini anlamak yerine zulmetme yoluna gidildi. Gündüz külahlı gece silahlı (kişiler) ile köylüler göçe zorlandı, yerleşim yerleri boşaltıldı. Türkler köklerinden koparılıp büyükşehirlerde ulusçuluk ve ulusalcılık baskısıyla baş başa bırakıldılar. Şimdi yürümekte olan barış süreci bizi hep birlikte büyük bir millet yapma sürecidir. Sevgili dostum Ağrılı mütefekkir Mustafa Özel’in bir sözü var “unutarak ulus, hatırlayarak millet oluruz” diye.
Uluslaşma süreci bir yığın kıymetli şeyi unutturdu bize, eski alışkanlıklarımızı bizi bir arada tutan birlikte inşa ettiğimiz ortak kültürü ortak dini değerleri, örfümüzü, müşterek adetlerimizi birçok ortak vasfımızı. Aradaki yapay sınırları yok saydığımız andan itibaren kaybettiğimiz bir yığın ortak değerle yeniden buluşacak tekrar barışacağız. Türklerle, Kürtlerle, Araplarla bu geniş toprakların ortak vatanımız olduğunu anlayacak ve yeniden millet olacağız. Bu manada yürütülen barış süreci bir yeniden diriliş süreci olmaya adaydır.”
‘Kürtler Türkiye’den ayrılmak istemediler’
“Kürtler ulusal kurtuluş savaşı verip Türkiye’den ayrılmak istemediler. Kaotik ve terör ortamında, en zor zamanlarda köyleri boşaltılırken bile başlarını alıp Duhok’a, Mahabad’a gitmediler. Kendi ülkelerinin şehirlerine Mersin’e, Antalya’ya, İstanbul’a, İzmir’e gittiler. İyi ki de öyle davrandılar. Çünkü onlarda feraset vardı her biri işlerin bu noktaya geleceğini öngörmüşlerdi sanki.
Kerkük ne kadar Türkse İstanbul o kadar Kürttür Musul ne kadar Kürtse Halep o kadar Türk’tür. PKK’nın silah bırakması Türkiye’yi daha güçlü bir ülke yapacaktır. Kaynaklar savaşmaya değil barışa ve kalkınmaya gidecek ekonomi ve ticaret büyüyecek refah artacaktır. Bu da hepimize, bütün bölgemize fayda sağlayacak. Durumun barışa evrileceğini gören ve bölgemizdeki büyük ve kalıcı barışı kendi çıkarlarına görmeyen güçler ya da devletler bu barışı engellemek için çaba gösteriyor. Bu uğurda ellerinden geleni de yapıyorlar. Hatta Kürtlere bir takım vaatlerde bulunuyorlar. Kürtlerin bu vaatlere karnı tok olmalı zira biliyoruz ki Barzani hareketi en güçlü dönemindeyken 1974’te emperyalistler desteğini kestiler bundan da bir ders çıkarmış olmalıyız.
‘Önce silahlar devreden çıkarılacak daha sonra sorunlar dostça konuşulup hallolabilecek’
“Devam etmekte olan süreç Türkiye’nin özgün buluşudur. Önce silahlar devreden çıkarılacak daha sonra sorunlar dostça konuşulup hallolabilecek. Dünyada hep bunun tersi oldu. Biz bunu birlikte başardığımızda sadece kendi yaramızı hikmetle tedavi ederek barışı ve huzuru tesis etmekle kalmayacak aynı zamanda dünyaya da çatışma çözümleri konusunda bir model sunmuş olacağız.
Bu sürece yol açan emek veren destek ve katkı sağlayan herkesi kendi adıma saygıyla selamlıyorum.”
Roj Girasun: Kürtler sürecin devamını istiyor
Çalıştayın panelistlerden biri olan Rawest Araştırma Merkezi Genel Müdürü Roj Girasun, Kürt ve Türk kamuoyunun sürece bakışını değerlendirdi.
Girasun, tüm kuşkulara rağmen Kürtlerin sürecin devamını desteklediğini vurgulayarak, “Kürt toplumu 40 yıllık çatışmadan dolayı yorgun ve bu sürecin başarılı bir şekilde sonuçlanmasını istiyor. Bu nedenle Kürtlerin büyük çoğunluğu süreci destekliyor” dedi.
Barış süreci başladığında Kürt kamuoyunun temkinli olduğunu söyleyen Girasun “Barış süreci başladığında yaptığımız saha araştırmalarında, Kürt kamuoyunun da Türkiye kamuoyu gibi biraz temkinli olduğunu gözlemledik. Çünkü neredeyse 10 yıldır Türkiye’de Cumhur İttifakı iktidarda ve bu 10 yıl boyunca güvenlikçi politikalar Kürt meselesi üzerinde baskın şekilde uygulandı” dedi.
Girasun, siyasi tutukluların serbest bırakılması ve kısıtlamaların kaldırılması gibi bazı adımların atılması halinde sürece desteğin artacağını belirtti.
‘2013 umut, 2024 kaygı’
Girasun, 2013’teki barış süreci ile 2025’teki yeni barış sürecinin karşılaştırılmasında toplumdaki farklı bakış açısı ve duygunun hakim olduğuna dikkat çekerek, “2013 yılında, Diyarbakır sokaklarında gezerken, süreçle ilgili toplumda temel duygu umut ve beklentiydi. Ama 2024’te, Bahçeli’nin açıklamalarından sonra Diyarbakır ve diğer Kürt şehirlerinde dolaşırken toplumda temel duygunun kaygı olduğunu görmekteyiz. Bu da büyük bir travmanın oluştuğunu gösteriyor” diye belirtti.
‘Destek artabilir’
Sürece güven ve desteğin artması için bazı somut adımların atılması gerektiğini belirten Girasun, “Eğer bazı adımlar atılırsa – mesela kısıtlamaların kaldırılması, Selahattin Demirtaş gibi siyasi tutukluların serbest bırakılması – inanıyorum ki yakın zamanda destek daha da artar. Silahların bırakılmasının ardından bu destek Türkler arasında da artacaktır” şeklinde konuştu.
‘Bu süreç, öncekilerden daha meşru’
Roj Girasun konuşmasının sonunda mevcut sürecin önceki süreçlerden farklı olduğuna işaret etti:
“Bu sürecin meşruiyeti öncekilerden daha yüksek. Çünkü Bahçeli’nin açıklamalarıyla birlikte bu artık bir devlet meselesi haline geldi. Ayrıca, daha önce sürece karşı çıkan marjinal milliyetçi partilerin etkisi de azalmış durumda. Bu da gösteriyor ki bu sürecin meşruiyeti önceki süreçlerden daha güçlü.”
Bülent Kaya: ‘Şiddetin gündemden çıkarılması demokrasinin genişlemesiyle desteklenmeli’
Yeni Yol Grup Başkanı Bülent Kaya ise, “Şiddetin gündemden çıkarılması demokrasinin genişlemesiyle desteklenmeli” dedi.
Çalıştaya konuk olarak katılan ve aynı zamanda Meclis’te kurulan “Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” üyesi olan Saadet Partisi İstanbul Milletvekili Bülent Kaya, yaptığı konuşmada barış sürecinin dinamiklerini ve komisyonun rolünü değerlendirdi.
Kaya, barış sürecinin başlangıç motivasyonlarını şu şekilde ele aldı:
“2009-2012 yıllarındaki çözüm süreci daha ziyade Türkiye’nin vesayetten kurtulması, demokratikleşme ve özgürlükle alakalı konuları birinci sıraya alan, güvenliği ikinci sıraya alan bir yaklaşımla, bir motivasyonla başladı. Oysa 1 Ekim 2024’te başlayan süreç bir demokratikleşme, bir özgürlük talebinden ziyade Türkiye’nin güvenlik ihtiyacıyla ortaya çıkan bir süreç oldu.”
Kaya, 2009-2012 sürecinin Türkiye’nin iç dinamiklerinden beslendiğini, ancak güncel sürecin Suriye’deki güvenlik sahasıyla ilgili motivasyonlardan kaynaklandığını vurguladı.
Öcalan’ın çağrısı ve silah bırakma süreci
Bülent Kaya, sürecin başlamasının, Öcalan’ın 27 Şubat’ta DEM Parti heyetiyle yürüttüğü müzakereler sonucunda örgütün feshedilmesi ve silah bırakılması kararını talep etmesiyle gerçekleştiğini belirtti.
Kaya, ardından örgütün kongresini toplayarak bu fesih sürecine dair bir karar alması ve 11 Temmuz’da sembolik de olsa pratik adımları olan silah yakma töreninin sürecin kritik eşiklerinden biri olduğunu ifade etti.
Komisyonun rolü ve beklentiler
Kaya’ya göre, “Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”, önceki süreçlerden farklı olarak parlamentonun da sürece dahil edilmesini sağladı. Komisyonun bitmiş bir süreci değil, devam etmekte olan bir süreci parlamentoda bulunan partilerle istişare edilerek yürütülmesine imkan tanıdığını söyledi.
İktidar kanadının konuyu dar bir güvenlik ve silah bırakma çerçevesinde ele almaya çalıştığını belirten Kaya, muhalefet partilerinin ise silahsızlanma ile birlikte, çatışma ve şiddetin doğurduğu demokrasi açığı, hukuk ve adalet sorunlarını da gündeme alması gerektiğini vurguladı.
Kaya, “Türkiye’de birçok temel hak ve hürriyetler, şiddet, terör, çatışma bahane edilerek ikinci plana atıldı. Madem Türkiye artık şiddeti, çatışmayı, terörü kendi gündeminden çıkarmaya karar verdi, o halde bunun doğal bir sonucu olarak Türkiye’deki dar demokratik anlayışın, dar temel hak ve hürriyetlere bakış açısının da genişletilmesine dönük bir adım atılması gerektiğini muhalefet partileri ısrarla dile getiriyor” dedi.
Komisyonun çalışma alanları
Bülent Kaya, komisyonun ana gündemlerinden birinin sürecin gerektirdiği yasal ve idari düzenlemelerin gündeme alınması olduğunu belirtirken, bununla birlikte Türkiye’deki demokrasi açığının ve sorunun doğuran sebeplerin konuşulmaya başlanmasının da önemini vurguladı.
Kaya, komisyona “Türkiye’nin bütün demokratik sorunlarını çözecek bir misyon” yüklenmemesi gerektiğini ancak iktidar partisinin muhalefetle diyalog kurarak sorunları müzakere etme tercihini olumlu bulduğunu ifade etti.
Sürecin sağlıklı ilerlemesi için devlet yetkilileriyle İmralı arasında yapılan görüşmelerin, örgütün aşamalı silah bırakma planının hayata geçirilmesinin ve Suriye sahasında Türkiye’nin kırmızı çizgileri konusunda mutabakat sağlanmasının önemine değindi.
Kaya, komisyonun dört ana başlıkta çalışmasının sürece katkı sağlayacağını düşündüklerini belirtti.
Bülent Kaya bunları şu şekilde sıraladı:
“Kamu bürokrasisinin, siyasetçilerin, şehit ve gazi aileleri, Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri gibi mağdur kesimlerin, sivil toplum kuruluşlarının ve akademik camianın tecrübelerini ve kanaatlerini komisyona aktarması.
Farklı kesimlerin sürece dair güvenini pekiştirmek.
Sürecin gerektirdiği idari ve yasal düzenlemeler konusunda tavsiye niteliğinde çerçeveler çizmek.
Demokrasi açığı ve temel hak ve hürriyetlerin ele alınarak raporlaştırılması.”
Kaya, “Kayyım atama uygulamasının kaldırılması gibi yasal düzenleme teklifinin hep beraber verilmiş olması sürece dair pozitif bir adım olarak başlanabilir” diyerek somut bir öneride bulundu. Komisyonun TBMM’deki yaklaşık yüzde 95 milletvekilini kapsayan temsiliyetinin, oluşacak uzlaşının parlamento zemininde yasallaşmasına ciddi katkı sunacağına inandığını belirtti.
Çok sayıda siyasetçi, gazeteci ve iş insanının katıldığı çalıştay devam ediyor. (Rudaw)