6-7 Eylül 1955’te İstanbul, İzmir ve kısmen Ankara’da yaşanan ve Rumlar başta olmak üzere bu coğrafyanın kadim halklarına şiddet şeklinde belirginleşen olaylar, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en trajik sayfalarından biri oldu.
“6-7 Eylül Olayları” olarak anılan bu saldırılar, başta Rumlar olmak üzere Ermeni ve Yahudilere karşı organize şiddet ve yağma eylemleri şeklinde gerçekleşti.
Saldırılar sırasında binlerce ev, işyeri, hastane, okul, kilise ve mezarlık tahrip edildi, yağmalandı.
Olaylar, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evin bombalandığına dair yalan bir haberle tetiklenmişti.
Ancak 6-7 Eylül’ün arka planında Kıbrıs sorunu, bu sorunun dönemin siyasi erki tarafından milliyetçi manipülasyonu ve Kıbrıs sorunu üzerinden, o dönem yaşanmaya başlanan ekonomik krizin gizlenmesi yatıyordu.
Nitekim 6-7 Eylül’e yönelik analizler, bu olayları bir “pogrom” (etnik nefret suçu) olarak nitelendirerek, dönemin Menderes hükümeti destekli bir operasyon olarak değerlendiriyor.
Kıbrıs sorunu ve yükselen milliyetçilik
Kıbrıs sorunu, dönemin en kritik dış politika meseleydi. 1954’te Yunanistan, Kıbrıs’ın kendi kaderini tayin hakkını Birleşmiş Milletler’e (BM) taşıdı.
Kıbrıs’ta EOKA hareketi siyasi hedef olarak ENOSIS yani Yunanistan’a bağlanmayı ilan etmişti. Türkiye’de ise Kıbrıs sorunu etrafında milliyetçilik dalgası hiç olmadığı kadar yükselmişti.
1955’in yaz ayında İstanbul Rumlarına karşı başlayan kışkırtma kampanyası, dönemin Hürriyet gazetesinde de kendine yer bulmuştu.
Haberlerde İstanbul’daki Rumların refah içinde yaşadığı oysa Batı Trakya’daki Türklerin durumunun hiç de iç açıcı olmadığı söyleniyordu.
28 Ağustos 1955’te Hürriyet’in manşeti “Yunanlılar kardeşlerimize dokunursa, İstanbul’da Rumlar var” şeklindeydi.
Hürriyet ve DP yanlısı İstanbul Ekspres, Rumları “Enosis bağışçısı” ve “hain” olarak hedef gösterirken bu örnekler, dönemin medyasının 6-7 Eylül’de nasıl bir ‘rol’ oynadığını göstermesi açısından çarpıcıydı.
Tetiklenen gerilim ve bir yalan haber
1954’te kurulan Kıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC), dönemin başbakanı Adnan Menderes tarafından açıkça destekleniyordu.
Cemiyet 15 Ağustos 1955’te adını ‘Kıbrıs Türktür Partisi olarak değiştirirken 6-7 Eylül sonrası da Kıbrıs sorunu gündemiyle dönemin Türkiye dış politikasının Kıbrıs sorununa bakış açısına paralel biçimde, Ada’nın Türkler ve Rumlar arasında ‘taksimi’ odaklı “Ya taksim ya ölüm” mitingleri gerçekleştirmişti.
6 Eylül akşam saatlerine gelindiğinde ise iktidara yakın İstanbul Ekspres gazetesi erken baskıyla İstanbul sokaklarında Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’te dünyaya geldiği evin bombalandığını duyuruyordu.
Gazete, o akşam normal tirajı olan 20 binin çok üzerinde bir sayıyla, 290 bin basmış, ve dağıtımı için Kıbrıs Türktür Cemiyeti üyeleri adeta seferber olmuştu.
Aynı baskıda, Kıbrıs Türktür Cemiyeti Genel Sekreteri Kamil Önal “Mukaddesata el uzatanlara bunu çok pahalıya ödeteceğiz, ödeteceğimizi alenen söylemekte de bir mahzur görmüyoruz” diye yazmıştı.
6 Eylül 1955 akşam saatlerinde Taksim Meydanı’nda KTC öncülüğünde protesto başladı.
Kalabalık, İstiklal Caddesi’nde Rum dükkanlarını hedef aldı ve gece boyunca şiddet yayıldı.
4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, 26 okul, 1 sinagog ve 2 manastır tahrip edildi.
Yağma ve linçler yaşandı. Resmi rakamlara göre 11-15 ölüm, 300 yaralı kayıtlara geçti. İzmir’de Yunan Konsolosluğu ve kiliseler yakıldı.
Sabah 7 Eylül’de ordu müdahale etti, sıkıyönetim ilan edildi.
Saldırıların sonrasında Türkiye’de yaşayan binlerce Rum göç etmek zorunda kaldı.
Olaylar, İstanbul Rum nüfusunu 100.000’den 2.500’e düşürdü.; Ermeni ve Yahudiler de göç etti. 1964’te Varlık Vergisi benzeri baskılarla 12.000 Rum daha sınır dışı edildi.
İzmit ve Adapazarı’ndan trenlerle gelen saldırganlar, geri dönmek üzere Haydarpaşa istasyonuna geldiklerinde, üzerlerinde yağmaladıkları mallarla gözaltına alındılar.
Saldırganların büyük bir bölümünün başka şehirlerden getirildiği ortaya çıktı.
Emekli hakim Amiral Fahri Çoker’in Tarih Vakfı’na bıraktığı belgelerde yer alan verilere göre, Sivas’tan 145, Trabzon’dan 117, Kastamonu’dan 116, Erzincan’dan 111 kişi getirilmişti.
Özel Harp ‘işi’ miydi?
1988-1990 arası MGK Genel Sekreterliği yapan emekli orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu (her ne kadar 2010’da sözlerini inkar edip yalanlayacak olsa da) 2009’da gazeteci Fatih Güllapoğlu’na verdiği röportajda “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” diyecekti.
Yirmibeşoğlu daha sonra Özel Harp Dairesi adını alan Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görevliydi.
Selanik’teki bombalama olayının da bir kışkırtma olduğu, Yunanistan makamlarınca o günlerde ortaya çıkarıldı.
Olayla ilgili olarak, Selanik Hukuk Fakültesi’nde burslu öğrenci olarak okuyan ve MİT görevlisi olduğu belirtilen Oktay Engin ve Selanik Başkonsolosluğu Kavası Hasan Uçar gözaltına alındı.
Yassıada mahkemesi sorgulamalarında dinlenen tanıklardan MİT müfettişi İbrahim Oğuz, Oktay Engin’in aslında istihbarat adına çalıştığını söyleyecekti.
Konsolosluk yetkilileri dokunulmazlıkları olduğu için yargılanamazken, Uçar ve Engin bir süre tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildiler.
Engin, daha sonraki dönemde devlet kademelerinde hızla ilerledi, ve 1992’de Nevşehir Valiliği’ne kadar yükseldi.