Silivri Cezaevi / 12.09.2025
Yasemin çiçekleri açarken gelirmiş ebabiller; uzak diyarlardan Rumeli’ne, oradan Anadolu içlerine.
Serçeler, atmacalar ve leyleklerden sonra bu defa onlar gök kubbeden bizi seyre daldılar. “Silivri’nin Kuşları” serisine onlar da katıldılar.
Gök kasvet yer kasvet bugün. Hem gök gri hem bulutlar. Bir tek dikenli tellerin keskin, sert siyah çizgileri. Göğü kapladı mı kül rengi; yeri de avluyu da avlunun duvarlarını da ıslak kül rengine boğar.
Voltada ıslanmak isteyen mahpusların üzerine yağmur çiseliyor. Kurumamış çamaşırlar -hava böyle giderse- ipte asılı kalmaya devam edecek. Hapishane üzerinde daha önce hiç duymadığım ötüşler. Burada görmese bile, aldığı seslerden kuşların hareketini duyumsayabiliyor insan. Evet, uçuyorlar… Bir daire üzerinde dönüp duruyorlar. Ötüş rotası kulaklarımda.
Peki, bunlar hangi kuşlar? Serçe desen serçe değil, kırlangıç desen kırlangıç değil. Tuhaf, hiç alışılmadık sesleri var yeni gelen misafirlerin.
Benim yaş kuşağındakiler bilir. Çocukken en sevdiğimiz oyuncaklardan biriydi. Biz “fır fır” derdik adına. Gerçekten adı öyle miydi, hatırlamıyorum. İki elin parmaklarına geçirdiğimiz iplerin tam orta yerinde serçe parmağı kadar küçük bir çubuk olurdu. İpleri gevşetip gerdikçe o çubuk helikopter pervanesi gibi döner, “fırtp fırtp” diye sesler çıkarırdı. İşte tepemizde dönüp duran kuş sürülerinin çıkardığı ses tam da böyle bir şeydi.
Yeni gelen kuşlar üzerine avluda tahmin ve olasılık yarışı. Ve fakat şöyle bir boy gösterince kuşlar tahminler yerini saptamalara bırakıyor. Ve son kertede varılan sonuç:
“Yok yok, bak kesin, bunlar sığırcık kuşları”
Ama hala kararlı bir itiraz sesi var:
“Sığırcıklar simsiyah olur, kanatları parlak olur. Bunlar başka….”
İnternet yok ki hemen bakasın! En iyisi dışardan birine sormak. Benim nazarımda kuşlardan en iyi Seçkin anlar. Sualimi yolluyorum. “Ebabil abi bunlar” diyor mektubunda, yanına bir de fotoğraf ekleyerek.
Fotoğrafı görür görmez hatırlıyorum: Tabi ya bu eller benim ellerim. Avucumdaki ise bir ebabil yavrusu. Bu fotoğraf tutuklanmamdan hemen öncesine ait.

21 Temmuz 2021
Eşim Dilek ve onun mesai arkadaşı Seçkin’le birlikte Akaretler’den Beşiktaş meydana iniyoruz. Deniz Müzesi’nin önünde, kendisini o duvardan bu duvara ortan ama bir türlü kanatlanıp havalanamayan yavru bir ebabile rastlıyoruz. Seçkin hemen kuş hakkında brifing veriyor; kuşu evine alıp günlerce ve itinayla bakıp onu doğal yaşama bırakan Seçkin.
O yavru ebabil yetişkindir şimdi. Acep hangi kafilenin içindedir? Tepemizde dönüp duran şu ebabillerin içinde olmasın sakın! Yok canım o kadar da değil. Hem ne farkeder, hepsi güzel, hepsi birbirinden güzel.
Televizyonda haber geçiyor: Trakya’nın, Silivri’nin ayçiçek tarlalarında yüzde 40 zarar var. Ayçiçekler içten yanmış, kavrulmuş diyor Ziraat Odası Başkanı. Belki de bu yüzden, tam da su gri havada, yağmur altında ve toprak ıslanırken ortaya çıktı ebabiller. Islak çiçeklerin, çamura bulanmış tarlaların içinde solucanlar, envai çeşit böceklerle karınlarını doyuracaklar. Yavrularına besin taşıyacaklar.
Göç kuşlarıdır ebabiller. Gökte sınır yahut sınırlar yok hükmündedir. Oysa yeryüzü sınırlarla çitlenmiştir. Yerde göçenler çoğunlukla ve zorla yerinden edilenlerdir; Gazzeliler, Suriyeliler, Afrika insanları, Ezidiler ve diğerleri…
Göç, yerde yaşayan insanlar için acıdır, korkutucudur.den. Göç denince ebabillerin göçü maruz görülebilir bu yüzden. İnsanların göçü ebabiller kadar mutlu, yaşama özgü olabilseydi keşke…
Saat 24:00’ü vurdu. Koğuş sessiz, mahpuslar uyudu. Ebabiller çekildi geceden. Bir tek martı sesleri; geceyi yırtan tiz, sert, buyurgan martı sesleri.
Sabaha güzel uyanacak mahpuslar. Haftalık görüş var. Çocuklarına ebabillerin anısını anlatacaklar. Bu haftaki görüşe kalan bir hoş sohbet bakiyemiz oldu ebabiller. Sesleri hala kulağımda: “Fırtp fırtp fırtp…”