Gazze’de barışın kırılgan yolu

Greta Thunberg, İsrail’in zorla alıkoymasından sonra 6 Ekim’de yaptığı konuşmada dünya kamuoyuna seslendi:

“İnanın İsrail’in hapishanelerde yaptığı kötü muamele ve istismarlardan bahsedebilirim ama konu bu değil. Konu İsrail’in Gazze’de devam ettirdiği kasıtlı soykırım. Gözümüzün önünde bir milleti yok etmeye çalışıyorlar.”

Greta’nın da parçası olduğu Sumud Filosu haftalardır kamuoyunu Filistin konusunda canlı tutuyor. İsrail güçlerinin filoyu zorla alıkoyması, küresel kamuoyunda büyük bir dayanışma dalgası yarattı. Bu direniş, deniz sınırlarının çok ötesine taştı. Hollanda’da on binlerce kişi Amsterdam sokaklarını doldurarak “Gazze’ye özgürlük” yürüyüşü düzenledi, İtalya’da liman işçileri İsrail’e silah taşıyan gemilerin yüklenmesini engelledi, sendikalar bir günlük greve gitti. İspanya’dan Güney Afrika’ya, Norveç’ten Kanada’ya kadar binlerce kişi sokaklara çıkarak ablukaya son verilmesi çağrısında bulundu.

Hükümetlerin diplomatik sessizliğine rağmen halkların bu ortak tepkisi, “barış”ın ancak uluslararası dayanışma ile mümkün olduğunu hatırlattı. Sumud Filosu’nun yolculuğu, Filistin’in yalnız olmadığını ve dayanışmanın hâlâ dünyayı değiştirebilecek bir güç olduğunu gösteriyor.

Trump planı ve barışın sınırları

Tam da bu küresel dayanışma sesleri yükselirken, siyaset sahnesinde uzun süredir görülmemiş bir diplomatik hareketlilik başladı.

ABD Başkanı Donald Trump, 23 Eylül 2025’te BM Genel Kurulu sırasında, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu sekiz ülke lideriyle bir araya gelerek “Gazze Barış Planı”nı gündeme getirdi. Ardından 27 Eylül’de Beyaz Saray’da İsrail Başbakanı Netanyahu ile birlikte planı kamuoyuna açıkladı.

Bu planın arkasında BM zirvesi sırasında yaşanan önemli diplomatik gelişmeler var. Aralarında Britanya ve Fransa’nın da olduğu 11 ülke daha Filistin Devleti’ni tanıdı. Böylece BM üyesi 193 ülkenin 157’si Filistin’i resmen tanımış oldu. Aynı dönemde, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri, ABD ile ekonomik ilişkilerini sürdürebilmek için Batı Şeria’nın ilhak edilmemesini ve Gazze’de barışın sağlanmasını şart koştu.

Financial Times, “Trump, Netanyahu’yu barış anlaşmasını imzalamaya nasıl zorladı?” başlıklı analizinde, Netanyahu’nun savaşı sürdürmek isterken Trump’ın baskısıyla masaya oturmak zorunda kaldığını yazdı.

Oysa Netanyahu kısa süre önce, Batı Şeria’daki yerleşimciler önünde “Filistin devleti olmayacak. Bu yer bizim” demişti. Ancak Trump’ın planında bu ifadeye yer yoktu. Bu durum, Netanyahu için beklenmedik bir diplomatik darbe anlamına geldi. Plan, özellikle aşırı sağcı tabanını sarsacak maddeler içeriyordu.

Trump, İsrail’in operasyonlarını durdurmasını ve Hamas’la müzakerelere açık olmasını şart koştu. Hamas’ın plana ılımlı yaklaşarak esirleri serbest bırakmayı kabul etmesi ise Netanyahu’nun işgale devam etme hayallerini sınırladı.

Trump planı, ilk bakışta Netanyahu’ya güç kazandırıyor gibi görünse de aslında İsrail’in diplomatik manevra alanını daralttı ve barış yolunda yeni bir gerçeklik ortaya koydu.

Kırılgan bir barış zemini

Trump’ın Gazze Planı beş temel eksen üzerinde şekilleniyor. Her biri barışın sınırlarını belirlerken aynı zamanda bölgedeki güç dengelerinin nasıl yeniden kurulduğunu da gösteriyor.

Plan, İsrail’in kademeli olarak Gazze’den çekilmesini, Hamas’ın askeri kanadının silahsızlandırılmasını ve karşılıklı rehine-tutuklu değişimini öngörüyor.

Uzun süredir çözülemeyen bu başlıkların aynı anda gündeme gelmesi, çatışmanın insani boyutunda bir nefes alanı yaratabilir. Ancak Filistinliler açısından planın en tartışmalı yönü, Gazze’nin geçici olarak “Barış Konseyi” adlı uluslararası bir yapı tarafından yönetilmesi. Bu konseyin başkanlığını Trump’ın üstleneceği, Tony Blair ve bazı siyasetçilerin de üye olacağı belirtiliyor. Bu konseyin altında Gazze, geçici olarak teknokratlardan oluşacak Filistin komitesince yönetilecek.

Ekonomik yeniden inşa başlığı da bir ikilik taşıyor. Gazze’nin “Doğu Akdeniz’in Rivierası” haline getirilmesi hedefi, bir yandan insani bir yeniden yapılanma vaadi taşırken, öte yandan Filistin’in direniş tarihini parlatılmış bir vitrine dönüştürme riski barındırıyor.

Planın temelinde, barışı kalıcı kılmaktan çok, İsrail’in güvenliği üzerinden ABD’nin bölgedeki etkisini yeniden biçimlendirme arzusu yatıyor. Bu nedenle kimi çevreler planı bir “barış projesi”nden çok “siyasi mühendislik” olarak nitelendiriyor. Yine de ateşkes ve esir değişimi başlıklarının ilerletilmesi, uzun süredir tıkanmış bir sürecin kapısını aralayabilir.

Mısır’da umutlu bir başlangıç

Bu kırılgan zeminde, diplomatik sahnenin adresi Mısır oldu. 6 Ekim 2025’te Trump’ın barış planı çerçevesinde İsrail ve Hamas arasında dolaylı görüşmeler başladı. Hamas heyetine hareketin Gazze’deki lideri Halil el-Hayye başkanlık ediyor. İsrail heyetinde Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer, Şin Bet güvenlik servisi başkanı ve üst düzey yetkililer yer alıyor.

Görüşmelerin ilk turu, esir takası, ateşkes ve Gazze’nin gelecekteki yönetimi gibi kritik konuları ele almayı hedefliyor. Hamas, elinde tuttuğu 48 İsrailli rehineyi ve ölü bedenleri, İsrail’in hapishanelerindeki yaklaşık 2.000 Filistinliyle takas etmeyi kabul etti. İsrail ise Hamas’ın silahsızlanması ve Gazze’den kademeli çekilmesi şartıyla bu öneriye sıcak bakıyor.

Taraflar, Trump’ın 20 maddelik planının ilk aşamasını uygulamak için bir çerçeve oluşturmaya çalışıyor. Ancak Hamas’ın silahsızlanması ve Gazze’nin uluslararası bir geçiş hükümeti tarafından yönetilmesi gibi konularda hâlâ ciddi görüş ayrılıkları var. Hamas, bu taleplerin “direnişi ortadan kaldırmaya” dönük olduğunu savunuyor ve Gazze’nin yönetiminde kalma kararlılığını yineliyor.

Görüşmelerin sonucu henüz belirsiz olsa da Mısır masası, savaşın uzun gölgesinde filizlenmeye çalışılan bir umudu temsil ediyor.

Uluslararası toplumun artık sessiz kalamadığı bir dönemde, bu süreç küçük de olsa yeni bir diyalog zemini yaratabilir.

Adaletle inşa edilecek bir barış

Bugün kalıcı bir barıştan söz etmek, hâlâ kolay değil. Ancak Sumud Filosu’nun cesur yolculuğu, Gazze’nin harabelerinden yükselen irade ve dünyanın dört bir yanındaki dayanışma eylemleri bize barışın, bir planın ya da liderin lütfu değil halkların ortak mücadelesinin sonucu olacağını gösteriyor.

Barış süreci, eğer yalnızca güvenlik ya da kalkınma başlıklarına sıkıştırılırsa, yeni bir eşitsizlik biçimi üretmekten öteye gidemez.
Ancak Filistinli toplumun doğrudan katılımıyla, yaşam hakkı, mülkiyet, adalet ve temsil gibi temel haklar gözetilerek yürütülürse, Gazze’nin yıkıntılarından gerçekten yeni bir gelecek doğabilir.

Ve belki de bugün denizde direnen teknelerden, masada uzlaşma arayan diplomatlara uzanan bu uzun yolda barışın sesi ilk kez bu kadar yakın hissediliyor.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.