Steven Simon & Adam Weinstein tarafından yazılan bu makale Foreign Affairs’te yayınlanmıştır.
Aralık ayında, Hayat Tahrir el Şam (HTŞ) öncülüğündeki bir dizi isyancı grup, Suriye diktatörü Beşar Esad’ı devirmesiyle dünyayı şaşkına çevirdi. HTŞ lideri Ahmed el Şara, ülkenin geçiş sürecini yönetmek üzere bir hükümet kurdu. Şara, geçmişte El Kaide’nin Suriye kolunu yönetmiş eski bir cihatçıydı. Buna rağmen, ABD Başkanı Donald Trump, Mayıs ayında yaptığı görüşmenin ardından onu “sert” ve “çekici” olarak tanımlayarak desteğini açıkladı. O tarihten bu yana Amerika Birleşik Devletleri, Suriye’ye yönelik yaptırımları askıya aldı ve Şara’nın geçici hükümetini destekleyen açıklamalar yaptı.
Şara iktidarı devraldığından beri, cihatçılığı dışarıda bırakarak ve Suriye’nin İsrail ile ilişkilerini normalleştirme olasılığını gündeme getirerek dış desteği kazanmaya çalıştı. Bu söylem, iç savaşın son yıllarında İdlib vilayetindeki Sünni nüfus üzerinde kurduğu görece başarılı yönetimle birleşince, mevcut ve eski ABD yetkililerini Şara’nın “dönemin adamı” olduğuna ikna etti.
Bugün Suriye yeniden şiddet sarmalına girmiş durumda ve Şara’nın koalisyonu, hâlâ eski cihatçılardan arınmış değil. Washington’un Suriye politikasındaki sorun, El Kaide’nin eski bir müttefikini desteklemesinden ziyade, Şara’nın derin güvensizliklerle bölünmüş, farklı kimlik ve mezheplerden oluşan bir ülke üzerinde merkezileşmiş bir yönetim vizyonunu benimsemesidir. Temmuz ayında ABD’nin Suriye özel temsilcisi Tom Barrack, yerel polis denetimi gibi herhangi bir türde federal düzenlemeye destek vermeyeceklerini açıkça dile getirdi.
Şam’daki geçici hükümet, federalizmi sert bir şekilde reddediyor. Bu modeli, anarşinin, devletin parçalanmasının ve HTŞ’nin kontrolünü kaybetmesinin öncülü olarak görüyor. Yakın örnekler de güven vermiyor. Örneğin Lübnan’ın uzlaşmacı sistemi ve Irak’ın federal yapısı ancak sınırlı ölçüde işliyor. Ayrıca Şara’nın bazı müttefikleri, nüfusun çoğunluğunu oluşturan Sünni Müslümanların dini azınlıklar üzerinde yönetme hakkına sahip olduklarına inanıyor.
Şara ve danışmanlarının ise nasıl bir ülke inşa etmek istediklerine dair net bir vizyonu yok. Onlar, tek ana caddesi olan küçük bir şehir olan İdlib’i, İslamcılar için bir sığınak olarak yönetmeye alışkınlar; çok etnisiteli, geniş bir devleti değil. Dahası, Şara mutlak bir otoriter lider değil; kararlarını yakın çevresiyle istişare ederek alıyor ve bu çevre, gücü paylaşmak yerine elinde tutma eğiliminde.
Ülkenin 50 yıllık despotizm ve 10 yıllık iç savaştan toparlanma şansı olabilmesi için, azınlık topluluklarının belli bir düzeyde özerkliklerini korumasına izin verilmesi gerekiyor. Suriye’nin güçlü bir lider tarafından yönetilme olasılığı yüksek, ancak herhangi bir federal yapı olmaksızın yoğun toplumsal çatışmaların sürmesi kaçınılmaz. Azınlıklar, merkezi hükümetin baskıcı olacağından korkarsa direnecek ve muhtemelen dış güçlerden destek arayacaktır. Yeni bir iç savaşın patlak vermesi ihtimal dışı değil. Bu nedenle Suriye’nin ortakları, özellikle Amerika Birleşik Devletleri, güç paylaşımına dayalı bir yönetim düzenini teşvik etmelidir.
Her yerde bir sürü küçük ordu
Esad devrildiğinde, Şara birçok yabancı hükümet tarafından Suriye’yi yönetmeye en uygun kişi olarak görüldü. Suriye’nin Sünni Arapları, artık ülkenin Alevi olan Esad ailesi gibi dini ya da etnik bir azınlık tarafından yönetilemeyeceğini ve Esad’ı deviren İslamcıların yeni hükümette yer alacağını varsaydılar. Washington ise bu geçiş sürecinde etkisinin sınırlı olacağını biliyordu.
Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda bir miktar nüfuzu vardı; zira yıllardır burada, IŞİD’in yeniden ortaya çıkmasını önlemek ve İran’ın Lübnan’a erişimini engellemek amacıyla küçük bir askeri varlık bulunduruyordu. Ancak bugün IŞİD eski gücünün bir gölgesine dönüşmüş durumda ve Suriye, İran’a kesin bir biçimde karşı olan bir hükümet tarafından yönetiliyor. Bu nedenle Trump yönetimi, Suriye’deki sekiz ABD üssünden yedisinden asker çekmeye başladı.
Şara’nın iktidarı ele geçirmesinin hemen ardından, Esad’ın gidişinin yarattığı rahatlama ve istikrar arayışı, katı bir merkezi yönetimin zeminini oluşturabilecek bir an yaşanmıştı. Bugün Şara hükümeti, ülkenin güneyindeki Dera’dan kuzeydeki Halep’e uzanan M5 otoyolu boyunca bir koridoru, ayrıca kuzeybatıda İdlib’i ve Alevi kıyı bölgesini kontrol ediyor. Ancak güneybatıdaki Süveyda ile kuzeydoğudaki Kürt bölgeleri üzerinde herhangi bir kontrolü bulunmuyor.
Merkezileşme olasılığı, Mart ayında yaşanan bir katliamla ciddi biçimde zayıfladı. Suriye’nin yeni hükümet güçlerinden bazılarının da aralarında bulunduğu Sünni savaşçılar, en az 1.500 Alevi’yi öldürdü. Şara hükümeti, şiddet sarmalını Alevilerin başlattığını öne sürerek, bu saldırıların Esad’ın zalim rejimini destekleyen bir topluluğa karşı duyulan “doğal bir intikam arzusu” bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini savundu.
Oysa Esad rejiminin destek tabanı gerçekte çok daha karmaşıktı. Eski rejimi destekleyen ve onun saflarında savaşan çok sayıda Sünni vardı. Ayrıca Esad ailesi, Aleviler arasındaki yoksulluğu hafifletmek için hemen hiçbir adım atmamış, böylece bu topluluğun orduya ve devlete bağımlı kalmasını sağlamıştı. Ahlaki denge hangi tarafta olursa olsun, Şara hükümeti misilleme temelli şiddeti fiilen onaylamış görünüyordu.
Temmuz ayında ise Şara hükümeti, bu kez Suriye’nin bir başka dini azınlığı olan Dürzîlere yönelik saldırılara zemin hazırladı. Şam’ın güneyinden Ürdün sınırına kadar uzanan Süveyda vilayetinde yaşayan Dürzîler, yoksul bir bölgede yaşıyor ve birçok Müslüman tarafından İslam dışı kabul edilen ezoterik bir inanca bağlı bulunuyor.
Hükümet, Dürzîleri yönetimine karşı koymakla suçladı ve on binlerce Bedevi kabile savaşçısıyla birlikte Dürzî köylerine saldırılar düzenledi. Bu saldırılarda, sivillerin de aralarında bulunduğu yüzlerce kişi öldürüldü. Ayrıca Süveyda’ya yönelik bir abluka başlatılarak, insani yardım konvoylarının geçtiği güneydeki kontrol noktasına ulaşım kısıtlandı.
Her ne kadar iç savaş sırasında Bedevi kabileleri ile Dürzîler Esad’a karşı aynı cephede yer almış olsa da, aralarındaki tarihsel çekişme uzun süredir sürüyor. Kaynaklar üzerindeki rekabet, bu eski düşmanlığı yeniden alevlendirdi. Telegram adlı mesajlaşma uygulamasındaki radikal İslamcı propagandacılar da iki taraf arasındaki mezhepsel nefreti körükleyerek Dürzî köylülerin öldürülmesi ve tecavüze uğraması olaylarını açıkça övdü.
Suriye hükümeti, 100 bin asker topladığını iddia ediyor.
İsrail ise kendi topraklarında önemli bir Dürzî azınlığa sahip olduğu için Suriye Dürzîlerini koruma sorumluluğu taşıdığını düşünüyor. Ayrıca, Dürzîlerin İsrail ile Şam’daki yeni İslamcı rejim arasında bir tampon bölge oluşturmasını istiyor. İsrail ordusu, Bedevi savaşçılara hava saldırıları düzenleyip Suriye Savunma Bakanlığı’nı bombalayarak Dürzîlere yönelik saldırılara son verdi. İsrail müdahale etmemiş olsaydı, çok daha fazla insanın ölmesi kaçınılmazdı.
Şara, hedeflerine ulaşmak için güç kullanmaktan çekinmeyen bir lider ve elinin altında, güçlü bir silah olarak Bedevi savaşçılar bulunuyor. Esad rejimi döneminde devlet, bazı Bedevi kabilelerini savaşlarda kullanmıştı, ancak bu çok daha sınırlı bir ölçekteydi. Temmuz ayında Şara hükümeti, Suriye’nin hemen her bölgesinden Bedevi güçleri seferber etmeyi başardı. Bu süreçte, birçoğu hükümetle doğrudan bağlantılı olmayan cihatçı çevrimiçi propagandacılar da destek sağladı. Bu hızla büyüyen dijital ağ, savunmasız azınlık topluluklarında büyük korku yarattı. Hükümetin saldırılardan sonra Dürzîlerin güvenliğini garanti etmeyi reddetmesi ve Süveyda’ya yeterli insani yardım geçişine izin vermemesi de endişeleri artırdı. Şara hükümetindeki yetkililer, Dürzîlere verilecek her türlü tavizin “isyana ödül” anlamına geleceğine inanıyor.
Bu şiddet dalgaları, ülkenin kuzeydoğusundaki bir başka azınlığı, Kürtleri de harekete geçirdi. Büyük ölçüde Kürtlerden oluşan ancak Arap savaşçıları da barındıran Suriye Demokratik Güçleri (SDG), geçmişte Amerikan birlikleriyle birlikte IŞİD’i yenilgiye uğratmıştı. Şara, merkezi yönetimi güçlendirme hedefiyle SDG’nin silah bırakmasını ve Esad ordusunun yerine geçecek yeni bir Suriye ordusuna entegre olmasını talep ediyor. Ancak Kürtler, rejimin Alevilere ve Dürzîlere yönelik saldırılarını gördükten sonra, silahlarını teslim edip Şara’nın ordusuna katılma konusundaki tüm istekliliklerini kaybettiler. SDG temsilcileri, geçici hükümete yönelik tutumlarındaki değişimi “Süveyda öncesi” ve “Süveyda sonrası” olarak tanımlıyor.
Geçici hükümetin bu yaz Paris’te SDG liderleriyle görüşmeler yapması planlanmıştı, ancak Ağustos ayında “müzakere döneminin sona erdiğini” duyurarak süreçten çekildi. Kürt entegrasyonu meselesinin “sahada”, yani büyük olasılıkla askeri yollarla çözüleceğini açıkladı ve Deyr ez Zor’u olası bir başlangıç noktası olarak işaret etti.
Buna karşın Şara’nın güçleri, Kürt savaşçıları bastıracak ya da onlara meydan okuyacak kadar güçlü görünmüyor. Suriye hükümeti, 100 bin asker topladığını, bunların 30 bininin eski Suriye Ulusal Ordusu’ndan geldiğini iddia ediyor; ancak bu rakamların abartılı olduğu düşünülüyor. Şam gerçekten bu büyüklükte bir orduyu örgütleyip eğitmeyi ve donatmayı başarsa bile, kontrol etmek zorunda kalacağı geniş topraklar nedeniyle, SDG kendi daha küçük bölgesinde askeri üstünlüğünü korumaya devam edecektir.
Tarihsel olarak kendi içinde bölünmüş bir yapıya sahip olan Dürzî liderler ise, topraklarının HTŞ’nin hâkimiyetindeki merkezi bir devlete katılmasına yönelik girişimlere karşı birleşmiş durumda. Dürzî milisler de Süveyda’nın toprak bütünlüğünü korumak amacıyla “ulusal muhafız” adını verdikleri ortak bir savunma gücü oluşturdu.
Çoğunluk mu yönetiyor?
Hükümet azınlıkları baskı altına aldıkça, bu topluluklar merkezi yönetim baskısına o kadar fazla direnç gösterecektir. Bunun sonucu ise daha fazla kan dökülmesi, İsrail veya İran gibi dış güçlerin Suriye’ye müdahalesi için yeni fırsatların doğması ve her kesimden sıradan Suriyelilerin giderek daha fazla yoksullaşması olacaktır.
Amerika Birleşik Devletleri, federalizmi reddetmeyi bırakmalı ve yetkilerin bir kısmının yerel veya bölgesel yönetimlere devredilmesini teşvik etmelidir. Maliye ve para politikası, dış ilişkiler ile sınır güvenliği merkezi hükümette kalabilir; ancak azınlıkların çoğunlukta olduğu bölgelerde belli bir yönetsel güce sahip olmaları, Lübnan’daki gibi siyasi tıkanıklıkları önleyebilir. Bu model, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne fazla yetki devri nedeniyle sürekli ekonomik anlaşmazlıklarla boğuşan Irak sisteminden de daha istikrarlı bir seçenek olacaktır.
Lübnan ve Irak hâlâ sorunlarla karşı karşıya olsalar da, merkezi hükümetlerinin yetkilerinin kısıtlanmadığı bir durumda durumları çok daha kötü olurdu. Washington, Suriye liderlerini ikna etmeye çalışmalı; iktidarın mutlak merkezileştirilmesinin ters tepeceğini, toplumsal bölünmeleri derinleştireceğini, şiddeti körükleyeceğini, ekonomik büyümeyi baskılayacağını ve ülkenin uluslararası itibarını zayıflatacağını anlatmalıdır.
Amerikalı politika yapıcılar, yavaş yavaş Suriye için federal bir yönetim modelinin gerekliliğini kabul etmeye başlıyor. ABD’nin Suriye özel temsilciliği, hâlâ Şara’nın yetkinliğine ve çoğulcu bir Suriye vizyonuna olan inancını koruyor; ancak merkeziyetçi yönetimin yüksek maliyeti ve uygulanabilirliği konusunda daha temkinli davranıyor. Ağustos ayında Barrack, federasyon kadar kapsamlı olmasa da “ona yakın bir modelin” desteklenebileceğini söyledi.
Sonuçta Suriyeliler, kendi yönetim biçimlerini kendileri belirleyecekler — olması gereken de budur. Ancak Trump yönetimi, sözlerinin ağırlığının farkında olmalı ve istemeden de olsa geçici hükümetin en tehlikeli eğilimlerini teşvik ederek ülkeyi yeniden bir iç savaşa sürüklememelidir.