Kürt meselesinin demokratik çözümü kapsamında Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, 15’inci toplantısını gerçekleştirdi. Toplantıda, gençlik ve kadın örgütleri temsilcileri, görüş ve taleplerini sundu.
Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi adına sunum yapan Feride Eralp, toplantının ardından İlke TV’ye değerlendirmelerde bulundu.
Hem komisyon üyesi milletvekillerinin hem de dinleyici olarak salonda bulunanların büyük çoğunluğunun erkek olduğunu belirten Feride Eralp, ilk gözlemlerine ilişkin şöyle dedi:
Komisyon toplantılarında, soru sorulmadan ve yorum yapılmadan sunumların sessizce dinlendiği bir usul izlendiğini belirten Eralp, bu durumun tartışmaları önleme açısından önemli olmakla birlikte, fikir alışverişi ve farklı görüşlerin birbirini duyması imkanını ortadan kaldırdığını söyledi.
‘Yaşanan gerilim taleplerimizin önüne geçmemeli’
Komisyon toplantısının bitmesinin ardından basında, Feride Eralp’in konuşmasını yaparken cinsel şiddete dikkat çekmek için kullandığı sözler nedeniyle komisyon üyeleri tarafından sözünün kesildiği haberleri yer aldı.
Eralp ile yaptığımız görüşmede, komisyona ilettikleri “hakikat ve yüzleşme alt komisyonları” kurulması talebini anlatırken, savaş döneminde yaşanan cinsel şiddetin araştırılması gerektiğini vurguladığı anda bazı milletvekilleri tarafından tepki gösterildiğini ve sözünün kesildiğini aktardı.
“Bunu bugünün en temel konusu haline getirmek istemiyorum. Esas mesele bizim orada gündem etmeye çalıştığımız taleplerimizdi. Orada kesilen sözümüzün bunun önüne geçmesini istemeyiz. Ne kadar duyuldu bilemeyiz ama bir sürü şey anlattık. Örneğin kadın tutsaklarının neler yaşadığına, hasta tutsaklarının neler yaşadığına dair şeyleri anlattık. Kadınların ana dillerinde hizmet alamadıkları için yaşadıkları ayrımcılığı anlattık. Fatma Altınmakas’ı anlattık. Ana dil meselesinin neden bir kadın meselesi olduğunu anlattık. Kayyımların özel olarak kadınlara yönelik hizmetlerle ilgili politikalarını, bunların hepsini kapatması, durdurması, iptal etmesi; bununla eş başkanlığı kriminalize etmek arasındaki ilişkiyi anlattık. Siyasetin suç haline getirilmesinin kadınların siyasete katılımına etkisini anlattık. Terörle mücadele kanunu kaldırılsın dedik. Sivil hayata katılım meselesine kadın bakış açısıyla baktık. Zorunlu göçün kadınlara etkisini, kadın yoksulluğunu, bu yoksulluğun genel yoksulluktan farkını anlatmaya çalıştık. Bir tartışma olduğunda her şey gelip sadece o tartışmaya kilitleniyor. O yüzden bizim açımızdan bunu vurgulamak önemli.”
’11. Yargı Paket’i barışla bağdaşmıyor’
11. Yargı Paketi’nin kadınlar ve LGBTİ+’lar açısından ayrımcılık içerdiğini aktardıklarını söyleyen Eralp, “Eşit yurttaşlığın kadınlar için, LGBTİ+’lar için ne olduğunu da anlatmaya çalıştık. Hele de bugün 11. Yargı Paketi’ne dair basında olan haberlerin ardından bu konudaki ayrımcılığın da aslında barışla bağdaşmadığına dair. Yani pek çok şey söylendi bugün orada. Ama bütün bu söylenen şeylere biz hani o bir tane tepki haricinde, milletvekillerinin bu konuda ne düşündüğünü, komisyon üyelerinin bunun üzerine nasıl bir teati yaptığını veya yapmadığını duyma fırsatımız olmadı.” ifadelerini kullandı.
Barış sürecinde cinsel şiddeti konuşmanın önemi: Kadınların bedeni savaş meydanı haline getirildi
Savaş dönemlerinde kadınların bedeni üzerinde uygulanan şiddetin bir silah olarak kullanıldığını vurgulayan Feride Eralp, bu durumun gündelik hayata sızan bir şey olduğunu söyledi:
“Tüm barış süreçlerinde, bugün çok örnek verildi, İrlanda’sından Kolombiya’sına, kadınlara yönelik cinsel şiddet de konuşulmuştur. Çeşitli biçimleriyle konuşulmuştur, tartışılmıştır. Bizde de bunun konuşulması gerektiğini söylemeye çalıştık. Verdiğimiz örnek, 2016’daki abukalar döneminde çok hatırlanan fotoğraflar vardı. Özel harekatçıların kadınların yatak odalarında çektiği, kimi cinsiyetçi yazılarla paylaştığı fotoğraflar vardı. Veya çamaşırlarıyla paylaştığı fotoğraflar vardı. Bunun sonrasında bir soruşturma, bunların yargı önüne getirilmesi, bu tip davranışların, suçların bunlara karşı bir yaptırım olduğu algısının yaratılması, dolayısıyla tekrarlanmaların önlenmesi için bir şey yapılmadı. Bizim talebimiz bu. Bu yapılmadığı koşulda karşı karşıya kaldığımız durum, bunun savaş ortamından çıkıp gündelik hayatın içine sızması oluyor.
Bunun pek çok, işte son 10 yılda basına yansıyan haberleri var. Benzeri şeylerle ilgili, cinsel suçlarla ilgili. Özellikle uzman çavuşların, korucuların, polislerin, bekçilerin vesaire işlediği. Buna zemin hazırlayan cezasızlık aslında savaşta kadının bedeninin bir savaş alanı haline getirilmesi, tecavüzün silah olarak kullanılması veya tecavüz tehdidinin, cinsel şiddetin daha genel olarak silah olarak kullanılmasından kaynaklı. Savaş bittiğinde de bu, gündelik hayatın içine sızıyor, üniformalı erkekler vasıtasıyla. O yüzden bunun aslında meclis komisyonunun gündeminde olan bir konu olması gerektiği. Çeşitli sebepleri olmuş olabilir bu tepkinin. Onu ben bilemem. Ama bunun duyulmak istemediğini, bununla ilgili bir sözün söylenmesinin istenmediğini gördük. Vekil koltuklarında oturanların da sorumluluğu, bu ülkenin güvenlik güçlerinin itibarını korumak isteyenlerin de sorumluluğu. O itibar, bunların üstünü örterek korunmaz. Bunların olmasına engel olunmasıyla, önlenmesiyle korunur. Önlemenin de birinci adımı, yapmış olana yaptırım uygulamaktır. Biz basitçe bunu söylemeye çalıştık aslında. Geçmişin acılarının bu biçimiyle konuşulmasının barış diline uygun olmadığı şeklinde uyarı yapıldı. Bizim niyetimiz barış dilinin zedelenmesi veya zarar vermek değil, tam aksine. Bunun, barışın, savaşın gündelik hayatın içinde farklı biçimlerle, kadınlara yönelik suçlarla devam etmemesi için meclisin bu konuda adım atması şeklindeydi. Bu talebimizi de ifade etmeye devam edeceğiz.”
‘Barışı inşa etmek için anlatılanları içselleştirmek gerekir’
Komisyon sürecinin sonuna gelinirken 15’inci toplantıda kadın örgütlerini dinlemesine ilişkin görüşlerini sorduğumuzda Feride Eralp, meselenin bir kez dinlemekle çözülemeyeceğini ifade ederek şunları belirtti:
“Bir kez dinlemek yeterli değil. Sadece bizim değil, Cumartesi Anneleri için, Barış Anneleri için, Diyarbakır Anneleri için de. Bu savaşın temelinde yıllardır yatan hakikatleri bir kere dinledik, duyduk, ondan sonra da ‘bir rapora yazdık’ diyerek barışı inşa etmek ne kadar mümkün, ben bilmiyorum. Barışı inşa etmek için aslında anlatılan şeyi içselleştirmek gerekir. Dolayısıyla sonuncu olarak bizim dinlenmiş olmamız, kadın örgütlerinin dinlenmiş olması, bir yandan dinlenmiş olması da önemli tabii. Yani umarız, bugün söylediklerimizi duydular. Bunun ölçütü olacak şey, önümüzdeki süreçte ne kadar belli somut adımlara, yasal çerçevelere yansıdığıdır. Biz aslında çünkü somut taleplerde bulunduk. Talebimiz, bunun sadece bir raporun parçası olması değil, buna bağlı olarak adımların atılması, mekanizmaların kurulması. Bunun ne kadar içselleştirildiğinin, dediğim gibi, ölçütü o somut adımdır.”
‘Barış yalnızca erkeklerin konuştuğu bir şey olmamalı’
Kadınların sadece “dinlenen” değil, aynı zamanda barışı inşa eden, müzakere masalarında ve karar alma mekanizmalarında “kurucu unsurlar” olması gerektiğini vurgulayan Eralp, aksi takdirde sürecin erkeklerin tasarladığı ve yönettiği, kadınların ise sadece söz hakkı verilen bir yapıya dönüşme riski taşıdığını kaydetti.
“Gerçekten yapabilmek için, gerçekten gerektiği gibi bunu yapabilmek için, kadınları sadece davet edilip dinlenen pozisyonuna koymak da doğru değil. Barışı inşa edenlerin de aynı zamanda kadınlar olması lazım. O masalarda yapılacak tartışmalarda, karar verme aşamalarında, bunların birer hukuk metnine dönüşmesi, hukuk önerisine dönüşmesi aşamalarında da kadın örgütlerinin içinde olması lazım. Öbür türlü barış, erkeklerin konuştuğu, erkeklerin müzakere ettiği ve yaptığı, bizim sadece geçici bir süreliğine, belli bir zaman dilimi içerisinde, süre sınırıyla sözümüzü söylemek için davet edildiğimiz bir sürece dönüşüyor. Böyle olmaması için, kendimizi de kurucu unsurları haline getirmek için daha çok tartışacağız. Yani tartışmak dünyanın en ürkütücü şeyi değil. Yeter ki tartışabilecek zeminler olsun. Yeter ki o tartışmalardan çıkan, süzülen şeyler, somut adımlar hayata dökülsün, pratiğe dökülsün.”
‘Dışlandığımız o alanlarda, ‘hayır, biz de varız’ demeliyiz’
Son olarak süreç boyunca toplumda yaşanan umutsuzluk ve anlamsızlık hissi dair konuşan Eralp, konuşmasını şunları söyleyerek sonlandırdı: