Vicdani retçi Çınar Koçgiri Doğan, 16 Ekim’de yeniden yargılandı. Kendisi hakkında açılan birden fazla dava nedeniyle toplam 5 aylık hapis cezası alan Doğan, “cezalandırma döngüsünün” hayatını nasıl etkilediğini İlke TV’ye anlattı. İnsan Hakları Derneği (İHD) Vicdani Ret Komisyonu’ndan Göktan Yıldırım ise bu davayı, Türkiye’nin vicdani ret hakkını tanımama konusundaki “politik tercihinin” ve uluslararası yükümlülüklerini ihlal etmesinin güncel bir örneği olarak değerlendirdi.
‘Cinsiyet özgürlükçü bir yapıya, barışçıl bir diyaloğa ihtiyaç var’
Yaşadığı süreci “psikolojik ve gündelik hayatta bir izolasyon” olarak tanımlayan Çınar Koçgiri Doğan, cezai süreçteki değişime dikkat çekti:
“Para cezaları yazılıyordu. Şu anda artık doğrudan cezaya döndü. Cezaevine giriyoruz. Orada 3 gün ya da 1 hafta kalıp denetimli serbestlikle çıkıyorsun. Bu, yaşamın her alanında bir daralmaya neden oluyor.”
Doğan, vicdani ret mücadelesinin sadece askerlikle sınırlı olmadığını belirterek, “Buradaki tek tip, eril bir nefrete dayalı, ırkçı yapıyı bertaraf etmek gerekiyor. Başka bir alanı açacaksak daha çok cinsiyet özgürlükçü bir yapıya, daha çok barışçıl bir diyaloğa ihtiyaç var” ifadelerini kullandı.
İHD: Cezalandırıcı çizgiye geri dönüldü
İHD Vicdani Ret Komisyonu’ndan Göktan Yıldırım, Çınar’ın davasının stratejik önemine işaret ederek, son dönemde vicdani retçilere yönelik “sivil ölüm” pratikleri (seyahat kısıtlaması, kamu hizmetlerinden men gibi) ön planda olsa da, Çınar ve diğer retçilere açılan davalarla devletin “yeniden cezalandırıcı bir çizgiye yöneldiğini” söyledi.
Yıldırım, devletin bu tutumunu şu sözlerle eleştirdi:
“Devletin, barıştan ve toplumsal uzlaşıdan bahsettiği bir dönemde, barışçıl bir hak talebini ifade eden vicdani retçileri yargılaması, derin bir çelişkiye işaret etmektedir. Vicdani ret, yalnızca savaş zamanlarında değil; barışın inşası sürecinde de hayati bir insan hakkıdır.”
‘AİHM kararları doğrudan uygulanmalı, beraat gerekli’
“AİHM içtihadını ve Anayasa’nın 90. maddesini doğrudan uygulayarak verilecek bir beraat kararı, diğer davalar için emsal teşkil eder mi?” sorusuna Göktan Yıldırım şu değerlendirmeyi yaptı:
“AİHM içtihadı ve Anayasa’nın 90. maddesi birlikte değerlendirildiğinde, mahkemelerin AİHM kararlarını doğrudan uygulayarak amasız, fakatsız beraat kararı vermeleri gerekmektedir… Vicdani ret hakkını kullanmak isteyen bireylerin cezalandırılması hukuki, politik bir tercihten kaynaklanmaktadır. Avrupa Konseyi üyesi ülkeler arasında vicdani ret hakkını hâlâ tanımayan tek ülkenin Türkiye olması da bu tabloyu açıkça ortaya koymaktadır.”
‘Nefret yayılıyor ama büyütmenin yolu bundan bahsetmek’
Çınar Koçgiri Doğan, mücadelesinde yalnız olmadığını vurgulayarak, “Vicdani retçiyim dediğimde bir sürü baskı, ön yargı yaşıyorsun. Nefret hep yayılıyor. Büyütmenin tek yolu da bundan bahsetmek, bunun bir hak olarak tanınmasını sağlamaktan geçiyor” dedi ve sözlerini, “Bir an önce bu konudaki cezaların ve çeşitli yok sayıcı davranışların son bulmasını istiyorum” diyerek tamamladı.
Göktan Yıldırım ise, vicdani ret hakkının tanınması için sürdürdükleri hukuki ve toplumsal mücadelenin, “barışçıl bir toplumsal dönüşümün sağlanması açısından stratejik bir alan” olduğunun altını çizdi.
Vicdani ret ne demek?
Vicdani ret, bireylerin dini, ahlaki veya politik inançları gereği silahlı hizmeti reddetmesi ve bunun yerine alternatif sivil hizmet talep etmesidir. Ancak vicdani ret, sadece silah taşımayı reddetmek değil, devletin birey üzerindeki mutlak otoritesini ve hayatın her alanına sirayet etmiş militarist zihniyetin kendisini sorgulamaktır. Anayasa’nın 90. maddesi ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan bu hak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadında temel bir insan hakkı olarak kabul edilmektedir. Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi ülkeler arasında bu hakkı yasal olarak tanımayan tek ülke konumundadır.