• Ana Sayfa
  • Manşet
  • Hayırlı Cuma’ya giden yolda Britanya ve Kuzey İrlanda medyası

Hayırlı Cuma’ya giden yolda Britanya ve Kuzey İrlanda medyası

Kuzey İrlanda’daki çatışmalı dönem (1969-1998) yalnızca silahların, barikatların ve hapishanelerin hikayesi değildir.

Bu tarih aynı zamanda kelimelerin savaşıdır.

1969’dan 1998’e kadar Britanya ve Kuzey İrlanda medyası, hangi seslerin duyulup hangilerinin susturulduğunu belirleyerek çatışmanın anlatısını şekillendirdi.

Hayırlı Cuma Anlaşması (10 Nisan 1998) sadece siyasi uzlaşının değil, aynı zamanda medyanın dilinin dönüşümünün sonucudur.

Bu çatışmalı dönemde Britanya ve Kuzey İrlanda medyasının kullandığı dil, Hayırlı Cuma Anlaşması’na giden süreçte dönüştü ve barış sürecini doğrudan etkiledi. Bu dönemi incelediğimizde medyanın şiddeti, kimliği ve siyaseti temsil etme biçimlerinin ‘terör’ ve ‘güvenlik’ gibi kavramlar üzerinden çerçevelendiğini görüyoruz.

Kuzey İrlanda’da 1969 yılında başlayan ve otuz yıla yakın süren çatışmalı dönem, yalnızca siyasal bir kriz değil, dilin tıkanması olarak da okunabilir. Devlet, siyasetçiler ve medya; şiddeti anlatırken kelimeleri taraflaştırdı. Kavramların anlamı, politik pozisyonların göstergesi haline geldi.

Hayırlı Cuma Anlaşması’na giden süreçte barışın en görünmez aktörlerinden biri, bu kelimelerin dönüşümüdür.

Medya, yalnızca olayları aktaran bir araç değil, kamu algısını ve siyasal meşruiyet sınırlarını şekillendiren bir güçtür.

Bu nedenle, Britanya ve Kuzey İrlanda basınında “terörist”, “isyancı”, “cumhuriyetçi” gibi sözcüklerin kullanımı, toplumsal kutuplaşmanın mimarisini anlamak açısından kritik önemdedir.

Çatışma döneminde Britanya medyası

1969-1990 arası Britanya medyasında baskın olan yaklaşım, çatışmayı bir “güvenlik” sorunu olarak çerçevelemekti.

BBC, The Times, Daily Telegraph ve The Sun gibi gazeteler, haberlerinde genellikle devlet kaynaklarını birinci bilgi kaynağı olarak kullanıyor, İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) eylemlerini ‘suç’ kategorisinde değerlendiriyordu. Bu söylem, şiddetin politik nedenlerini görünmez kılıyor ve devlet şiddetini “düzeni koruma” bağlamında meşrulaştırıyordu.

Örneğin The Times’ın 12 Ağustos 1981 tarihli manşeti şöyleydi:

“IRA lideri hapishanede açlık grevinde öldü – hükümet geri adım atmayacak.”
Bu tür başlıklar, çatışmayı “terörizme karşı devlet kararlılığı” şeklinde kodladı.

1988’de Margaret Thatcher hükümeti tarafından getirilen Yayın Yasağı, medya söyleminin devlet denetimi altına alınmasının kurumsal bir örneğiydi. Bu yasağa göre, IRA ya da Sinn Féin temsilcilerinin sesleri doğrudan yayınlanamazdı. Yalnızca dublaj veya altyazı kullanılabilirdi.

BBC ve diğer televizyon kanalları, bunların sözlerini aktarmak için dublaj yöntemini kullandı.

İngiltere İçişleri Bakanı Douglas Hurd Meclis’te şöyle dedi:

“Teröristler, radyo ve televizyon erişimiyle destek ve güç buluyor… Artık bu kişilere propaganda yapmak için kolay bir platform sunmama zamanı geldi.” (1988)

BBC, bu süreçte tarafsızlık iddiasını korusa da uygulamada resmi devlet çizgisine yakın bir söylem geliştirdi.

Ancak BBC, haber dilinde ‘terörist’ ifadesi yerine daha nötr ve tanımlayıcı ifadeler kullanmayı tercih etti.

Örneğin IRA veya diğer silahlı gruplar için genellikle “silahlı grup” veya “paramiliter örgüt” tanımlamasını kullandı.

Kuzey İrlanda yerel basınında ayrışmış kamusallık

Kuzey İrlanda’da basın, toplumun dinsel ve politik bölünmüşlüğünün yansımasıydı.

Belfast Telegraph ve News Letter Protestan birlikçi kesimin sesi olarak konumlanırken, Irish News Katolik milliyetçi topluma hitap etti.

Bu durum, iki farklı ‘hakikat’ anlatısının paralel biçimde var olmasına yol açtı.

Her gazete kendi okurunun travmasını ve meşruiyetini merkezine aldı.

Bu nedenle, ortak bir “kamusal alan” oluşamadı; basın, kimlikler arasında köprü değil, sınır işlevi gördü.

Ed Moloney, medyanın bu dönemdeki rolünü şöyle özetler:

“Sinn Féin siyaseten izole edildi… Medya da buna uyum sağladı.”

Bu durum, farklı topluluklar arasında ortak bir gerçeklik yerine paralel gerçekliklerin oluşmasına yol açtı.

Barış sürecinde dönüşen söylem (1993-1998)

1993 tarihli Downing Street Bildirisi, barış görüşmeleri için ilk siyasi zemin oldu.

Bu dönemde medya dili belirgin biçimde değişmeye başladı.

BBC’nin Kuzey İrlanda Servisi, Irish Times ve Guardian gibi yayınlar, diyalog, empati ve karşılıklı anlayış temalarını öne çıkarmaya başladı.
Barış görüşmeleri ilerledikçe ‘terör’ ve ‘suç’ kelimelerinin yerini ‘çatışma’, ‘toplumlar arası gerilim’ gibi daha nötr ifadeler aldı.

15 Aralık 1993’te İngiltere Başbakanı John Major ve İrlanda Cumhuriyeti Başbakanı Albert Reynolds, Downing Street Bildirisi’ni yayımlayarak Kuzey İrlanda’da barış sürecinin yolunu açtı.

The Guardian bu gelişmeyi şöyle duyurdu:

“John Major ve Albert Reynolds bugün barış görüşmelerine giden yolu açan ortak bir bildiri açıkladı.” (1993)

1994 yılında IRA geçici ateşkes ilan etmişti. Belfast Telegraph bunu şöyle aktardı:

“IRA ateşkes ilan etti: 25 yıllık çatışmanın sona erme umudu arttı.” (1994)

Irish Times’ın 1995 tarihli bir haberi de şöyleydi:

“Birlikçi ve Cumhuriyetçi temsilciler, geçmişin gölgelerinde bile ortak bir gelecek arayışında.”

Bu dönemde medya dili yumuşadı ve “barış süreci”, “müzakere”, “ortak gelecek” gibi kavramlar haberlerde görünür oldu.

Bu tür anlatılar, toplumsal duyguyu yeniden şekillendirdi; düşman imgelerini yumuşattı.

Buna karşın, The Sun ve Daily Mail gibi sansasyonel gazeteler aynı süreçte hükümeti “teröristlerle pazarlık yapmakla” suçlayan bir dil kullandı. Bu, barış süreci boyunca “ihanet” ve “taviz” temalarının canlı kalmasına neden oldu.

Dilin dönüşümün barışa katkısı

1990’ların ortalarından itibaren medya dili, askeri ve milliyetçi çerçeveden çıkarak sivil ve insani bir anlatı kurmaya başladı.

‘Cumhuriyetçi’ ve ‘Birlikçi’ gibi keskin kimlik tanımları, ‘yurttaş’, ‘komşuluk’, ‘ortak gelecek’ kavramlarına evrildi.

Bu dönüşüm, sadece kelime tercihinde değil, duygusal tonlamada da kendini gösterdi:

Şiddet haberlerinin yerini, kaybın ortaklığı ve barışın insani yüzü aldı.

Bu da 1998’de yapılan referandumda halkın büyük çoğunluğunun anlaşmayı desteklemesinde belirleyici oldu.

Medya barışın görünmez mimarlarından biridir

Hayırlı Cuma Anlaşması’ndan önce Britanya ve Kuzey İrlanda medyası, uzun süre boyunca devlet merkezli, kriminalleştirici bir söylem kullandı. Ancak 1990’ların ortalarından itibaren, medya dili politik şiddeti yeniden çerçevelemiş; insan hikayelerini ve ortak değerleri öne çıkararak barışın toplumsal meşruiyetini güçlendirmiştir.

Bu bağlamda medya, yalnızca bir gözlemci değil, barış kültürünün taşıyıcısı olmuştur.

Dil değiştiğinde, düşünme biçimleri de değişmiş; barış, önce kelimelerde başlamıştır.

Kuzey İrlanda deneyimi bize şunu öğretebilir:
Bir toplumun barışa varması, önce medyasının dilini değiştirmesiyle mümkün olur.

Düşman diliyle konuşan bir medya, barışı değil, korkuyu çoğaltır.

Ama insan hikayelerini görünür kılan bir medya, politik süreçlerin önüne geçip toplumsal zemini hazırlar.

Hayırlı Cuma Anlaşması yalnızca bir belge değil; 30 yıl boyunca ‘terörist’, ‘isyancı’, ‘hain’ kelimeleriyle örülmüş bir duvarın yıkılmasıydı.
Barışın ilk taşı, o kelimelerin yerine ‘vatandaş’, ‘insan’, ‘komşu’ kelimelerini koymak oldu.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.