ABD’de 18 Ekim’de düzenlenen “No Kings-Krallara Hayır” protestoları, Ocak 2025’ten bu yana Trump hükümetinin attığı anti demokratik adımlara dur denilebileceğini gösterdi.
No Kings hareketi ilk kez 14 Haziran’da sokağa çıkmıştı. Ordunun 250. kuruluş yıldönümünün Trump’ın 79. doğum günü ile birleştirilmesine ve askeri tören yapılmasına tepki olarak, ABD’de 2 bin değişik merkezde milyonlarca insanın katıldığı gösteriler düzenlenmişti.
18 Ekim’de ABD’nin 50 eyaletinde 2 bin 700’den fazla şehirde “No Kings” yürüyüşleri yapıldı. Protestoları örgütleyenler 7 milyon kişinin katıldığını söylüyorlar. New York, Los Angeles, Chicago ve Washington gibi kentlerde on binlerce kişinin katıldığı eylemler oldukça çoşkulu geçti. Bazı protestolar federal tesislerin, özellikle de göçmenlik ve gümrük muhafaza merkezlerinin önünde gerçekleşti. Katılımcılar göçmenlik politikalarındaki sertleşmeye, ifade özgürlüğüne yönelik baskılara ve şehirlerde artan askeri güçlerin varlığına karşı ses yükseltti.
Eylemler yalnızca birkaç örgütün çağrısıyla sınırlı kalmadı. Indivisible, ACLU gibi sivil haklar hareketleri, United We Dream ve National Immigration Law Center gibi göçmen hakları örgütleri, Women’s March Network ve Planned Parenthood Action Fund gibi kadın hakları kuruluşları ile Human Rights Campaign ve GLAAD gibi LGBTİ+ haklarını savunan örgütler eylemlere katıldı. MoveOn.org, Democracy for America, Sunrise Movement ve Black Lives Matter gibi ulusal oluşumlar ile yerel sendika federasyonları ve öğrenci grupları bu geniş koalisyonun parçası oldu. Tüm katılımcılar sayesinde, 2 bin 700 kentte milyonlarca kişi sokağa çıktı, anti demokratik uygulamalara ve özgürlüklerin kısıtlanmasına yönelik adımlarına doğrudan itiraz etti.
Hollywood yıldızı Robert De Niro, “Kral Donald Trump”a karşı halkı protestolara katılmaya çağırdı. Amerikan öğretmenler federasyonu başkanı Randi Weingarten “Sendikalar, demokraside sesini duyuranların toplumdaki sıradan insanlara, çalışanlara güç verdiğini bilir” diyerek eylemlere katılım çağrısı yaptı.
Time dergisi, eylemlerin bu kadar yaygın olmasını, farklı toplumsal kesimlerin ortak refleksi olarak nitelendiriyor ve protestoları “ABD’de demokrasiye sahip çıkma çağrısının en büyük toplu göstergesi” olarak tanımlıyor.
Yönetim politikaları ve kurumlara müdahale
Bu protestoların fitilini ateşleyen Trump’ın uygulamaları oldu. Başkanlık koltuğuna oturmasından bu yana yürütme yetkisinin genişletilmesi, kurumlar arası dengenin zayıflatılması ve toplumsal kutuplaşmanın derinleştirilmesi halkın geniş kesimlerinin tepkisini topladı.
Trump’ın başa geçer geçmez yayınladığı “Amerikan Halkını İstilaya Karşı Korumak” başlıklı kararnamesi, göçmenlerin sınır dışı süreçlerini hızlandırdı, sığınma hakkı fiilen ortadan kaldırıldı, “sanctuary city” olarak bilinen göçmen dostu kentlerin federal fonları kesildi.
Göçmenlik politikaları yalnızca sınır güvenliği meselesi olarak değil, aynı zamanda politik bir gösteri alanı olarak da kullanılıyor. 2025’in ilk yarısında binlerce göçmen gözaltına alındı. Bu operasyonlar, bir yandan “Amerika’yı yeniden koruma” söylemini güçlendirirken, diğer yandan ülke içinde yeni bir korku iklimi yarattı.
The Guardian gazetesi, Latin kökenli işçilerin yoğun yaşadığı bölgelerde polisin sokak devriyelerini artırdığını, birçok kişinin işe giderken kimlik taşımadığı için gözaltına alındığını yazıyor. Göçmen toplulukları bu tabloyu “devletin karanlık ve cezalandırıcı gücü” olarak tanımlıyor.
Yönetimin sertleşen tutumu sadece göçmenlik politikalarında değil, federal kurumların genelinde hissediliyor. Yeniden göreve getirilen bütçe ve yönetim ofisi direktörü Russell Vought, bürokrasiye “korku disiplini” uyguladığını açıkça söylüyor. Vought, iç yazışmalarda federal memurları “hükümeti halkın düşmanı haline getirmekle” suçluyor ve bazı kurumlarda “sadakat testleri” uyguladığını iddia ediyor.
The Washington Post gazetesi, Beyaz Saray çevresinde görevden alınması beklenen yaklaşık 5 bin memur olduğunu belirtiyor; bu, Amerikan tarihindeki en geniş kapsamlı bürokratik tasfiyelerden biri olabilir.
Federal kurumlara yönelik bu müdahaleler yalnızca yönetim biçimini değil, devletin işleyişini de dönüştürüyor. Adalet Bakanlığı’nda göreve getirilen yeni isimlerin çoğu başkana sadakatiyle tanınıyor. Dışişleri’nde deneyimli diplomatların yerini Trump’a yakın milyarder iş insanları aldı. PBS NewsHour bu durumu “profesyonel devlet geleneğinin çöküşü” olarak nitelendiriyor.
Bağımsız kurumlar üzerindeki baskılar da artıyor. Mart ayında federal ticaret komisyonu üyesi Demokrat Partili Rebecca Slaughter görevden alındı. Reuters, mahkemenin bu görevden almayı “siyasi gerekçeyle” incelemeye aldığını yazdı. Chicago’da Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza idaresinin memurlarının kimlik göstermeden müdahale ettiği protestolara dair açılan davada, yargıç memurların beden kamerası kullanmasını zorunlu kıldı.
ABD’de hükümet bütçede onaylanmadığı için 1 Ekim’de kapandı. Bu süreç yalnızca teknik bir bütçe anlaşmazlığının değil, siyasal bir stratejinin sonucu olarak görülüyor. Senato’da yapılan son oylamada Cumhuriyetçilerin sunduğu geçici bütçe tasarısı 51’e karşı 45 oyla reddedildi; tasarının geçebilmesi için gereken 60 oya ulaşılamadı. Demokratlar, bu tasarının Sağlık Yardımı kapsamındaki sübvansiyonların devamını içermediğini, bu nedenle milyonlarca düşük gelirli Amerikalının sağlık sigortasını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacağını belirtiyor. Buna karşın Cumhuriyetçi liderler, bütçe açığını gerekçe göstererek sağlık desteklerinin süresiz uzatılmasına karşı çıkıyor. Başkanlık makamı, Cumhuriyetçilerin bu tutumunu açıkça destekleyerek krizi bir güç gösterisine çevirmiş durumda. Bu strateji hem federal çalışanların maaşlarının ödenememesine hem de temel kamu hizmetlerinin aksamasına neden oldu. Yaklaşık 900 bin kamu çalışanı ücretsiz izne çıkarıldı; birçok kurum geçici olarak faaliyetlerini durdurdu. Bu tablo, Trump yönetiminin ve Cumhuriyetçi Parti’nin demokratik işleyişi uzlaşma yerine kriz üretimi üzerinden şekillendirdiğini gösteriyor.
Medya da baskı altında. The Guardian ve NPR, Beyaz Saray basın toplantılarına bazı gazetecilerin alınmadığını, PBS ve NPR gibi kamu yayıncılarının fonlarının kesildiğini bildiriyor. Basın özgürlüğü kuruluşları, bu uygulamaların “bilgiye erişimi kısıtlama” ve “eleştirel sesleri susturma” amacı taşıdığını söylüyor. 16 Ekim 2025’te birçok büyük medya kuruluşunun muhabirleri, Pentagon ve Beyaz Saray’da uygulanan yeni raporlama kurallarını eleştirmek için topluca basın kartlarını teslim ederek sembolik bir gösteri yaptılar. Yeni düzenlemeler, gazetecilerin federal brifinglere katılmasını sınırlıyor ve habercilerin yetkililere doğrudan soru yöneltmesini yasaklıyor. Bu eylem, özellikle bağımsız haberciliğe yönelik kısıtlamaları ve fon kesintilerini protesto etmek için organize edildi.
Sokaklardan gelen ses
Tüm bu gelişmelerin ortasında 18 Ekim’de düzenlenen “No Kings-Krallara Hayır” eylemleri, yalnızca bir sokak hareketi değil, demokrasiye ve özgürlüklere sahip çıkma çağrısı oldu. Time dergisine konuşan bir eylemci, “Bizim ülkemiz halkın sesiydi; şimdi tek bir adamın sesi olmaya başladı” diyor.
Cumartesi gösteri çağrısı yapanlardan yazar Sara Paretsky benzer şeyler söylüyor, “Amerika hiçbir zaman mükemmel olmadı. Ama sosyal adalet ve refah kavramını genişletmeye çalışan insanlar vardı. Şu anda olanları, federal fonların nasıl yok edildiğini görmek çok üzücü.”
Gösterilere sendikalar da geniş katılım sağlıyor. Yüzbinlerce öğretmen ve sağlık çalışanı, Washington ve New York yürüyüşlerine katılmak için izin aldı.
Sokağa çıkan milyonlar, kamuoyundaki rahatsızlığın giderek büyüdüğünü gösteriyor. The Economist’in günlük anketine göre, Trump’a destek son üç ayda yüzde 15 azalarak yüzde 39’a geriledi.
Sokaklarda yankılanan “No Kings” sloganı “kralsız bir ülke” idealini hatırlatmakla kalmıyor, “demokrasiye, haklarımıza sahip çıkalım” diyor.