Umut var güven yok
Hicri İzgören 26 Ekim 2025

Umut var güven yok

Baştan söylemekte yarar var: Yazının başlığına bakarak bu yazıyı sadece siyaset mecrasındaki barış süreciyle sınırlı olduğunu düşünmenizi istemem.

Umut ve güven hayatın hemen her alanında değişik ruh hallerimizde kendini çoğu zaman duyumsatan kavramlardır.

İnsan, hayatı boyunca bir şeylere tutunma ihtiyacı duyar. Bu tutunacak dalların en güçlülerinden ikisi umut ve güvendir. Ancak öyle zamanlar gelir ki, bu iki kavram arasındaki denge altüst olur. Önümüzde uzanan bir süreç, bir değişim, bir hedef vardır ve ona dair içimizde bir kıpırtı, bir “belki olur” fısıltısı, yani bir umut taşırız. Fakat aynı süreçle ilgili olarak, o fısıltıyı susturmaya çalışan güçlü bir ses de yankılanır: Güvensizlik.

Her konum ve durumun olmazsa olmazı güven duygusudur. Güven, kuşku duymadan inanmadır. Bu öyle bir şeydir ki, eğer oluşturulamazsa ya da ortadan kalkarsa, en güçlü hükümeti, en başarılı şirketi, en parlak ekonomiyi, en etkili liderliği, en iyi arkadaşlığı veya en derin aşkı yok edebilir.

***

Umut, genellikle pasif bir bekleyiş değildir; bir beklenti, bir arzu, istenen bir sonuca dair bir inanç kıvılcımıdır. Ölmediysek, bilincimiz yerindeyse umut hep bir köşede durur. O, potansiyele odaklanır. “Her şeye rağmen” yarının daha iyi olabileceği ihtimalidir umut. Aktif umut ise, Nietzsche’nin de işaret ettiği gibi, harekete geçmenin, çabalamanın ve yolda karşılaşılacak engelleri aşmanın itici gücüdür. Süreç için umudun olması, daha iyi bir sonuca ulaşmak için gerekli enerjinin, isteğin ve hatta mücadelenin hâlâ var olduğu anlamına gelir. İyileşme, değişme, düzelme ihtimali canlıdır.

Ancak bu tabloda eksik olan, hatta çatlaklar yaratan şey güvendir. Güven, daha somut, daha elle tutulur nedenlere dayanır. Güven, bir şeye veya birine dair geçmiş deneyimlerin, tutarlılığın ve şeffaflığın sağladığı kesinlik hissidir. “Süreç için umut var ama güven yok” demek, sürecin doğru sona ulaşma ihtimalini kabul etmekle birlikte, o süreci yönetenlerin, o sürecin dinamiklerinin ya da koşullarının istikrarına, dürüstlüğüne ve yeterliliğine inanmamak demektir.

Bu, derin bir ikilemdir. Bir yandan “olsun” dersiniz, kalbiniz o iyimser ihtimale tutunur. Diğer yandan mantığınız ve deneyimleriniz, size defalarca hayal kırıklığı yaşatmış bir zeminin üzerine basmaktan çekinir. Bu durum, kişisel ilişkilerden toplumsal politikalara, ekonomik beklentilerden siyasi gelişmelere kadar hayatın her alanında kendini gösterebilir.

***

Güven yokluğu, umudu zehirler. Umut, geleceğe dair bir beklenti iken, güven o beklentiyi taşıyacak sağlam zemindir. Zemin kayganken, en parlak umut bile sürekli bir tedirginlikle yaşanır. Beklemek, huzursuz bir bekleyişe dönüşür. Umut, kişiyi ileriye itmeye çalışırken, güvensizlik kişiyi sürekli geriye, korunma pozisyonuna çeker.

Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Güvensiz bir süreçte umut ne kadar sürdürülebilir? Pasif bir umut, Nietzsche’nin “en büyük kötülük” olarak adlandırdığı şeye dönüşebilir; sadece işkenceyi uzatan, boş bir bekleyişe.

Fakat güvensizlik, aynı zamanda aktif umudu besleyen bir katalizör de olabilir. Madem ki mevcut koşullara ve yönetime güvenmiyoruz, o halde değişimin sorumluluğunu kendimiz almalıyız. Güvensizlik, kişinin kendi eylemiyle, kendi çabasıyla o süreci daha güvenilir hale getirme arayışına itebilir. Sürecin kendisine değil, kendi kararlılığımıza ve mücadelemize güvenmek… Belki de bu, “umut var ama güven yok” denkleminin tek sağlam çözümüdür.

Sonuç olarak, umut, varoluşumuzun biyolojik ve psikolojik bir gerekliliği olarak her zaman mevcuttur. Ancak gerçek ve anlamlı bir ilerleme için, umudu besleyecek olan güvenin inşa edilmesi şarttır. Güvenin olmadığı yerde, umut sadece çaresizliğimizin üzerine serilmiş ince bir örtü olarak kalır. Ya o örtüyü kaldırıp güvensizliği yaratan sorunlarla yüzleşecek ve güveni yeniden inşa etmek için mücadele edeceğiz; ya da sadece “olmasını dilediğimiz” bir geleceğin pasif izleyicisi olarak kalacağız. Tercih daima aktif umudu seçmekten yanadır.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.