Kuzey İrlanda’da 25 yıl süren çatışmalar 13 yıla yayılan barış görüşmeleri ile sona erdi. İrlanda’da sorun nasıl ortaya çıktı? Çatışma süreci nasıl sona erdi? Hangi görüşmeler ve projeler hayata geçti?
Önce kısaca İrlanda’da sorunun tarihsel kökenine bakalım. Sorun, 1600’lü yılların başlarında İngiliz ve İskoç yerleşimcilerin İrlanda adasına gelmesi ve Katolik İrlanda halkını yönetimleri altına almaya başlamalarına dayanıyordu. Bununla birlikte Katolik İrlandalıların tepkileri de başladı. 1916’da kurulan IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu), İrlanda’nın bağımsızlık mücadelesini başlattı. Silahlı mücadele sonucu 1922’de adanın güneyinde bağımsız İrlanda Cumhuriyeti kuruldu. Adanın kuzeyiyse İngiltere yönetimine bağlı kaldı.
1960’lı yıllarda Kuzey’de yaşayan Katolik İrlandalılar İngiltere’den ayrılıp birleşik bir İrlanda devleti kurmak amacıyla IRA’yı yeniden kurdu. Böylece 20. Yüzyılın ikinci yarısındaki IRA ise birleşik bir İrlanda’ya ulaşmak amacıyla 1969’da kuruldu.
Yıllar süren çatışmalar, Katolik, İrlandalı kimliğini benimseyen ve birleşik bir İrlanda isteyen milliyetçiler ile Protestan, Britanyalı kimliğini korumak isteyen ve Birleşik Krallıkla entegrasyonu savunan birlikçiler arasında yoğunlaştı. Görünürde dini gibi görünse de çatışmaların ana kaynağını bir kimlik, eşit yurttaşlık ve yönetişim sorunu oluşturuyordu.
Katoliklerin kamu sektöründen dışlanması, ayrımcı politikalar, siyasi temsildeki eşitsizlikler, hukuk zafiyetleri, dışlayıcı bir eğitim, demokrasi eksiklikleri, hoşgörüsüz dini öğreti ve kolluk kuvvetlerinin taraflı tutumu çatışmayı derinleştirdi, yıllara yayılmasına yol açtı.
Kanlı Pazar çatışmayı derinleştirdi
1970’lerde IRA silahlı saldırılarını artırdı ve İngiltere kentlerini de hedef aldı.
1972’de Londonderry kentinde gösteri yapanlara ateş açılması sonucu 14 kişi öldü. Tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçen bu olay çatışma sürecini şiddetlendirdi.
1981’de Kuzey İrlandalı milletvekili Bobby Sands açlık grevinde hayatını kaybetti, cenazesine on binlerce kişi katıldı.
1984’te Başbakan Margaret Thatcher’ı hedef alan bombalı bir suikast girişimi dahi oldu. Öte yandan, Britanya’ya sadık paramiliterlerin de Katolik sivillere yönelik saldırıları artmıştı. Örneğin 1974’te UVF’nin Dublin ve Monaghan’da düzenlediği bombalı saldırılarda 33 kişi hayatını kaybetmişti. Bu “düşük yoğunluklu savaş” atmosferinde, sokağa çıkma yasakları, keyfî gözaltına alma gibi uygulamalar günlük hayatın parçası hâline gelmişti.
Çatışmaların insani bilançosu ağır oldu. The Troubles (Kuzey İrlanda sorunu) süresince karşılıklı olarak IRA, İngiltere güvenlik güçleri ve İngiltere’ye sadık paramiliter grupların saldırılarında 3.600’den fazla insan öldürüldü. Ölenlerin yaklaşık yarısını siviller oluşturuyordu. On binlerce kişi de yaralandı veya hayatları derinden etkilendi. Bu dönem, ekonomik durgunluk ve göç gibi yan etkilere de yol açarak Kuzey İrlanda toplumunda da derin travmalar bıraktı.
1980’lere gelindiğinde, on yıldan fazla süren çatışma ne tamamen bastırılabilmiş ne de IRA’nın hedeflerini gerçekleştirmesini sağlamıştı.
Sinn Fein: Bir elimizde seçmen kartı, diğerinde silah
1981’de Kuzey İrlanda’dan bağımsız milletvekili olarak İngiltere Parlamentosu’na giren Bobby Sands’in cezaevinde açlık grevinde ölümü çatışma sürecinin önemli noktalarından biri olarak görüldü.
Bu ölümden sonra IRA yanlıları siyasal sürece de dahil oldu ve yasal parti Sinn Fein kuruldu.
IRA destekçilerinin yeni sloganı ise “Bir elimizde seçmen kartı, diğerinde silah” oldu.
Partinin lideri Gerry Adams, 1983’te milletvekili seçilerek İngiltere parlamentosuna girdi.
1980’lerin sonunda ve 1990’ların başında, çatışmaya son vermek için hem kamuoyu baskısı arttı hem de diplomatik girişimler hız kazandı.
Sinn Féin liderleri (örneğin Gerry Adams ve Martin McGuinness), bir taraftan IRA içindeki sertlik yanlılarını ikna etmeye çalışırken, diğer taraftan İngiliz hükûmeti ve Kuzey İrlanda’daki ılımlı milliyetçi parti SDLP (lideri John Hume) ile dolaylı temaslar kurdular.
Bu girişimlerin bir ürünü olarak Aralık 1993’te İngiltere Başbakanı John Major ile İrlanda Başbakanı Albert Reynolds ortak bir bildiri yayınlayarak (Downing Street Bildirisi) İngiltere’nin “Kuzey İrlanda’da çıkarı olmadığı”nı ve bölgenin geleceğinin halkın rızasına bağlı olduğunu ilan etti. Bu önemli açıklama, IRA’ya koşulsuz teslim olma dayatılmadan siyasi çözüme kapı aralamış oldu.
Dönemin Başbakanı John Major’un çatışan taraflarla görüşme çağrısı üzerine IRA 1994’te ateşkes ilan etti. 1994, bu yüzden barış sürecinin başlangıcı olarak kabul edildi. Bu ateşkes, yaklaşık 25 yıl süren kesintisiz şiddetin ardından önemli bir dönüm noktasıydı.
Ateşkes kararı, ardında uzun yıllar süren gizli diplomasi ve görüşmelerin olduğunu gösteriyordu. Her ne kadar 1996’da görüşmeler çıkmaza girdiğinde IRA kısa bir süreliğine ateşkesi bozup bombalı eylemlere geri dönse de barış zemini tamamen kaybolmadı. 1997’de İngiltere’de Tony Blair liderliğindeki hükûmetin işbaşına gelmesi ve IRA’nın yeniden ateşkese dönmesiyle barış süreci ivme kazandı.
1997’de Blair ve Adams Başbakanlık konutunda görüştü.
Sinn Féin, barış görüşmelerine dâhil olabilmek için şiddetten uzak durma taahhüdünde bulundu ve bu sayede müzakere masasına oturdu. Tüm tarafların katılımıyla uzun pazarlıklar sonucunda 1998 yılının Nisan ayında tarihî bir anlaşmaya ulaşıldı.
1998’de Hayırlı Cuma Anlaşması imzalandı.
Hayırlı Cuma Anlaşması: Müzakere yoluyla inşa edilen bir model
10 Nisan 1998’de imzalanan Hayırlı Cuma Anlaşması (İng. “Good Friday Agreement”), Kuzey İrlanda’da süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan kapsamlı bir barış mutabakatı oldu. Belfast’ta imzalandığı için Belfast Anlaşması olarak da bilinen bu belge, İngiltere ve İrlanda hükûmetleri ile Kuzey İrlanda’daki başlıca siyasi partilerin (Sinn Féin dâhil) uzlaşısıyla hayata geçirildi.
Anlaşma, 22 Mayıs 1998 tarihinde hem Kuzey İrlanda’da hem de İrlanda Cumhuriyeti’nde halk oyuna sunularak ezici çoğunlukla onaylandı. Bu, halk desteğinin de barıştan yana olduğunu net biçimde ortaya koydu.
Hayırlı Cuma Anlaşması’nın getirdiği düzenlemeler, üç temel ayağa oturmaktaydı: Kuzey İrlanda’da gücün paylaşımı, Kuzey İrlanda ile İrlanda Cumhuriyeti’nin iş birliği ve son olarak İrlanda Cumhuriyeti ile Birleşik Krallık arasında bir iş birliği. Böylece tek taraflı Londra yönetimi (“direct rule”) yerine, her iki topluluğun da temsil edildiği bir özerk yönetim modeline geçilerek Birleşik Krallık’ın Kuzey İrlanda’nın gelecekte İrlanda ile birleşme olasılığını, buradaki halkın rızasına bağlayan prensibi (self-determinasyon) tanıması gerçekleşti.
Bunların yanı sıra, anlaşma şiddetin tamamen bırakılması için somut adımlar içeriyordu. Tüm paramiliter grupların silah bırakması (“decommissioning”) uluslararası denetim altında öngörüldü. Çatışma sırasında işlenen suçlardan mahkûm olmuş birçok tutuklunun belli koşullarla erken tahliyesi karara bağlandı. Tartışmalı emniyet kurumu Kraliyet Ulster Polis Teşkilatı lağvedilerek yerine toplumsal temsiliyeti daha dengeli yeni bir polis teşkilatı kurulması planlandı. Anlaşma, dünya çapında barış için bir başarı örneği olarak övgü aldı ve Kuzey İrlanda’da büyük umut yarattı. Nitekim 1998 sonunda, Nobel Barış Ödülü, barışa katkılarından dolayı hem Katolik John Hume’a hem Protestan lider David Trimble’a verildi.
1998’de varılan anlaşma, klasik bir güç paylaşımlı demokrasi modeli olarak yorumlandı.
Çünkü buna göre Kuzey İrlanda’da iki toplumlu bir meclis ve yürütme sistemi kuruldu. Taraflar arası eşit statü anlayışı benimsendi. Polis teşkilatı yeniden yapılandırıldı. Siyasi mahkûmlar serbest bırakıldı. Kimlik tercihine saygı gösterilerek, halkın gelecekte İrlanda ile birleşme veya birleşik krallıkta kalma yönünde referandum hakkı tanındı. Bu model, bir taraftan Birleşik Krallığın birliğini koruyarak, diğer taraftan çok kimlikli bir yönetişim sistemi kurmaya yöneldi. Çatışmanın “sıfır toplamlı doğası”, karşılıklı tanıma ve işbirliği ilkeleriyle dönüştürüldüğü.
Ancak her ne kadar Hayırlı Cuma Anlaşması geniş bir kesim tarafından desteklense de herkes tarafından benimsenmedi. Hatta IRA içindeki radikal bir grup, anlaşmanın getirdiği ateşkesi kabul etmeyerek örgütten ayrıldı ve Gerçek IRA (Real IRA) adıyla yeni bir yapı oluşturdu. Bu grup barış anlaşmasından dört ay sonra bir bombalı saldırı düzenleyerek 29 kişinin ölümüne yol açtı. Bu saldırı, Sinn Féin ve IRA liderliği de dâhil olmak üzere tüm kesimler tarafından sert bir şekilde kınandı ve barış sürecine halk desteğini daha da pekiştirdi.
‘Tony Blair’in aldığı risk’
Özetle Thatcher’ın söylemi tamamen ‘teröristlerle müzakere yapılmaz’ ve ‘görüşmenin ön şartı IRA’nın silah bırakmasıdır’ biçimindeydi. Oysa 1994’ten itibaren silah bırakma, bir ön şart olmaktan çıkarak müzakere edilen konulardan biri haline geldi. Barış süreci de zaten bu ön şart ortadan kalktıktan sonra başlayabildi.
Thatcher’ın yerine 1990’da Başbakanlık koltuğuna oturan John Major, çatışan taraflara görüşme çağrısı yaptı, IRA bunun üzerine 1994’te ateşkes ilan etti ancak Sinn Fein’le görüşülmemesi üzerinde ateşkes adımı geri alınıyordu.
İşçi Partili Tony Blair’in 1997’de İngiltere Başbakanı olması, Kuzey İrlanda sorunu açısından dönüm noktalarından biri oldu.
Blair, önceki hükümetin aksine herhangi bir ön şart koymadan Gerry Adams’la görüştü ve IRA’nın “yasal kolu” barış sürecine dahil edildi.
Uluslararası oyuncuların rolü
Bu süreçte uluslararası oyuncuların da önemli bir rolü oldu. Söz konusu dönemde, güçlü bir Kuzey İrlanda lobisine sahip olan ABD Başkanı Bill Clinton, Gerry Adams’ı Beyaz Saray’a davet etti. Bu süreçte dönemin ABD Senatörü George Mitchell da, arabulucu olarak önemli bir rol üstlendi.
Bağımsızlık referandumu hakkı tanıyan barış anlaşması
Özetle; Görüşmeler sonunda 1998 Paskalya’sından iki gün önce Kuzey İrlanda Anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre IRA silah bırakmaya razı olurken, İngiltere de, IRA mahkumlarını serbest bırakmayı, Kuzey İrlanda’dan askerlerini çekmeyi, Kuzey İrlanda’ya yerinden yönetim hakkı vermeyi kabul etti. Buna göre 1972’de kapatılmış olan Kuzey İrlanda Parlamentosu da tekrar açılacaktı. Barış anlaşmasının en kritik maddesindeyse, hem İngiltere’nin hem de İrlanda’nın, Kuzey İrlanda konusunda halkın çoğunluğunun rızasını kabul etme taahhütleriydi. Bu, bir referandumla Kuzey İrlanda halkının İrlanda Cumhuriyeti’ne bağlanmayı onaylaması durumunda, bu kararın kabul edileceği anlamına da geliyordu. Referanduma sunulan anlaşmaya Kuzey İrlanda’da yüzde 71 destek oyu çıktı. Böylece 25 yıl süren çatışma süreci ve 13 yıl süren barış görüşmeleri sürecinden sonra Kuzey İrlanda barışı için büyük bir adım atılmış oldu.
IRA 2005’te silah bıraktı
IRA 2005’te silah bıraktı ve yaklaşık 3600 kişinin canını yitirdiği çatışma süreci resmen sona ermiş oldu
Barış sürecinin mimarları ve stratejik hamleler ne oldu?
Barış süreci, sadece siyasi elitlerin değil, sivil toplumun, uluslararası toplumun ve hatta bireysel çaba ve girişimlerin ürünüydü.
Sürecin en kritik aktörleri arasında;
İngiliz Hükûmeti (Tony Blair liderliğinde),
İrlanda Cumhuriyeti Hükûmeti,
IRA ve siyasi kanadı Sinn Féin,
Ulster Unionist Party (UUP),
Sivil toplum kuruluşları ve dini liderler,
ABD (özellikle Bill Clinton ve George Mitchell arabuluculuğuyla) yer aldı.
İngiltere Başbakanı Tony Blair’in sürecin ilk aşamalarında IRA’nin temsilcileriyle gece yarısı gizli görüşmeler yaptığında bile, sabah saatlerinde kamuoyuna “devlet teröristlerle görüşmez” açıklaması yaptı. Bu görüşme aslında barışın kapalı kapılar ardında nasıl yapıldığına da örnek. Diğer taraftan yine Tony Blair’in “Bu mesele (Kuzey İrlanda sorunu) siyasi hayatıma mal olsa bile onu çözeceğim” sözüyle barışın inşasında siyasi iradenin ve güçlü liderliğin etkisini göstermektedir.
Toplumsal entegrasyon ve sivil toplumun barış sürecindeki rolü
Sivil toplumun, dini liderlerin ve eğitim kurumlarının katkıları bu süreçte hayati rol oynadı. Barış eğitimi programları, okullarda karşılıklı empatiyi arttırmayı hedefledi. Katolik ve Protestan çocukların ortak eğitim aldığı bazı okullar ‘entegrasyon laboratuvarı’ olarak görüldü.
STK’lar, özellikle travma yaşayan bireyler için rehabilitasyon, toplum temelli barış atölyeleri ve hafıza politikalarının oluşumunda önemli görevler üstlendiği. Kurban yakınlarına adalet arayışı için destek sunan kuruluşlar, barışın yalnızca siyasi değil, aynı zamanda insani bir arayış olduğu ve toplumsal zeminde de inşa edilmesi gerektiği kısa sürede anlaşıldı.
Sivil toplum, barışın sadece liderlerin işi olmadığını gösterdi. Örneğin, Community Relations Council (Topluluk İlişkileri Konseyi) ve Healing Through Remembering (hatırlama ve Abma Yoluyla iyileşme) gibi sivil toplum yapıları, geçmişle yüzleşme ve topluluklar arası güven inşaasında kilit rol oynadı.
Bu noktada;
Toplumlar arası entegrasyon projeleri
Barış ve uzlaşı eğitimleri
STK’ların öncülüğünde yürütülen diyalog çalışmaları
Gençlik değişim programları
Dini kurumların köprü rolü gibi girişimler önemli işlevler gördü.
Toplumlararası entegrasyon projeleri
Katolik ve Protestan topluluklar arasındaki kutuplaşmayı azaltmak, günlük yaşamda karşılaşma ve birlikte çalışma kültürünü geliştirmek için Sharewd Spaces and Services programları özellikle Belfast ve Derrylondon gibi şehirlerde kamu alanlarının (parklardan kütüphanelere) ortak kullanımı hedeflendi. Bu sayede, karşılıklı ön yargılar azaldı; ‘interface areas’ denilen çalışmanın en yoğun yaşandığı mahallede bile, sınırlı da olsa etkileşim başladı, çatışmasızlık durumu gündelik hayatı kolaylaştırdı ve kamusal alanda sembollerin (bayrak ve flama gibi) kullanımının nötürleşmesi sağlandı.
Barış, demokrasi ve insan hakları eğitimleri
Çocuklara ve gençlere karşılıklı anlayış, insan hakları ve demokrasi değerlerini öğretmek için Education for Mutual Understanding (EMU- Karşılıklı anlayış için eğitim) – 1980’lerin sonlarında geliştirildi ve 1990’larda müfredata girdi. Bu çerçevede, Katolik ve Protestan okulları arasında twinned school (kardeş okul) modeliyle ortak dersler ve projeler yürütüldü. Bu projelerle, genç nesillerde etnik ve dini kimliğin dışlayıcı değil, çoğulcu biçimde algılanmasına katkı sağladı ve travmatik geçmişi konuşabilir hale getirdi. Yapılan araştırmalara göre, bu tür programlara katılan gençlerin diğer gruplara karşı daha az tehdit algısı taşıdığı saptandı.
STK’ların diyalog çalışmaları
Toplum tabanında diyalog ve anlayışı artırmak, çatışmadan doğrudan etkilenmiş bireyleri barış sürecine dahil etmek için Community Relations Council (Topluluk İlişkileri Konseyi) – hükümet destekli ama bağımsız çalışan ve yerel barış projelerini finanse eden bir yapı; Healing Through Remembering (hatırlama ve Anma Yoluyla iyileşme) – travmalarla yüzleşme hafıza çalışmaları ve anma etkinlikleri düzenleyen bir ağ ve WAVE Trauma Center – mağdurlara psikolojik destek sağlayarak toplumsal iyileşmeyi hedefleyen yapılar geliştirildi.
Bu kuruluşların faaliyetleri sonucunda kurban ve fail yakınlarını aynı masa etrafında buluşturma cesareti gösterildi ve diyalog toplantılarında ‘hikayeni paylaş’ yöntemleriyle toplumsal empati geliştirildi. Böylece toplumlararası önyargılar ve güvensizliğin ortadan kaldırılmasına katkı sağlandı.
Gençlik değişim programları
Farklı dini/etnik kimliklere sahip gençlerin bir araya gelip birlikte deneyim kazanmalarını sağlamak amacıyla The Spirit of Enniskillen Trust (Enniskillen Ruhunu Yaşatma Vakfı)- 1987’de Enniskillen bombalanmasına ölen bir öğrencinin babasının girişimiyle kuruldu. Bu vakıf kanalıyla barış gönüllüsü gençler, yurt dışına gönderilip geri döndüklerinde kendi toplumlarında diyalog projeleri yürüttü. Bu sayede, gençler arasında alternatif liderlik kültürü gelişti ve yurt dışında birlikte yaşama deneyimi kazanan gençler, döndüklerinde barış elçiliği yaptı.
Dini kurumların köprü rolü
Dini/etnik topluluklar arası karşılıklı saygıyı ve diyalogu teşvik etmek içinse Irish Inter-Church Meetings (İrlanda Kiliseler arası Buluşmalar) ve Corrymeela Community (Corrymeela Toplumu) ile Katolik, Anglikan, Presbiteryen ve Metodist liderlerin buluştuğu yapılar oluşturuldu. Bu tür yapılarla Kuzey İrlanda’da barış ve uzlaşı temalı kamp ve eğitim programları geliştirildi. Eğitimler sonucunda, dini farklılıkların çatışmayı körükleme aracı olması yerine barışın taşıyıcısı olması sağlandı ve özellikle kırsal bölgelerde kiliseler arası dualar ve ziyaretlerle sembolik ama güçlü mesajlar verildi. Zira toplumun farklı kesimlerinden bireylerin dini liderlerin çağrısına daha açık olduğu anlayışı hâkimdi. Böylece, bu ziyaretler toplumlar arasında güvenin artmasına katkı sağladı.
İnsan hakları ve hukuki güvence
Hayırlı Cuma Anlaşması (1998), sadece politik çözüm değil, hak temelli bir yaklaşım da sundu. Yeni oluşturulan Kuzey İrlanda İnsan Hakları Komisyonu, eşit yurttaşlık ilkesinin yaşama geçirilmesini denetledi. Eğitim müfredatına insan hakları, barış ve demokrasi konuları entegre edildi. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Kuzey İrlanda’da uygulanması garanti altına alındı.
Bu çok katmanlı sivil toplumun katkıları olmasaydı, Good Friday Agreement yalnızca bir diplomatik belge olarak kalabilirdi. Kuzey İrlanda deneyimi şunu gösterdi: barış sadece devletlerin ya da silahlı aktörlerin işi değildir, sıradan insanların, öğretmenlerin, din adamlarının, gençlerin ve mağdurların sürece dâhil edildiği bir toplumsal aksiyondur. Eğitimle, diyalogla, tarihle yüzleşerek ve kolektif hafızayı yeniden kurarak barış sürdürülebilir hale getirilebilir. (Kaynaklar: BBC Türkçe/Independent Türkçe/perspektif.eu/)

 
                				             
            


