“Arayan, kaybolana kavuştu”
Müslüm Yücel 11 Kasım 2025

“Arayan, kaybolana kavuştu”

İshak Tepe öldü. Onun ölümü hepimizi dağladı… Herkes şunu söyledi içinden: Ferhat’ına kavuştu…

Bütün Cumartesi insanlarının bize verdiği duygu buydu…

Bu duygu sahicidir ama sahici olduğu kadar, incitir de… Çünkü o meydanda insanlar hala çocuklarını arıyorlarsa, bunda bizim de payımız vardır ve bu insanlar ölürken de “kavuştu” deriz…

Böylece bir vicdan, böylece bir acıyla uzlaşma…

Sevdiğini kaybetmek ne demektir?

Kaybeden ne yapar?

Kaybeden, her yerde onu arar; ayak seslerini duyar, kokusunu içine çeker, yoksa nefes bile alamaz, hele son bakışları bir an bile gitmez akıldan: Beden bir ormana döner ve her bir hal yankı verir.

Günlerce bu bakış üstünde düşünür, günlerce boyun hareketleri, gözleri, elbiseleri ve acaba bir şey diyecek miydi diye açılıp kapanan dudakları akıldan gitmez. Kabul etmek zordur; zor olan içinde yaşattığındır çünkü, herkes umudu kes dese de, sende yaşıyordur, kalbin onun için atıyordur, ruhun her yerde onunladır, beynin bir dakika bile düşünmeden edemez, kanın onun kanıdır, damarlarından o akıyordur, gün odur, gece odur.

İshak Tepe ölünceye kadar Ferhat’ı aradı… Dün kızı söyledi, dedi, “Babam, son dakikasına kadar onu özledi…”

İnsan kaybettiğine yakın olmak ister… Onun yürüdüğü yolu yürürsün, sevdiği arkadaşlarını ararsın, sevdiği yemekleri yaparsın… Tek bir amacın vardır: O…

Ondan bir parça, ondan bir şey: Bir ses, bir görüntü, bir anı…

İshak Tepe, Bitlis’te doğdu, son 32 yılını İstanbul’da yaşadı…

Bitlis, Ferhat’ın sesiydi, kokusuydu, doğduğu, büyüdüğü yerdi… İstanbul, kavga yeriydi, bir arayıştı, kayıp yakınlarıyla bir arada, bir belki diyebilmekti…

Belki bir olursak ve sesimiz gür çıkarsa kaybettiklerimiz bulunur/ kaybettiklerimizin ruhu bizi duyar…

İshak Tepe, ermiş bir adamdı, meleydi; din bilgisi engin biriydi, ayrıca masallar bilir, çokça da kitap olarak masal derlemişliği vardı…

Biz onu İstanbul’da tanıdık…

Biz Ferhat’ın Seyfettin’in, yani onun kanı olan evlatlarının arkadaşlarıydık.

İshak Tepe, bize sanki evladıymış gibi bakardı… Sesimizde onların sesini duyardı, onların kokusunu duyardı ve belki de, böylece hasretliği az da olsa giderdi…

Bir daha görmemek ve sürekli iz sürmek acıdır…  Hele bu öcü alınmamış bir acıysa…

Bazen gazeteye gelirdi, bizimle sohbet ederdi. Sohbetin ne başı ne sonu vardı ve anlattığı her şey de  bir merak uyandırır… Hele Kürtçe bilmeceler…

Bazen evine giderdik, bize ev yemekleri yaptırırdı… Yemekten sonra duş almamızı isterdi; o zamanlar İstanbul’da büyük su sorunu vardı, soba üstünde su kaynatırdı. Biz gün boyunca yorulmuş olurduk ama o yorulmazdı… Yatağı serer, başucumuza gelir, sohbetin iyisi, yatakta uzanırken güzeldir deyip, uyuyunca kadar meseller anlatırdı… Anlattığı hikayelerin altında bir Yusuf ve Yakup meseli vardı…

O giderdi, uyur muydu, yoksa yatağında dönüp durur muydu? Bilmezdik ama hepimiz, şunu hissederdik: “Sözcüklerle ne kadar çok şeyin inşa edilip yıkıldığını düşünmek ürküntücü…”

Şimdi Bitlis’te, şimdi sevdiklerinin toprağında…

Bir not: Derler ki ağaçlar, kökler yardımıyla birbirleriyle konuşurlar. Derler ki toprak da bu sesleri kaydeder, insan sevdiğine eni sonu kavuşur, ki buna ölüm derler…

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.