Uzatılan el boş bırakılmaz

İnsanoğlu böyledir. Yalnız yaşayamaz. Mutlaka bir diğerine ulaşmak ister. Çünkü insanlık dayanışmacıdır rekabetçi değildir. Rekabetçilik, dayanışmacılığın bozulması sonucu ortaya çıkmış bir davranış modudur. Kapitalizmin bize anlattığı gibi temel insan güdüsü değildir. Onun için bugün dahi hala insanlarda o eskiye ait “dayanışma” duygusu yaşar. Bir hikaye vardır. Henry David Thoreau, Amerikalı şair, modern hayatın dayatmalarından sıkılıp yalnız başına bir ormanda yaşamaya karar verir. Ama ölmeden önce şehre dönüp yazılarını yayımlar.  Dedim ya insanoğlu yalnız yaşayamaz. Thoreau da kendini, yazdıklarını başkalarının okumasıyla gerçekleştirmiş olmuş. 

Türkiye gibi “bölünmüş” toplumlarda farklı insanların farklılıkları üzerinden diğerlerine ulaşmaya çalışmak gibi bir gayretleri vardır. Bizimkisi de öyle. İnsan istiyor ki “diğeri” de “senin” düşünceni dikkate alsın. “Kabul etsin” demiyorum. Ama “dikkate alsın!”, “üzerine düşünsün!”. Genel olarak söylüyorum, yaşadığı ekonomik sıkıntılardan mı bilmiyorum ama Türkiye’de birçok insan sanki “düşünmekten” vazgeçmiş gibi. Daha doğrusu “sorgulamaktan” .

Alın Kürt meselesini!

Kürtlerin var olmadığını, onların da bir çeşit  Türk boylarından olduklarını söyleyen devlete karşı kendi varlıklarını ispatlamaya girişmiş-üstelik de bunu Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana çeşitli vesilerle ortaya koymaya çalışmış bir grubun açtığı bir tartışmadır Kürt meselesi. Kendilerinin de söyledikleri gibi, zamanın ruhuna da uygun olarak “ayrılıkçı” bir tutum almış bir isyan hareketidir.

Bu sorun öyle bir sorundur ki, Türkiye toplumuna maliyeti milyar dolarlar ve aşağı yukarı 50 bin insan kaybı. (Bakmayın Türk penceresinden bakıp da “50 bin insanımızı öldüren PKK” söylemine! Bu 50 binin 40 bini Kürtler!) Dolayısıyla her iki tarafın, dolayısıyla tüm Türkiye toplumunun bu sorun etrafındaki gerek maddi ve gerekse manevi kayıpları çok büyük. 

Ama biliyoruz ki Öcalan 90’lı yıllarda Türklere el uzatmış. Gelin bu sorunu çözelim demiş. Ama kimse muhatap olarak ortaya çıkmamış. Taa 2008’e kadar. Nihayet AKP hükümeti 2008’de “Oslo Görüşmeleri” ile davete icabet etmiş. Uzatmayayım ve ayrıntısına girmeyeyim maalesef bu görüşmeler de sonrakiler de bir işe yaramamış ve sorun bugünlere gelmiş.

Mekanizmasını bilmesek de “demokratlığından” hiç değil, “Türk milliyetçiliğinden” beslenen bir siyasetçi olarak Devlet Bahçeli sorunu çözme yolunda şaşırtıcı bir adım attı. Bu adımın öncesinde yine Öcalan’ın uzattığı el mi vardı bilinmez. Ama bu adımın ardından Komisyon, Komisyon görüşmeleri ve nihayet Öcalan’la görüşme gibi önemli aşamalar yaşandı.

CHP yöneticilerinin İmralı’ya gitmeme kararıyla bence değerlendiremedikleri fırsat, Cumhuriyeti kurmuş parti olarak Kürtlerin uzattığı barış elini tutmanın, sorunun çözümünde belirleyici bir rol üstlenmiş olmak anlamına geleceğiydi. Çünkü Kürtler, Cumhuriyet kurulurken, o siyasi çalkantılar içinde “elde var bir!” diyerek Kürtleri unutmuş-ya da unutmuş olmayı tercih etmiş- olan CHP’nin, kendisinin yol açtığı bu haksızlığı yine kendisinin çözeceğine inanıyordu. Bunun en açık kanıtı da seçimlerde CHP’ye vermiş oldukları oylardı. 

Dedim ya mekanizmasını bilmesek de demokrasi konusunda sınıfta kalmış AKP ve MHP’nin bu sorunun çözümünde neden öne çıktıkları bir muamma olsa da CHP’nin konuya mesafeli olacağı anlamı taşıyan bu kararın sorunun çözümünde sorun çıkarma potansiyeli taşıdığı çok açık.

Mustafa Kemal 10. Yıl Nutkunun en son cümlesini “Ne mutlu Türk’üm diyene!” diye bitirmiş. Radyo ile tüm Türkiye’ye yapılan bu seslenişi dinleyenlerin yalnızca Türkler olmadığını en iyi o biliyordu. Onu dinleyenlerin Kürtler, Çerkezler, Araplar ve çok sayıda diğer kökenli insanların olduğunu da en iyi o biliyordu. O nedenle de bu insanların isteseler de etnik kimliklerini değiştiremeyeceklerini de yine en iyi o biliyordu. O zaman konuşmasında 16 defa “Türk milleti” geçtiği halde neden son cümlesi “Ne mutlu Türk’üm diyene!” olmuş da “Ne mutlu Türk milletindenim diyene!” olmamış? Tabii herkesin cevabı farklı olabilir ama benim cevabım Mustafa Kemal’in bu cümlesiyle Osmanlı bakiyesi çok kimlikli bir topluma “Gelin birlikte olalım” davetinde bulunmuş olduğudur.

İşte şimdi Kürtler de bu davete icabet ediyorlar. Uzattıkları el bu!

Uzatılan el boş bırakılmaz!

En azından ayıptır!

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.