Ahmet Davutoğlu, TBMM’de düzenlenen Yeni Yol Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, 24 Kasım Öğretmenler Günü ile 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne değinerek öğretmenlerin yaşadığı sorunlara ve toplumdaki şiddet olaylarına dikkati çekti.
Irak ziyaretlerine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Davutoğlu, “Türk, Kürt, Arap, Acem, Sünni, Şii, Hristiyan, kategorizasyonlarımız ne olursa olsun bu coğrafyanın tarihsel bütünlüğünü anlamadan barış inşa edilemez” dedi.
‘Geçtiğimiz hafta aslında olmasını hiç arzu etmediğimiz bir ‘İmralı sancısı’ yaşadık’
Ahmet Davutoğlu, Kürt meselesinin çözümü için başlatılan sürecin hedefinin yalnızca ülke sınırlarıyla sınırlı kalamayacağını vurgulayarak, şunları söyledi:
“Yani ‘ya hep ya hiç’ arkadaşlar. Bu gerçeği görmekle yükümlüyüz. Sayın Bahçeli’nin gövdesini taşın altına koyduğunu ifade ettiği bağlam ile bu çizdiğim tablo birebir, iç içedir. Bütün AK Partili, MHP’li, DEM Partili ve bütün muhalefete gönül vermiş kardeşlerime, 86 milyona seslenmek istiyorum ki böylesi bir miladi süreçten geçtiğimizi görmemiz gerekiyor. Elbette bunun içinde riskler ve tehditler de var ama yepyeni fırsatlar ve çözüm reçeteleri de var. Her şeye rağmen hep birlikte elimizi de gövdemizi de 86 milyonun ve dahi yüz milyonlarla ifade edilen bütün bir bölge halkının büyük umutlarla beklediği bu süreci hitama erdirmeye harcamalıyız. Artık yitip giden canlara, daha fazla ananın gözyaşlarına, trilyonlarca liralık maddi kayıplara ne Türkiye’nin ne de bölgenin tahammülü yoktur. O yüzden bizler de detaylara, eksiklere, geçmişin kötü anılarına saplanmadan, endişeyi tereddütlerle birleştirip ayak sürümeden cesur bir şekilde sürecin devamı ve ivmelenmesi için gayret sarf etmeliyiz.
Geçtiğimiz hafta aslında olmasını hiç arzu etmediğimiz bir ‘İmralı sancısı’ yaşadık. Ama en başından ifade edeyim ki bizim usulde de esasta da zihnimiz açık ve berrak. Hepimizin hedefi belli. Terörden arınmış bir Türkiye ve bölge. Asla ayak sürümüyoruz, asla topu taca atmıyoruz. ‘Orta Doğu’da yepyeni bir düzen kurmalıyız’ diyen bir devlet adamı olarak kimse bizden bunu beklemesin. Lakin bu hedefe yürürken, azami dikkat gösterilmesi gereken hususlar da vardır ki bunların başında da toplumsal mutabakat ve siyasal mutabakat gelmektedir. Mademki hedeflerimiz gündelik siyasi hesapların çok üstünde, ki zaten öyle olmalıdır, o halde toplumsal psikolojinin sürece hazırlığı da ortak istişari kanalların ve katılımın hiçbir dayatmaya mahal vermeden işlemesi de değerlidir.”
‘Vakit kaybedilmeden hedeflere yürünsün’
“Ben bunları söylüyorum ama bu sorumluluk en fazla iktidar kanadının üstünde. Eğer az evvel çizdiğim büyük resmin farkındaysak, ki ben öyle olduğundan zerre şüphe etmiyorum, o halde buna uygun adımlar atılması gerekmekte. Bundan dolayı iktidar ve muhalefet arasında sağlıklı bir diyalog kanalı sürekli açık tutulmalı ve süreç bugünkünden daha hızlı işlemeli ki araya fitneciler, kaostan beslenenler, dar kalıplarla meseleye bakıp, vizyonsuzluklarını toplumsal iradenin kirletilmesi yönünde harekete geçirenlerin eli güçlenmesin. İyi niyetli olanların eli-kolu güçlensin, daha fazla vakit kaybedilmeden hedeflere yürünsün.
Pek yakından takip ettik ki sayın Bahçeli’nin ısrarlı takibiyle ve daha sonra sayın Erdoğan’ın da sürece aktif katılımıyla süreçte bir yere kadar gelindi. Ancak son iki aydır komisyonun önünde çok önemli dosyalar varken, yani yasal hazırlıklar yapılması gerekirken, yani komisyonla birlikte topluma bu sürecin mal edilmesi gerekirken konu neredeyse tamamıyla İmralı ziyaretine indirgendi. Hiç kimsenin Öcalan’ın komisyonca dinlenmesine itiraz ettiğini düşünmüyorum. En azından komisyonda hemen herkes buna olumlu görüş beyan etti. Ancak usul önemli, usulün yönetilmesi önemli, sürecin yönetilmesi önemli, kriz olmasının engellenmesi önemli. Meseleyi sadece AK Parti-MHP-DEM üçgeninde tutma tercihi görüntüsü bize kazandırmaz, kaybettirir. İktidarın buradan çıkması gerekiyor.”
‘Mesele risk ise en büyük riski alan Sayın Bahçeli değil midir?’
“Öte yandan, ‘İktidar bizi tuzağa çekmeye çalışıyor, riski kucağımıza bırakıyor’ eleştirilerine de katılmadığımı belirtmek isterim. Nedir bu kucağa bırakılan risk sormak isterim. Zaten hepimiz elimizi gövdemizi taşın altına koymaya aday olmalıyız. Kafa konforlarından çıkıp gözümüzü ufka dikmeliyiz. Mesele risk ise en büyük riski alan sayın Bahçeli değil midir? Ama gerçek şu ki, eğer ortada alınan bir risk varsa, ki risk almadan hiçbir krizi yönetemez ve hitama erdiremezsiniz, nitekim bizler de 2000’li yıllardan başlamak üzere bu konuda yeter tecrübeye sahibiz. O riskleri almanın ve gerektiğinde bedel ödemenin ne demek olduğunu iyi biliriz. Bu açıdan bir kez daha süreçte emeği geçen devlet kurumlarına ve herkese teşekkür ediyorum.
Tabii ki iktidarın da son seçimler öncesinde masanın yedinci ayağı, teröristlerle işbirliği şeklinde yaptıkları iftiralar ve saldırılar konusunda bir özeleştiri yapması şart. Ama onlar bu erdemi göstermeseler bile biz geçmişe değil, geleceğe odaklanmalı; polemiğin değil, çözümün ve vizyonun safında yer almalıyız.
Öte yandan ülkedeki otoriterleşmeyi, demokrasi ve hukuk sorunlarını bu sürecin karşı terazisine koymayı doğru bulmadığımın da altını çizmek istiyorum. Düşüncem o ki, aksine, sürecin doğru yönetimi zamanla bu alanlarda gelişmeler sağlayabilir. Yani tam tersinden demokratikleşme ve hukuk devleti yolunda, kaldıracağımız barikatlarla ülkenin önü açılabilir. Bu sembolik adımlarla başlar, bilahare yasal ve anayasal zeminlerle güçlendirilir, hukuk mekanizmalarıyla kavi hale getirilebilir. O yüzden, bu miladi sürecin karşısına çok kısa zamanda sonuçlanması muhtemel olmayan beklentileri bir barikat gibi ifade etmemeliyiz. ‘O olmazsa bu da olmaz’ cümleleri kurmaktan ve toplumu demoralize etmekten imtina etmeliyiz.
Komisyonda geçen hafta yaşananlara geçmeden evvel bu komisyonun tarihi önemine dair de şu hususların altını kalınca çizme ihtiyacı hissetmekteyim: Arkadaşlar, Türkiye nice vesayet dönemleri yaşadı. O askeri vesayet yapısı altında dahi devlet ve hükümetler istihbarat ve güvenlik bürokrasisi üzerinden İmralı ile de Kandil ile de görüştü. Şimdilerde de bu görüşmeler zaten devam etmekte. Lakin topu sürekli bu kurumlara atarak, ‘Zaten görüşüyorlar’ diyerek bu sivil komisyonun aldığı tarihi misyonu gölgelememeli, önemini azaltmamalıyız. Komisyonun bizzat kendisi de üstlendiği bu sorumluluğun farkında olmalı. Gazi Meclis İstiklal Harbi dönemlerinde de nice sorumluluklar üstlendi, geçmiş çözüm süreçlerinde de hem Meclis hem sivil toplum üzerine düşeni layıkıyla getirdi. Komisyonun misyonu çok ama çok önemlidir. Bu misyonu hem iktidar hem muhalefet kanatları genişletmek için çaba göstermelidir, daraltmak için değil.”
‘İktidar kendi düşüncesinde ısrar etti’
“O yüzden geçen hafta komisyon toplantısı öncesinde CHP’nin komisyona katılmaması ihtimali önümüze geldiğinde biz komisyon üyelerimize şu teklifi komisyona getirmelerini söyledik: Gidin ve komisyona bu sürecin bir kutuplaşmaya dönüp esası etkilememesi için SEGBİS üzerinden Öcalan’ın komisyonun tümüne hitap etmesi, sadece üç ya da beş kişiye değil, 51 kişiye hitap etmesi, 51 kişiyle diyalog içinde olmasının daha doğru olacağını, bunun bütün bu krizi aşmakta faydalı olacağını vurguladık. Getirdiğimiz önerge beş parti tarafından da desteklendi. Bu partilerden ikisi, yani HÜDA PAR ve DSP Cumhur İttifakı’nda, diğer ikisi de TİP ve EMEP DEM bileşenleri arasında, Demokrat Parti ise altılı masada birlikte olduğumuz bir partiydi. Gerçekten bir mutabakat mümkün olabilirdi. Olmadı, iktidar kendi düşüncesinde ısrar etti.
Evet, eğer İmralı ziyareti en başında düzgün planlansa ve tartışma toplumsal katmanlara yayılmadan suhuletle aşılabilseydi bu süreçte muhtemelen bu olumsuzluklar da yaşanmayacaktı. İmralı’ya sadece üç partinin temsilci göndereceği ve bir kutuplaşma ortaya çıkacağı anlaşılınca bu kez yeni bir teklifi gündeme getirdik. Mademki iki önerge vardı ve mademki bu iki önerge iki kanat tarafından da farklı şekillerde benimsenmişti, ‘Gelin birlikte bir çözüm bulalım’ dedik. AK Parti-MHP-DEM temsilcilerinden oluşan bu heyet İmralı’ya gitsin, görüşmelerini yapsınlar, tutanakları tutsunlar, TBMM’ye sunulmak üzere raporları hazırlasınlar. Ama bu görüşme bittikten hemen sonra, yani bu görüşme bittiğinde, yine o heyet oradayken SEGBİS üzerinden komisyona bağlanılsın ve SEGBİS üzerinden Öcalan toplumumuzu rahatlatacak ve gerçek niyetini ortaya koyacak, aynı zamanda örgütün bütün unsurlarına talimat niteliğindeki mesajlarını tek tek versin dedik. TBMM’nin bütün partilerine hitap ederek şu çağrıları yapsın ve toplumdaki kaygıları gidersin dedik.
‘Biz Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesini değil bütünlüğünü savunuyoruz’ desin, ‘Biz Türkiye’de demokratik bir düzen inşa etmek istiyoruz’ desin, ‘Hiç kimse Türkleri ve Kürtleri birbirinden ayıramaz, koparamaz’ desin, ‘Başta Suriye olmak üzere bölgemizdeki bütün Kürtlere de sesleniyorum, Türkiye sizin düşmanınız değil, siz de sizi Türkiye’ye düşman kılmaya çalışanların izinden gitmeyin, hiçbir küresel gücün piyonu olmayın’ desin, yani ‘Türkiye Cumhuriyeti bizim ortak devletimizdir ve herhangi bir emperyal gücün bölgede hakim olması karşısında bütün Kürtler Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte hareket etmelidir’ desin, yani ‘Özellikle Gazze soykırımından sonra İsrail’in yayılmacı politikaları karşısında hiç kimsenin Kürtleri istismar etmesine izin verilmemeli ve Kürtler Türkiye’yle birlikte geleceğe yürümeli’ desin, ‘Suriye’deki taraflara net mesajlarını iletsin ve Suriye’de birlik ve entegrasyona her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğunu ortaya koysun’ dedik.
İşte o zaman hem iktidarın İmralı ziyareti gerçekleşmiş olur hem de 51 kişilik komisyona, içinde bu sürece muhalefet edenlerin de bulunduğu komisyona ve komisyon üzerinden de Türkiye’ye doğru mesajlar verilmiş olurdu. Aksi takdirde İmralı’da kapalı kapılar ardında verilen mesajlar aynı etkiyi yapmayacaktı. Ancak şimdi bunlar geride kaldı. Şimdi komisyonun da hepimizin de yapılması gereken düzenlemelere ve atılması gereken adımlara odaklanmamız şart.”
Davutoğlu’ndan CHP’ye çağrı
Davutoğlu, CHP’nin İmralı kararına ilişkin ise şunları kaydetti:
“Ana muhalefet partisine de sesleniyorum; sizin zorluklarınızı anlıyorum ama siz de geçmiş tartışmaları bir kenara bırakarak sürece aktif katkı yapmaya devam edin. Başta hukuki sorunlar olmak üzere diğer ihtilaf konularını yine tartışmaya devam ederiz. Yine hukuk katliamlarına karşı birlikte sesimizi yükseltiriz. Ama Türkiye’nin de geleceği, Orta Doğu’nun da geleceği, Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Acemlerin de geleceği hepimizin omuzlarında. Önce biz Türkiye’de bunu başaralım.
Son ziyaretimde Kuzey Irak’ta gördüğüm gibi bütün bölgede kucaklaşacak vakit gelecektir. Ve o bölgenin insanı inanın büyük ümitlerle gözünü Türkiye’deki bu sürece çevirmiş durumda. Şartlar ne olursa olsun bir kez daha teyiden ifade etmek isterim; Türkiye’yi terörden arındıracak ve insan haklarına dayalı demokratik bir düzenin oluşmasını sağlayacak her girişimin yanında yer alacağız. Asla çekimser, kararsız, mütereddit değil, her zaman bütün bu sürecin öncüsü olacak ve darboğazların açılmasına katkıda bulunacağız.”




