Hayal etmek güzel Türkiye yüzyılını. Hayal etmek güzel hukuk devletini. Hayal etmek güzel özgürlüğü. Hayal etmek güzel eşitliği. Ve hayal etmek güzel refah içinde yaşayan bir toplumu. Lakin bu hayalleri gerçekleştirebilecek kabiliyet ve cesaret var mı bizde?
Öyle ya hakikatle sorunu olan, kendi hakikatine uzak olan; gerçekleştirmediği kahramanlıkların gururunu yaşayan ve işlemediği günahların yükünü sırtlanan insanların yaşadığı topraklar değil mi buralar?
Vatan için cehennemde yanmayı göze alanların cehenneme çevirdiği topraklar değil mi buralar? Kendi hayatını ortaya koymadan, memleket evlatlarının hayatı üzerinden ahkam kesenlerin siyaset yaptığı topraklar değil mi buralar?
Türkiye; adı güzel, kendi güzel, toprağı güzel, havası ve suyu güzel memleket. Ama insanları mutsuz, neden? İnsanları fakir, neden? İnsanları adalete hasret, neden?
Çok farklı halklardan, çok farklı kültürlerden ve çok farklı hikayelerden gelen insanlardan teşekkül eden bir toplumuz biz; asırlardır yaşadıkları topraklardan ana vatan, elde kalan tek vatan diyerek gerisin geri gelmek zorunda kalan kimisi Arnavut, kimisi Boşnak, kimisi Tatar Balkan göçmeni, Kırım göçmeni yurttaşlarımız bir yanda, büyük mezalime uğrayarak sürgünler ve kıyımlar sonucu Anadolu’yu yurt edinmek için yola düşen kimisi Çerkes, kimisi Gürcü, Kafkas göçmeni yurttaşlarımız diğer yanda ve 1000 yıllık akde riayet ederek Kürtleşen Türkleri ve Türkleşen Kürtleri ile Anadolu-Kürdistan halkları diğer yanda.
Çok şükür ki bize, halklarımız hiçbir zaman birbirini sorgulamadı. Çok şükür ki bize, halklarımız hiçbir zaman birbirine düşmedi. Ve çok şükür ki bize, kültürlerimiz arası geçişkenlikler her daim devam etti ve yepyeni bir kültür meydana getirdi.
Lakin hikayelerimiz farklıydı ve bu farklılıklar gayet tabii olarak iç dünyamızda zaman zaman farklı duygu durumlarına ve zaman zaman da çeşitli kavram kargaşalarına sebebiyet verdi, veriyor ve verecek. Neden? Çünkü korkularımızı giderecek ve komplekslerimizden arındıracak bir siyasi iklim ve söylem nasip olmadı bize.
22 Ekim ile başlayan, 27 Şubat ile tahkim edilen ve halen de devam eden sürece kimimizin Terörsüz Türkiye, kimimizin Barış Süreci ve maalesef kimimizin de İhanet Süreci demesi biraz da bundan. Sürece karşı olanlar arasında kötü niyetli olanlar yok mu? Elbette var. Lakin iyi niyetli olup da sürece karşı korkuları, tereddütleri olanlar da var.
O halde onların hakkı ve hatırı için anlamamız ve anlatmamız lazım. Zira onlar büyük acılarla yurtlarından gelip yurt bellediler burayı. Ve bir daha aynı acıları yaşamamak adına kimileri dillerinden, kimileri kimliklerinden vazgeçmek zorunda kaldılar.
İstedikleri bir şey miydi bu? Bilemem ama zannetmem. Sanki daha çok razı oldukları, mecbur hissettikleri bir haldi bu ve tutundular hayatta kalmak adına Cumhuriyet’e. İyi de ettiler, iyi ki varlar.
Kürtlerin durumu ise onlardan farklı. Aslında hem durumu hem hikayeleri farklı. Kürtler uzun ve sancılı göçlerle gelmediler bu topraklara, bilakis varlıklarıyla ad verdiler bu coğrafyaya. Kürtler yeri geldi Türkleştiler, yeri geldi Kürtleştirdiler. Ama hangisi olduysa rızaya dayalı oldu, hangisi olduysa, kendiliğinden oldu.
1071 Malazgirt ile başlatıyor tarih, tarihi Türk-Kürt birlikteliğini… Lakin evveli yok mu? Ebu Müslim Horasani Türk mü Kürt mü belli değil, belli olan Arap olmadığı. Ve Horasani önce 750’de Zap Muharebesi’nde, sonrasında da 751 Talas Muharebesi’nde tarihin akışını değiştirmedi mi? Bu akışla başlamadı mı bizim hikayemiz?
Zaferi de hezimeti de tattık; yeri geldi bilek güreşi yaptık, yeri geldi horoz dövüşü ettik. Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik; bu yolda nice canlar yitirdik. Ama bir kez daha gördük ki biz ayrılamayız. Bizim hikayemiz de tıpkı bizim gibi biricik. Ve nihayet bu kutlu yolculukta, bu kutlu birliktelikte, ayrılamayacağımızı bize bir kez daha ispatlayan, ispatlamakla da kalmayıp tescilleyen tarihsel bir döneme dair parantezi kapatmanın; hüzün dolu, uzun bir hazan mevsimini geride bırakmanın şafak vaktindeyiz.
Gün doğumu an meselesi; güneşin bizi, hepimizi ısıtması ise zaman meselesi. Her şeyi Batı’nın diyalektiği ile okumanın dirayetimizi paramparça ettiğini idrak etmeliyiz. Bizi, ellerine aldıkları cetvelle çizerek böldükleri Sykes-Picot anlaşmasını, Bahçeli-Öcalan paradigması ile ellerimizle paramparça etmeliyiz. Artık kaybedecek canımız da zamanımız da kalmadı, Cumhuriyet’in çatısını el birliği ile genişletip, Türkiye yüzyılını hep birlikte inşa etmeliyiz.
Bu aralar gün aşırı referans gösterilen merhum Ziya Gökalp ne demişti; “Millet saniyen ırk ve kavmiyet demek değildir. Irkın, milli seciye noktayı nazarında hiçbir rolü yoktur. Yani millet olabilmek için gerekli rabıta ırkta ya da siyasette değil, terbiye ve harsta yani fikriyatta ve duygularda iştiraktedir.” Ve devam eder Gökalp “Mefkure şeniyetten doğarsa mucizeye, inkardan doğarsa mühlike sebeptir”.
Biz; yani Balkanlardan, Kafkaslardan ve Kırım’dan göç edip gelen veya evvelinde Anadolu ve Kürdistan’da yerleşik bulunan halklar; çeşitlik halklardan bir millet olabilmemiz adına muhtaç olduğumuz kudret ortak mazimizde fazlasıyla mevcuttur.
Korkuların, komplekslerin, fitne ve fesadın bizi kuşatmasına müsaade etmemeliyiz. Ve mefkuremiz demokratik hukuk devletine dayalı refah ve huzur dolu bir Türkiye yüzyılı ise eğer, böylesi bir mucizenin hayata geçmesi adına siyaseti hakikate riayet ederek yapmalıyız, onu inkâr ederek değil.
Bu anlamda Kürtçe anadilde eğitim; Kürt’ün varlığı için hak, devletin bekası için şart, Türkiye yüzyılı için ise harçtır. Müfredatımız bir olduğu sürece, resmi tarihimiz hakikati inkâr etmediği sürece, Kürtçe anadilde eğitim Türkçe öğrenim ile beraber olduğu sürece Türkiye zayıflamaz, devlet zayıflamaz, birlik ve beraberliğimiz zayıflamaz.
Bilakis her biri gücüne güç katar. Biz ayrılamayız. Kürtlere baktığımızda sadece Diyarbakır’ı, Mardin’i veya İstanbul’u görüyorsak eğer, eksik görüyoruz demektir. Türkiye’nin Kürtlerin de devleti olması için Kürtçe anadilde eğitim gereklidir. Devletin ve milletin menfaati bunu gerektirir.
Suriye’de federasyon, Irak’ta konfederasyon ve Türkiye’de demokrasi. Türkiye yüzyılının ilk fazı budur. Bu faz Türkiye hukuk devleti olunca tamamlanacak ve akabinde hiç şüphesiz ikinci faza geçilecektir. Hal bu iken hala daha SDG’yi yanımıza alacağımıza karşımızda tutmak, Suriye’de federal yapıyı tahkim edeceğimize tehdit etmek Türk ve Kürt hakları arasında iki halk tek millet şiarına halel getirmektedir. Kıbrıs’taki Türklerin haklı ve gerekli olarak garantörü olan Türkiye’nin, Suriye ve Irak özelinde de Kürtlerin hakkını, hukukunu koruması, gözetmesi gerekir. Zira Türkiye, Kürtlerin de devletidir.
Son olarak gelelim af meselesine; Mehmetçik ülkenin mevcut halini korumak adına, gerilla ise ülkenin mevcut halini iyileştirmek adına çarpıştı. Yani her iki taraf da bu ülke adına çarpıştı, her iki taraf da bu memleketin evladı. Batı’nın tuzağına düştük, kendi korkularımıza yenildik ve kardeş kardeşe kıydı.
Hangi tarafta olursa olsun yitip giden canlar hep bizdendi. Ama artık bitti, silahlar sustu, sözler söylendi. Barış; kaybedenin olmadığı, herkesin kazandığı, altta kalanın olmadığı, kimsenin üste çıkmadığı vakit ancak daimî bir huzura ve uzun süreli refaha kapı aralayabilir.
Bu anlamda acıları yarıştırmak veya birini diğerinden üstün tutmak hem haksız hem anlamsız hem de faydasız olacaktır. Affetmekten ziyade anlamak gerek; af yasalarına değil eve dönüş yasalarına ihtiyacımız var. Ve evet, tüm bunları gerçekleştirebilecek tecrübe, kabiliyet ve cesaret bizde fazlasıyla var. Zira asabiyemiz en büyük hasletimiz.




