COP31’in 9-20 Kasım 2026’da Antalya’da yapılacağı kesinleşti. Aynı kararda, Türkiye ile Avustralya arasında bir “düzenleme” yapıldığı ve müzakerelerin yürütülmesinde Avustralya’nın belirleyici rol üstleneceği de açıkça kayda geçirildi. Yani sahne Antalya’da kuruluyor, rejiyi paylaşan bir düzen var.
İşte bu yüzden, konuyu “Türkiye’nin ev sahipliği prestiji” diye daraltmak, Akdeniz’in meselesini bir turistik broşüre sıkıştırmak olur. Akdeniz, kartpostal değil. Bir havza, bir ortak yaşam alanı, bir dolaşım sistemi. Cebelitarık’tan Levant’a uzanan yarı kapalı bir deniz. Kıyıların birbirine bu kadar yakın, akıntıların bu kadar iç içe olduğu bir yerde “ben yaptım, bana kaldı” diye bir denklem yok. Risk de, yük de, sonuç da sınır çizgilerini umursamıyor.
Akdeniz’in gündemi, öncelikle ısınma. UNEP’in Akdeniz birimi bunu çok yalın söylüyor: Akdeniz bölgesi küresel ortalamadan yüzde 20 daha hızlı ısınıyor. Bu hız, sadece sıcak günlerin artması demek değil. Su stresinin derinleşmesi, kıyı taşkınlarının ve erozyonun artması, deltaların ve yeraltı sularının tuzlanması, tarımın ve geçimlik ekonomilerin daha kırılgan hale gelmesi demek.
Akdeniz’in ısınması artık “gelecek senaryosu” gibi uzakta durmuyor. 2025 Haziranı için Copernicus Marine, Akdeniz’de kayıtlardaki en sıcak Haziran olduğunu ve deniz yüzeyi sıcaklığının olağanüstü seviyelere çıktığını raporladı. Reuters’ın aktardığı analizler de, Haziran 2025’te Akdeniz’de mevsim normallerinin çok üstüne çıkan bir denizel sıcak dalgasının yaşandığını yazdı. Yani Akdeniz’in ateşi, takvimden önce yükseliyor.
Tam bu noktada fosil arama meselesi “enerji politikası” başlığının içinde steril bir teknik tartışma olmaktan çıkıyor. Isınan bir havzada, yeni fosil arama ve çıkarma hamleleri, denizin yükünü daha da ağırlaştıran bir siyasi tercih. Üstelik Türkiye, Akdeniz operasyonlarında kullanmak üzere yeni bir derin deniz sondaj gemisinin filoya katıldığını ve Akdeniz’de görevlendirileceğini bizzat Enerji Bakanlığı üzerinden duyurdu. Antalya’da iklim zirvesi kurulurken, Akdeniz’in altına doğru bir başka hikâye de kazınıyor.
Akdeniz’in gündemi fosille de bitmiyor. İkinci düğüm, “çöp diplomasisi”, daha doğrusu; atığın sınır aşan siyaseti. Avrupa’nın atık akışlarının Türkiye’ye yönelmesi, uzun zamandır konuşulan bir gerçeklik. 2025 tarihli bir rapor, Türkiye’nin Avrupa plastik atığının en büyük alıcılarından biri olmaya devam ettiğini vurguluyor, bu akışın “geri dönüşüm” etiketiyle meşrulaştırılmasını tartışıyor.
Akdeniz, Türkiye’den ibaret değil. Akdeniz’de fosil arama ve atık akışları, sadece Ankara’nın tercihlerine bağlı değil. Libya açıklarında petrol taşımacılığı, Doğu Akdeniz’de enerji gerilimleri, Kıbrıs ve Yunanistan kıyılarında tartışılan arama projeleri ve derin deniz madenciliği, Mısır ve İsrail’in gaz denklemleri, İtalya’nın ve Kuzey Afrika’nın enerji ve liman politikaları da var. Bu yüzden Antalya’daki COP31, “Türkiye ne yapacak” sorusuyla daraltılmamalı. “Akdeniz’e ne olacak” diye kurulmalı.
Akdeniz gündemi, sadece bir “doğa sevgisi” meselesi değil, bir siyaset meselesi. Çünkü ısınmanın bedeli sınıfsal ve bölgesel eşitsizliklerle katlanıyor. Kıyıda çalışan işçi daha fazla sıcak stresiyle yaşıyor, küçük çiftçi suya daha pahalı ve daha zor erişiyor, dar gelirli mahalleler serinlemeyi bir lüks gibi hissediyor. Göç yolları, yangınlar, kuraklık, turizm ekonomisinin kırılganlığı, gıda fiyatları. Akdeniz’in iklim hikâyesi, gündelik hayatta fiyat etiketine, çalışma koşullarına ve barınmaya bağlanıyor.
O zaman COP31’e doğru asıl soru şuna dönüyor: Antalya’da nasıl bir gündem kurulacak? Parlak bir sahne ışığıyla “yeşil dönüşüm” konuşulup, aynı anda Akdeniz’de fosil hamleleri ve atık akışları normalleştirilecek mi? Yoksa Akdeniz’in ortakları, bu zirveyi bir hesap sorma ve yön değiştirme alanına mı çevirecek?
Bize Akdeniz’i “marka değeri”ne indirgeyen vitrine karşı, Akdeniz’i müşterek olarak sahiplenen bir toplumsal gündem gerekiyor. Bu gündem, tek bir ülkenin PR metnine sığmayacak kadar bölgesel. Bu gündem, sadece “karbon” kelimesine de sığmayacak kadar maddi. Isınan su, kuruyan toprak, yanan orman, taşınan atık, genişleyen fosil iştahına karşı halkların ve doğanın bir yokoluş isyanı.
O nedenle, COP31 hükümet için bir prestij ve açık artırma sahnesi olarak kurgulanacaksa, Akdeniz halklarının da kendi sahnesini kurması gerekir. Çünkü Akdeniz’in gündemi, konferans salonundan değil, kıyıdan, tarladan, işyerinden, mahalleden yazıldığında gerçek olur. Aksi halde geriye sadece dolar yeşili bir dekor kalır. Dekor, denizi serinletmez. Dekor, kuraklığı geri çevirmez. Dekor, atığın yükünü taşıyanların omzunu hafifletmez. Tam tersi…
COP31’in Antalya’da olması bir fırsat olabilir. Ama ancak Akdeniz’in gündemi Cebelitarık’tan Levant’a uzanan ortak bir itiraz ve ortak bir talep haline gelirse.




