• Ana Sayfa
  • Manşet
  • Ahlat Zirvesi, savaş tehlikesi ve muhalefetin birlik arayışı
Ahlat Zirvesi, savaş tehlikesi ve muhalefetin birlik arayışı
Ercüment Akdeniz 26 Ağustos 2024

Ahlat Zirvesi, savaş tehlikesi ve muhalefetin birlik arayışı

Cumhur İttifakı’nın ideolojik felsefi harcında 2053 ve 2071 tarihleri önemli yer tutar. Fatih Sultan Mehmet öncülüğünde İstanbul’un fethedilmesi (1453), resmî ideolojide bir çağın kapanıp bir başka çağın başlaması şeklinde ifade edilir. AKP-MHP ittifakı buradan yola çıkarak 2053’ü ortak yürüyüş ve ortak hedeflerin dönüm yılı olarak ilan etmişti. Alparslan liderliğinde gerçekleşen 1071 Malazgirt zaferi de ittifakın bir diğer motivasyon kaynağı. Öyle ki 2071 hedefi, ortak yürüyüşün ne kadar uzun erimli olacağını anlatmak için belirlendi.

Ne var ki Cumhur İttifakı 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden bu yana yaralı. AKP ikinci parti durumuna düştü. Ekonomide kemer sıkma politikası AKP’nin oy desteğini eritmeye devam ediyor. Can Atalay için yazılan AYM kararının Meclis’te okutulmaması, Instagram yasağı, sokak hayvanlarının öldürülmesi, Kürtçe halay ve düğün göz altıları, özgürlükler alanının iyice kısıtlanması vb. gelişmeler oy desteğinin erimesinin diğer nedenleri. MHP ise Sinan Ateş davası, normalleşme tartışmaları ve bürokratik kadrolara yönelik tasfiye nedeniyle oldukça rahatsız. Yüzüklü parmakların tuttuğu dosyalar, saatlerin 17-25 Aralık’ta dondurulduğu subliminal mesajlar Cumhur İttifakı’ndaki derin çatlağın belirgin tezahürü oldu.

Bu verili durumda Erdoğan ve Bahçeli, Bitlis Ahlat’ta bir araya geldi. Malazgirt zaferi üzerinden söylevler verildi. Kürt sorunu yine terörle eşitlenerek yok sayıldı. Eski Türkiye’nin geride kaldığı söylenirken HÜDAPAR lideri kuvvet komutanlarıyla aynı kareye girdi. Akabinde kabine toplantısı gerçekleşti. Cumhur İttifakı çatlak, yeniden müzakere ve pazarlık denkleminde yeni yol haritasını konuştu. 1071 Malazgirt zaferi üzerinden sesleniş, ittifaktaki çatlakları kapatacak ideolojik harç olarak yeniden işlev görecek mi? Bunu elbette gelişmeler gösterecek.

Masadaki gündemler

Yüksek enflasyon ve “iş dünyasının” (patronların) talepleri Ahlat buluşmasının ana gündemlerinden biri oldu. Düzenli çalışma ve düzenli maaşa, TİS ve sendikalaşma hakkına darbe vuran yeni esnek çalışma taslağı da kabinenin gündeminde. İki yıl boyunca tarlasını ekemeyen üretici köylülerin toprağını zorla kiraya vermek de AKP’nin yakın hedefleri arasında. MESEM’lerle başlayan çocuk işçiliğin ortaokul sıralarına indirilmesi bir diğer başlık.

Peki, siyasi kitle desteği giderek azalan bir iktidarın bütün bunları yapması ne kadar mümkün? İttifaktaki çatlağın giderilmesi şartıyla bütün bu hedeflerin gerçekleşmesi ancak baskı ve otoriterleşmenin artmasıyla mümkün. Ekonomik dar boğaz ve derin yoksullukla boğuşan emekçi sınıfların sosyal patlama ihtimali, bir başka tedbiri gerekli kılıyor: sınıfsal patlamayı kaos, şiddet ve yapay gerilimlerle boğmak. Meclis’te Ahmet Şık ve Gülistan Koçyiğit’e yapılan saldırı, Suavi konserinde yaşanan provokasyon, Amedspor forması giydiği için Kürt işçilerin yaşadığı şiddet vb. gelişmeler bunun ipuçları olarak okunabilir. AYM’nin kapatılmasını savunan Bahçeli bu kez DEM partiyi, DEM Partili vekilleri ve hatta danışmanları hedefe koymaktan geri durmadı. MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın da “itlaf edilmesi gereken haşereler” retoriğini yeniden gündeme getirdi.

Dış politikada savaş sesleri

Cumhur İttifakı ve Hükümetin Ahlat Zirvesi, İsrail savaş uçaklarının Lübnan’ı vurmasıyla aynı güne denk geldi. Türkiye-Irak mutabakatı zaptı ve Gazze işgali gündemine bir de bu yeni hadise eklenmiş oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan her ne kadar kabine sonrası konuşmasında bu konuya değinmese de Lübnan’daki gelişmeler kabine masasına geldi. Erdoğan’ın konuşmasında öne çıkan başlık silah sanayisine verilen önemdi.

Aynı gün İsrail devlet sözcüleri, Lübnan Hizbullahı’na yönelik kapsamlı hava saldırısını “önleyici savaş” gerekçesiyle açıkladı. Kulağa tanıdık gelen bu gerekçe aslında dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un Irak’ın işgali sırasında dile getirdiği “önleyici savaş doktrini” ile aynı. ABD ve NATO Körfeze olağanüstü silah, asker, gemi, uçak ve denizaltı yığınağı yapıyor. Namlunun ucunda İran’ın olduğu sır değil. “Mahalleyi karıştırmak”, savaşı bölgeye yaymak ve tetikçilik görevi ise İsrail ordusuna verilmiş durumda.  İran’ın daha Haniye suikastına dair misilleme yapmadan gelen İsrail uçaklarının bu son saldırısı, Ortadoğu’daki kontrollü savaş denklemini kıran önemli bir aşama olabilir. Başka bir ifadeyle Ortadoğu’da savaş uzak olduğu kadar bir o kadar yakın. Ukrayna cephesi de hegomonik güçler arasında bir başka muharebe sahası. Ukrayna cephesi, Karadeniz ve Türkiye’yi içine alabilecek bir gerilim sahası olarak da tartışılıyor.

“Katil Esad”ı, “Kardeşim Esad” diye yeniden görüşmeye zorlayan, darbeci Sisi’yi Türkiye’de ağırlamaya hazırlanan AKP Hükümeti, bölgede yükselen savaş seslerine nasıl tepki verecek? Savaş ihtimali ve savaş yangını içinde “Başkomutan Erdoğan” repliği darda olan AKP-MHP ittifakı için yeni bir çıkış şansı yaratabilir mi? Savaşa dahil olup olmamaktan bağımsız bunun kullanışlı bir alan olma ihtimalini gözden kaçırmamak gerekir. “Güvenlikçi” ve “savaş” politikalarının, ekonomik/demokratik sorunları bir kez daha gölgede bıraktığı siyasal tablo, Cumhur İttifakı için en kolay çıkış yolu olsa gerek. Dolayısıyla sadece ekonomik verilere bakıp AKP’yle ilgili “Nasıl olsa gidecekler” demek için hayli erken.

‘Önleyici barış’ mücadelesi

Savaş ihtimali OHAL rejiminin yeniden tesis edilmesi, grev ve gösteri yasakları demektir. Sendika ve partilerin sınırlandırılması ya da faaliyetlerinin askıya alınması demektir. Hatırlayacak olursak “milli güvenlik” gerekçesiyle gelen yasaklar savaş ortamında her zaman kullanışlı oldu. Dolayısıyla işçiler, üretici köylüler, halklar ve bütün ezilen katmanlar bakımından bugünün ivedi sorunu ekmek ve demokrasi mücadelesini barış mücadelesiyle birleştirecek ortak bir yol haritasının çıkarılmasıdır.

ABD’nin Irak’ı işgali döneminde iktidarda yine AKP vardı. 1 Mart 2003 savaş tezkeresi Meclis’e geldiğinde bu tezkereyi geçiremediler. Böylece Türkiye Irak işgaline dahil olmadı.  Süreci belirleyen ana aktör Meclis’te kalkan ellerden çok o ellere demokratik baskı yapan sokak hareketlerinin gücüydü. Çok geniş bir toplumsal yelpazeyi bir araya getirmeyi başaran “Irak’ta Savaş’a Hayır Koordinasyonu” kanımca önemli bir deneyim olarak yeniden açılıp incelenmeyi bekliyor. Bugün de egemenlerin “önleyici savaş doktrini”ni ve halkları savaş bataklığına çekmek isteyenleri, ancak “önleyici barış” mücadelesi durdurulabilir. Bugün eksik olan, geride kalan ana motivasyon budur.

Nasıl bir birlik?

Türkiye’nin çıkışı iktidar blokunun ne yapıp yapmayacağı kadar, esas olarak toplumsal muhalefet güçlerinin ne yapacağına bağlıdır.  Meclis muhalefetine sıkışmayan ve temsili parti siyasetini aşan; sendikalara, meslek örgütlerine, demokrasi güçlerine, kısacası halka dayanan bir mücadele bloku örülebilir mi? Halkın beklentisi bu sorunun cevaplanmasını bekliyor.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları 22 Ağustos tarihli Evrensel Gazetesi’ne şöyle yanıt veriyor: “…. Bize düşen görev, emekten demokrasiden yana siyasi partiler, sendikalar, meslek örgütleri başta olmak üzere bir cephede birleşmek… Hem Türkiye’nin içinden geçtiği durum hem dünya ölçeğinde artan savaş tehditleri karşısında ortak mücadele gerekiyor…  Ekmek, adalet ve barış talepleriyle Türkiye’de bir dip dalga potansiyeli olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Bu yüzden sol sosyalist güçler başta olmak üzere işçiler, Aleviler, Kürtler, kadınlar doğa ve insan hakları savunucuları olarak bu otoriter rejime karşı mücadele ittifakına ihtiyacımız var. Bu zeminde birlik için çeşitli kesimlerle görüşmelerimizi sürdürüyoruz ve umarım sağlıklı sonuçlar alırız.

Benzer tartışmayı Haziran Hareketi deneyimleri üzerinden Birgün Gazetesi de gündeme getiriyor. Sözü edilen bütün bu çabaların ya da görüşmelerin halka açık biçimde ve her aşamasında halkla birlikte konuşulması büyük önem taşıyor. Bir bütün olarak halkın özne olması sağlanırsa birliğin harcı güçlü bir çimento olacak.

Bölgenin barışa, halkın ekmek ve adalete ihtiyacı var.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.