Dosyamızın ikinci bölümünde 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 1993 ateşkesi için girişimlerini ve o dönem yaşananları ele alacağız. Kürt meselesinde önemli bir çıkış yapan Özal, sorunun çözümü için de girişimlerde bulundu.
1993’ten günümüze Kürt meselesi ve çözümü (2)| 1993 ateşkesi : Talabani üzerinden diplomasi trafiği
Bir yandan Avrupa Birliği’ne üyelik mevzusu diğer yandan ABD ile ilişkilerin yanı sıra Ortadoğu’daki (Körfez savaşı ve Kürtlerin durumu gibi) gelişmeler, Özal’ın Kürt sorunu konusunda demokratik bir süreci başlatmasını zorunlu hale getirmişti.
Özellikle 1992’de KDP lideri Mesud Barzani ve YNK lideri Celal Talabani ile de geliştirdiği ilişkiler ve görüşmeler vardı. Talabani ve Barzani Ankara’ya davet edildi. Dönemin Başkanı Süleyman Demirel de Barzani ve Talabani ile görüştü.
Özal Kürt meselesini demokratik yollarla çözmek konusunda kararlıydı.
Özal, YNK lideri Talabani ile yaptığı görüşmelerde PKK’nin ateşkes ilan etmesini istemeye başlamıştı.
Talabani verdiği bir röportajda, “Özal benden çatışmayı durdurmaları için Öcalan’la görüşmemi istedi. O sırada Süleyman Demirel de hükümeti kurmaya hazırlanıyordu. Başbakan Demirel’i evinde ziyaret ettim. Turgut Özal’ın benden Öcalan’la görüşmemi istediğini söyledim. Ne diyorsunuz diye sordum” bilgilerini verdi.
Ve “Demirel ne dedi?” sorusuna Talabani, “Talabani, siz hür bir adamsınız. İstediğinizi yapabilirsiniz. Size kalmış dedi. Bunun üzerine Öcalan’a gittim ve ateşkese razı ettim. Yeniden Türkiye’ye geldim. Bütün Türk liderler çok memnun oldu. Mesut Yılmaz’la havaalanında yaptığımız konuşmayı hatırlıyorum. Bana ‘Talabani, Türkiye için çok iyi bir şey yaptın. Nevruz kan akmadan geçti’ dedi” yanıtını verdi.
Ankara’da ve Şam’da yapılan bu görüşmelere karşın Türkiye’de ise siyasilerin ortamı geren açıklamaları devam ediyordu.
Özal, mekik diplomasisi ile PKK’yi ateşkese ikna etti. TESEV’in raporunda o süreç şu şekilde anlatıldı:
“Devlet ile Öcalan arasındaki ilk temas, Öcalan’ın Suriye’nin başkenti Şam’da yaşadığı 1992- 1993 yıllarında kurulmuştur. Bu temaslar “dolaylı” görüşme olarak nitelenmelidir, zira o dönemde temaslar Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile yakın ilişkisi olan Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı Celal Talabani aracılığıyla kurulmuştur. Celal Talabani, Turgut Özal ve dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis ile kurduğu temaslar sonucunda ve onların bilgisi dahilinde PKK’nin silahlarını bırakması amacıyla Abdullah Öcalan nezdinde girişimlerde bulunmuştur.”
Bu mekik diplomasisi sonucunda elde edilen eylemsizlik kararının sürdürülmesi adına Talabani, Türkiye’yi ziyaret ederek başta Cumhurbaşkanı Özal ve Başbakan Demirel olmak üzere, Dışişleri Bakanlığı’ndan muhalefet liderlerine, üst düzey komutanlardan gazetecilere, MİT’ten Halkın Emek Partisi (HEP) milletvekillerine kadar süreci etkileyebilecek herkesle fikir alışverişinde bulundu.
Çünkü ateşkesin sağlanmasından en önemli aktörlerden biri de Talabani’ydi.
Ankara’da ve Şam’da yaptığı üst üste görüşmelerle ateşkese giden süreci hazırlamıştı.
Hem Talabani hem de o dönem Turgut Özal’ın danışmanlığını yapan gazeteci Cengiz Çandar’ın arabuluculuk çabaları ile ateşkes için anlaşmaya varılmıştı.
Öcalan, 20 Mart ile 15 Nisan tarihleri arasında ateşkes ilan edeceklerini açıkladı.
Tek taraflı ateşkes ilan edildi
Öcalan Lübnan’ın Bari Elyas kasabasında Mart 1993 yılında yaptığı basın toplantısı ile 1 ay süre ile ateşkes ilan ettiğini açıkladı. Öcalan, eğer devlet bu ateşkese uyarsa bu sürenin uzayacağını ekledi. Basın toplantısına Celal Talabani de katıldı. 15 Nisan 1993 tarihine kadar tek taraflı ateşkes ilan edildi.
Öcalan, “Biz, ordu birlikleri üzerimize gelmedikçe ve çok zorunlu bir meşru savunma durumuna düşmedikçe, 20 Mart’tan 15 Nisan’a kadar ateş etmeyeceğiz. […] gelişecek saldırılar kesinlikle bizden kaynaklanmayacaktır. (…) Olası bir siyasi çözüme kendimizi hazır tuttuğumuzu belirtmek istiyoruz” ifadelerini kullandı.
Ayrıca, Öcalan’ın ateşkes teklifini içeren mektubunu Cumhurbaşkanı Özal’a ileten de oydu.
Öcalan İmralı Cezaevi’nde o sürece ilişkin şunları anlattı:
“Talabani bana ‘Özal bu işi çözmek istiyor’ dedi. Özal, Talabani’ye ‘Eşref Bitlis de benden yana, bu sorunu çözeceğim’ demişti. Talabani ‘yeter ki ateşkes ilan edilsin’ demişti… Özal silahlı birliklerin bir yerde toplanmasını, ateşkesin olmasını benden istedi. Çözüm için onları kırmadım. Onlar bu şekilde çözümün gelişeceğini söylüyorlardı… Ateşkes ilan ettik. Fakat devlet o dönem çözüme hazır değildi. Özal, devleti, askeri, partisini barışa hazırlamamıştı, barışa ikna edememişti. (…)”
Ateşkesi Ankara nasıl karşıladı?
Devlet kanadından ise ateşkese olumlu bakmayanların sesleri hala yüksekti.
Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in ilk tepkisi, “Devlet kan dökenle pazarlığa oturmaz. Kan döken devlet değildir. Bunlar yol yakınken gelip teslim olsunlar, diyorum. Hukuka, adalete teslim olun” biçimindeydi.
Lübnan’daki basın toplantısından dönen gazetecilerden Cengiz Çandar Cumhurbaşkanı Özal’a, İsmet İmset ise hükümete brifing verdi.
Mezopotamya Ekspresi kitabında Cengiz Çandar o döneme dair şu bilgileri veriyordu:
“Kürt sorununun çözümüne en fazla yaklaştığımız dönem, Turgut Özal’ın ömrünün son günleriydi. Mart-Nisan 1993. 16 Mart’ta PKK lideri Abdullah Öcalan, Lübnan’ın Bekaa Vadisi’ndeki Bar Elias kasabasında büyük bir basın topluluğu önünde, bir ay süreyle ve tek taraflı ateşkes ilan etmişti. Basın toplantısının ardından kırk dakika süreyle Abdullah Öcalan’la görüşmüştüm. Basın toplantısında dile getirmediği ama Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın bilmesini istediği görüşleri olabilirdi. İzlenimlerimi Turgut Özal’a aktaracaktım. Öcalan’la görüşme önerisi benden gelmişti. Bu niyetimi Özal’a açtığım vakit, o, kendisini bağlayacak cinsten olumlu ya da olumsuz hiçbir şey söylemedi; “Git gel de konuşuruz bakalım,” demekle yetindi. Doğrudan Öcalan ile görüşmek için yetkilendirilmemiş olmakla birlikte, bunu Cumhurbaşkanı’ndan aldığım dolaylı bir yeşil ışık olarak yorumlamış ve Öcalan’la özel görüşmek istediğimi yola çıkmadan önce, Şam’da kendisiyle birlikte bulunan ve PKK liderinin ateşkes kararında tayin edici bir rol oynamış olan Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani’ye iletmiştim. Abdullah Öcalan ile Bar Elias’taki basın toplantısını tamamladıktan sonra görüştük.” “ “(…)Döndüğümün hemen ertesi günü ise, Turgut Özal beni Çankaya Köşkü’nde yabancı misyon şefleri için verdiği iftar yemeğine davet etti. İftar yemeğinin ardından Köşk’teki ikametgâhına çıkacak ve Cumhurbaşkanı’na, PKK liderine ilişkin izlenimlerimi ve konunun basına yansımayan yönlerini anlatacaktım. Öyle de yaptım.”
“ (…)Köşk’ten ayrılırken, merakıma yenildim ve Turgut Özal’a MGK toplantısı sonrasında nasıl bir açıklama çıkacağını sordum. Özal “PKK’nin ateşkes ilanına hemen bir MGK açıklamasıyla karşılık vermek, devleti PKK ile eşitlemek olur,” dedi ve ekledi: “Toplantıya ben başkanlık ediyorum, diyeceğim ki, ‘Acele tepki vermenin gereği yok. Yarın bayram. Bayram tatiline dek herkes PKK ateşkesi üzerine düşünsün. Nevruz geçsin. Ondan sonra ne yapılacağını tartışır, karar veririz.’ Buradaki sorun, inisiyatifi kaptırmamaktır. Önümüzdeki bir ay içinde, inisiyatifi tekrar almalıyız.” Hiç kimse için kolay olmayan Kürt sorununun çözümü, Turgut Özal için de kolay değildi.”
‘Devletin en yalnız adamıydı’
Devletin tavrına ilişkin de Çandar devamla şu ifadeleri kullanıyor:
“(…)En önemlisi, Cumhurbaşkanı ile hükümet, daha doğrusu Özal ile Demirel kıyasıya bir çekişme içindeydiler. Özal’ın ak dediğine, Demirel kara demek eğilimindeydi ve Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini kısmak, mümkünse onu Çankaya’dan indirmek niyetindeydi. Demirel’in koalisyon ortağı SHP’nin genel sekreteri Deniz Baykal, “Özal’ı Çankaya’dan onursuzca indirmek” gibi sözler bile sarf etmişti. Hükümetin, irade ve cesaret bir yana, “Kürt sorununun çözümü”nü bir gün bile düşündüğünden ve buna hazırlandığından şüpheliydi. Çözüm iradesi ve önerisi Özal’dan geldiği takdirde, buna karşı çıkacakları neredeyse kesindi. Siyasi iktidardaki bu ciddi çatlak, bir yandan da, kendilerini on yıllardır sorunun sahibi ve muhatabı gören askerler nezdinde, sivil otorite aleyhinde önemli bir zaaf yaratıyordu. Askerlerin, Kürt sorununun siyasi çözümüne teşne olduklarına dair hiçbir belirti gözükmüyordu.”
“Devletin yetkilileri arasında Kürt sorununun çözümüne herkesten fazla Turgut Özal kafa yoruyordu. Özal, devletin en tepesinde oturan, devletin en yalnız adamıydı.”
‘93 Newroz’u
Ateşkes sürecinde kutlanan ‘93 Newroz’u bir önceki yıla göre daha sakin geçti. Ancak aynı yoğunlukta olmasa da operasyonlar durmadı. Ayrıca Genelkurmay tarafından planlanan ve 10 ilde birden başlayacak Orgeneral Eşref Bitlis Operasyonu’nun da hazırlıkları sürdü.
Generaller, bu operasyonla PKK’yi bitirmeyi amaçlamıştı. Harekâtın 14 Nisan’da başlatılması planlanmıştı.
Hazırlıklar bölük seviyesine kadar tamamlandı. 10 Nisan günü harekâtla ilgili son hazırlık toplantısı Bingöl’de, 10 ilin güvenlik komutanların katılımıyla yapıldı.
Çok sonraları Hürriyet’te Saygı Öztürk’ün sorularını yanıtlayan o zamanın Asayiş Kolordu Komutanı Necati Özgen “Ben kimseye ateşkes emri vermedim” diyordu:
“Yani PKK terör örgütü ateşkes ilan etmiş, bize göre ateşkes diye birşey yok. Kimse bana ateşkes emri vermedi, ben de kimseye ateşkes emri vermedim” (Saygı Öztürk, 33 Kurşun, s.63).
14 Nisan geldiğinde bu harekât başlamadı. Öcalan, “Eğer operasyonlar durursa …”demişti.
Özal Talabani’yi yeniden Ankara’ya çağırdı
Ateşkes, genel olarak bir memnuniyetle karşılandı. Çok önemli aktörler devreye girmiş ve kimse bu adımın karşılıksız kalacağına ihtimal vermiyordu.
Basının tavrı ise PKK’nin köşeye sıkıştığı için böyle bir ateşkese gittiği yönündeydi. Daha fazla kanın dökülmemesi için gerekli adımların atılmasının gerektiğini yazanlar da vardı, ateşkesin savaştan daha tehlikeli olduğunu belirtenler de vardı.
Talabani Ankara’ya davet edildi
Ateşkesin bitiş tarihi 15 Nisan’dı. Ve bu tarih yaklaşılırken Turgut Özal’ın girişimiyle Celal Talabani tekrar Ankara’ya davet edildi.
Mesafeli durmasına rağmen, Demirel de Talabani ile görüştü.
YNK lideri Talabani, “Daha sonra Özal yeniden çağırdı. Benden gidip ateşkesi uzatması için Öcalan’la yeniden konuşmamı istedi. Ben de benimle bazı Türk ve Kürt parlamenterin gelmesini istedim. Sonra Ahmet Türk’le birlikte Bekaa’ya gittik ve Öcalan’la konuştuk ve süresiz ateşkese ikna ettik” diye konuştu.
Lübnan’da basın toplantısı
Celal Talabani, sonrasında Ankara’dan Şam’a uçtu. 15 Nisan’da Lübnan’daki basın toplantısında YNK lideri Celal Talabani, Öcalan’la birlikte kameraların karşısına geçti.
Bu basın toplantısına Celal Talabani’nin yanı sıra, HEP Genel Başkanı Ahmet Türk ve Türkiyeli başka Kürt siyasetçiler de katıldı. Çeşitli Kürt hareketlerin liderleri, basın toplantısına katılmak için Lübnan’a geldiler ve toplantıda basın mensuplarının sorularını Öcalan’la birlikte yanıtladılar. Öcalan bu basın toplantısında şunları söyledi:
“Burada mühim olan siyasi yöntemi öne çıkarmaya hükümet var mı yok mu? Kanı durdurmak istiyor mu? İstemiyor mu? Kürt halkına yasal güvenceler vermek istiyor mu? İstemiyor mu? Bu sorulara belli cevaplar verilecekse biz ateşkesi sonuna kadar da sürdürebiliriz. Bizden sorun kaynaklanmaz. Şiddet kendi başına bir sorun değildir. Belirttiğim bu sorular dahilinde çok önemli siyasal sorunlara çözüm isteniyor diyorum. Biz çok hazırız bu siyasi yönteme.”
Kemal Burkay, Hemreş Reşo ve Ruşen Aslan, ateşkese destek vermek için Bar Elias kasabasına gelenler arasındaydı.
Basın toplantısından sonraki günlerde Öcalan’la bir araya gelen bu isimler, Kürtlerin siyasal hakları ve ateşkese dair bir mutabakat metnini imzaladılar.
Özal’ın çabaları ve ateşkes, ABD ve AB nezdinde de dikkatle izleniyor, çözüm için destek verileceği çeşitli kanallarla Ankara iletiliyordu. İç ve dış koşullar, hiç olmadığı kadar siyasi bir çözüme elverişliydi.
Kürt siyasetçi Hatip Dicle o döneme dair şunları anlattı:
“17 Mart 1993 bir aylık bir ateşkesti. Özal, bizler ve diğer kanallar aracılığıyla gerek Mam Celal, gerek gazeteci Cengiz Çandar aracılığıyla Sayın Öcalan’a şu mesajı iletmişti; ‘Evet bu ateşkes çok önemli, ancak bir aylık süreli olması hiçbir anlam ifade etmiyor. Bunu süresize çevirmeniz gerekir.’ Biz Sayın Öcalan ile bu konuyu değerlendirmek üzere 16 Nisan 1993’te yapılan basın toplantısına 2-3 gün kala Şam’a gittik. Bu heyetin içinde ben de vardım. Sayın Öcalan’a mesajı ilettik. 16 Nisan 1993’te Sayın Öcalan ateşkesi süresiz olarak uzattı. Bizzat Özal’a bu şekilde güç verdi, onun elini güçlendirdi. 16 Nisan 1993’teki Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK) lideri Kemal Burkay, Mam Celal gibi birçok siyasetçi bizlerle birlikte o toplantıda hazırdı. 17 Nisan günü biz artık Türkiye’ye büyük bir adım atıldı coşkusuyla dönmek üzeriydik. Akşam dönecektik. Mam Celal bizi öğlen yemeğine davet etti. Heyetin tümünü Şam’ın dışında çok güzel bir kır restoranına götürdü. Yemekten sonra Mam Celal Arap radyolarını dinlemiş olacak ki; ‘Eyvah. Size kötü bir haberim var. Maalesef Özal’ın ölüm haberini yayınlıyor Türkiye’ dedi.”
Ateşkes uzatıldıktan bir gün sonra Özal hayatını kaybetti.
Süreç beklendiği gibi ilerlemedi.
33 asker olayı
24 Mayıs 1993’te Elazığ-Bingöl karayolunda asker sevki yapan iki araç durduruldu. Acemi eğitim sonrası birliklerine gitmekte olan erler kurşuna dizildi. Bu olay ateşkesin sona ermesine yol açtı. PKK’nin saldırısında dört asker, Erkan Omay ve Osman Partal ile Erdal Özdemir ve Erdem Doğan yaralı olarak kurtuldu.
Olaydan 19 yıl sonra Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu bünyesinde kurulan “terör ve şiddet olayları kapsamında yaşam hakkı ihlallerinin incelenmesi alt komisyonu”, sağ kurtulan dört erden ikisini dinledi. Osman Partal ve Erkan Omay, 19 yıl önceki olayda korumasız ve silahsız olarak iki otobüsle nakledildikleri sırada pusuya düşürüldüklerini söyledi ve arkadaşları için “Kurtulabilirlerdi” dedi. https://bianet.org/haber/33-asker-kurtulabilirdi-137579
Yaralı kurtulan Osman Partal ise şunları anlattı:
“Gece yarısına kadar teröristlerle yürüdük. Mola verildiğinde (bizi) niçin kaçırdıklarını, amaçlarını sorduk. ‘TC ateşkes ilan edince, iki gün içinde sizi bırakacağız’ dediler”( Gülden Aydın, Hürriyet 31.08.2005).
Basın, konuyla ilgili haberleri verirken “33 askeri oracıkta öldürdüler” şeklinde manşet attı. Askeri yetkililer hakkında açılan davada bu husus hiç gündeme gelmedi.
Çeşitli rütbelerde sorumlu yedi subay hakkında açılan dava beraatle sonuçlandı.
Asayiş Kolordu Komutanı Necati Özgen, “Diyarbakır’dayken bana haber geldi. Bingöl’de görevli komutan ‘Efendim yol kesildi’ dedi. ‘Derhal olay yerine gidin’ dedim.” (Saygı Öztürk, 33 kurşun, s.64) Özgen’in “Derhal olay yerine gidin” diye emir verdiği komutan, bu tuğgeneraldi. Aynı tarihlerde Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın da o bölgede olduğu belirtiliyor.
33 asker Ergenekon davasında
33 askerin öldürüldüğü olaydan yaralı kurtulan er Özdemir de Ergenekon savcılarına verdiği ifadede “saldırının Ergenekon tarafından yapılmış olabileceğini düşündüğünü” söylemişti.
Bu saldırıya katılan PKK’li Mahir Tekin, 10 Mart 2000’de Antalya’da yakalandı. Tekin, verdiği ifadede “Şemdin Sakık’ın 24 Mayıs’ta asker sevkiyatı olacağını nereden öğrendiğini bilmiyorum. Bu sevkiyatı bilmeseydi, o saatte ve tarihte eylem yapılması için kesin talimat vermezdi” diyordu.
Şemdin Sakık, 6 Mayıs 1999 günü yapılan duruşmada 33 asker olayı ile ilgisi olmadığını, o sırada başka bölgede olduğunu söyledi ve iki itirafçıyı tanık gösterdi.
Olayın ertesi günü Öcalan, eylemle ilgili bir açıklama yaptı. Eylemin kendi güçlerince misilleme amacı ile yapıldığını, ama ateşkesin sürdüğünü açıkladı.
Öcalan ikinci açıklamasında, eylemin merkezi bir kararla yapılmadığını, olayla ilgili soruşturma başlattıklarını ve bölgeye parti müfettişi gönderdiklerini söylüyordu.
Ve tekrar çatışmalar başladı.
Mehmet Ali Birand’ın yazdığına göre, güvenlik güçleri ve iktidar partileri içinde “Apo ve PKK yok edilmeden herhangi bir adım atılmasına karşı olan hayli kalabalık bir grup vardı” (Sabah, 5 Nisan 1993). Özal’ın ölümü durumu değiştirdi.
Öcalan, 33 askerin yaşamını yitirmesine ilişkin 2008 yılında avukatları ile yaptığı görüşmede, şunları ifade etti:
“O gün Bakanlar Kurulu’nda genel af tartışılıyormuş. 33 asker otobüse binmek istememiş. ‘Biz korumasız ve silahsız gitmeyiz’ demişler ama zorla bindirilmişler. Niye bindirdiler, kim bindirdi, kimin adına yapıldı bunlar? PKK adına da Şemdin, bunları Zeynel’e yaptırıyor. Zeynel’e talimat vererek, öldürmelerini söylüyor. Defalarca sormama rağmen Şemdin ne şekilde olduğuna dair her defasında farklı şeyler söylüyordu. Şemdin’e direk Ergenekon’la bağlantılıdır, onların adamıdır demiyorum. Ancak kullanılmıştır. Bu dönemde ateşkes vardı zaten. O ateşkes döneminde nasıl böyle bir şey oldu? Ateşkesi istemeyenler kimlerdi? Bunu anlamak benim için zor oldu”
Bu çerçevede Özal’ın ölümünden sonra Abdullah Öcalan, 8 Haziran 1993’te Bekaa’da düzenlediği basın toplantısında ateşkesin sonunu ilan ederken Özal ile ilgili şu değerlendirmeyi yaptı:
“Biz ateşkes durumunu biraz da Sayın Özal’ın (…) acaba PKK biraz yumuşayamaz mı? Bu konuda bazı adımları atmamıza fırsat veremez mi? biçiminde bir mesajını dikkate alarak geliştirdik. Ve dolayısıyla ateşkesin muhatabını biraz Özal olarak görüyorduk. (….) Dolayısıyla ateşkesin muhatabı veya gelişim düzeyi Çankaya’ydı. (….) Demirel ile İnönü bu süreci değerlendirmek yerine kötü kullanmak istediler. Özal konusunda kısaca şunu söylemek istiyorum. Bizimle en kapsamlı savaşı yürüttü. Onun diplomatik, ekonomik hatta siyasi taktikler cephesini idare etti. Hatta askeriyeye de oldukça uygun taktiklerle savaşı geliştirmede yön verdi. Ama buna rağmen sorunun askeri tenkil, yani bastırma yoluyla çözülemeyeceğini en iyi anlayanlardan birisiydi. Bu işi artık siyasetle götürmek gerektiğini kavramıştı ve bence cesur bir takım adımlar da atacaktı.”
Demirel, Çankaya’ya çıktı. Tansu Çiller Başbakan oldu.
MGK’nin mayıs ayı olağan toplantısından, “terör örgütü mensuplarını” teslim olmaya çağıran ve eyleme katılmayanların herhangi bir soruşturmaya uğramayacaklarına duyuran bir bildiri yayınladı.
O sırada yaklaşık olarak 10 bine yakın Kürt tutuklu cezaevinde olduğu halde, MGK teslim olurlarsa sadece ‘terör olaylarına karışmamış’ olanlar hakkında kovuşturma yapılmayacağını duyuruyordu. TBMM’de kabul edilen af yasası ise, diğer taraftan itirafçılık dayatması olarak algılanıyordu.
Sorunun yakıcılığını gören Turgut Özal, “Bu sorunu çözmezsek iflah olmayız” diyordu.
Bu ilklerden sonra çatışmalar tüm şiddetiyle sürdü.