Kuşların kanadına yazarım adını
Ey özgürlük!
“Dört yanı deniz kesmek” diye bir deyim varmış. Hapishanenin tepesinde bulutların akmadığı, kuşların kanatlanmadığı günlerde dipsiz mavi gök de biraz böyledir. Devinime, bir iz ya da işarete hasret kaldığınız doyumsuz mavi, sizi iç sıkıntısına götürebilir. Gök mavisi duvar mavisine dönebilir.
Balinaların peşi sıra iz süren can dostum Seçkin benzer bir tasvir yapmış. Mektubunda şöyle yazıyor: “Moby Dick romanındaki ispermeçet balinasını bu kez göremesek de araştırmadan sorumlu arkadaşımız akustik dinleme esnasında sesini duyduğunu söyledi… Yelkovan kuşları olmasa bu deniz insanı kahreder.” İşte dört yanı deniz kesmek tam da böyle bir şey.
Neyseki koğuş avlusunun üzeri bugün akıp giden bulutlarla dolu. Günlerin mahpusları ağır ağır terk etmesi gibi akşam güneşi avluyu terk ediyor. Dört duvarın üçü hala sıcak ama gölgede şimdi. Biri güneşli diğeri gölgede iki simetrik üçgen, dördüncü duvarı sol üst köşeden sağ alt köşeye dek bölmüş.
Saat 17:25. ipe çamaşır seriyor bir mahpus. Gölgede, çimento benekli uzun duvarın üzerinde serçe yuvası bir aydır sessiz. Serçesiz kaldık iyi mi? Yavruladılar ve hep beraber kanatlanıp uçtular; geride sararmış otlarla kaplı boş bir yuva bırakarak.
Ve birden bire özlem gideren bir ses! Şefkatli dokunuşlarla ruhu okşayan bir ses. Biraz gaguk, biraz pepuk, biraz tavuk yahut baykuş sesini andıran bir ses bu.
Başlar yukarı…
Kanatlarının altı al al beş kadar atmaca kuşu. İyi de atmacalar toplu uçmazlar ki! Anne atmaca iri gövdesiyle boy verince mesele anlaşılıyor. Yavru atmacalarmış bunlar. Güneşli mavi güzel bir gün, yavruların kanatlarını şişirecek tatlı bir rüzgar ve katmer katmer kar bulutları. Uçuş provaları için daha ne olsun?
Demek ki bu yavru atmacalar, bizim yavru serçeler yuvadan uçtuktan bir ay kadar sonra kanatlandılar. Kuş türlerinin ekosisteminde yuvalama, yumurtlama ve kanatlanma döngüsü şimdi akla daha çok oturuyor.
Anne atmacanın ses komutları, kanat varyasyonları, yavrulara uçuş ders veriyor, Rüzgarı güce dönüştürmenin ilk aşamasındalar. Yanlış saymadıysam, iki yetişkin beş yavru atmaca tepemizdeler. Yavrular daha Trakya’nın uçsuz bucaksız tarlalarına, ayçiçek ormanlarına dalmayı, ziyadesiyle avlanmayı öğrenecekler.
Doğa, yaşam, devinim… İnsan türünü düşünüyorum. Doğurganlık oranı, nüfus artış grafikleri yahut genç nüfusta düşüş korkusu bugünlerde ne kadar da sorun, Oysa mavi semalar başka bir hikaye anlatıyor. Kuşların engin göğünde ne varsıllık ne de yoksulluk, doğal zorluklarla birlikte yaşam eşit. Ne toplu savaşlar nede kırım, sadece doğaya özgü sonsuz barış.
Atmacalardan önce… Ve atmacalardan sonra leylek sürülerini gördük çok şükür. Bir mıknatıs parçasının kum tanelerini yığınlar halinde oradan oraya hareket ettirmesi gibi göğü şenlendirdiler.
Kırlangıçlar da geçiyor bazen tepemizden. Ama şimşek hızında onlar. Sekiz metrelik tavan çerçevesinde izlenim ne mümkün! Kara bir ok gibi uçup geçiyorlar mübarek.
Martılar sağ olsunlar, arada görünüp bazen, beyaz kanatlarıyla gökte asılı kalıyorlar. Yelkovanlar da geçiyor tek tük. Denizin kokusu, dalgaların köpüğü kendini hatırlatıyor. Bir martı çığlığı duymak bile hatırlamaya yetiyor.
Serçeler, kırlangıçlar, leylekler, martılar, atmacalar…
İnsanın düşüne, mahpusun direncine, kuşların kanadına yazılı şeyin adıdır o;
Ey Özgürlük!