2013-2015 yılları arasındaki çözüm sürecinin “dondurucuya kaldırılmasının” ardından sessizlik, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’deki tokalaşma hamlesiyle bozuldu. Türkiye’de Kürt meselesine dair barış ve çözüm arayışları gündemdeki yerini hızla geri alırken, İlke TV olarak bu kapsamda yürüttüğümüz Kürt meselesi ve çözüm söyleşilerinin dokuzuncusunu çatışma çözümü uzmanı Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik ile gerçekleştirdik. Çelik, olası bir yeni barış sürecine dair önemli analizlerde bulundu, liderlerin rollerinden toplumsal güvenin inşasına kadar pek çok konuda değerlendirmeler yaptı.
Çelik, milliyetçi bir liderin barış sürecindeki rolü üzerine tartışmaların öne çıktığı söyleşide, uluslararası barış süreçlerinden çıkarılabilecek derslere ve Türkiye’ye uyarlanabilir yöntemlere dikkat çekti. Çözümün, yalnızca siyasi liderlerin değil, toplumsal aktörlerin de aktif katılımını gerektirdiğini vurgulayan Çelik, kadınların ve gençlerin barış inşasındaki rolüne ayrıca değindi. Medyanın barış gazeteciliği perspektifiyle sürece katkı sağlaması gerektiğini ifade eden Çelik, toplumsal uzlaşının önemini bir kez daha hatırlattı.
2013-2105 çözüm sürecinin “oyun bozucu” aktörü Bahçeli, çözüm konusunda attığı şaşırtıcı adımlarla olası bir yeni süreçte Güney Afrika’nın De Klerk’i olabilir mi?
Öncelikle Bahçeli’nin De Klerk iile farklı bir siyasi pozisyonu var. De Klerk Güney Afrika’nın başkanıydı. Oysa Bahçeli başkanlık sistemi ile yönetilen bir ülkenin koalisyon ortağı. Yani aslında burada bir De Klerk’ten söz edeceksek o belki ilerde Erdoğan olabilir. Ama soru De Klerk gibi apartheid rejimini sıkı uygulayan ve siyahlara karşı aşırı şiddet politikaları uygulamış bir lider gibi katı güvenlikçi politikaları savunan milliyetçi bir liderin şaşırtıcı adımlarını nasıl yorumladığımızsa elbette bir karşılaştırma yapabiliriz.Bunu da iki şekilde yapmak doğru olacaktır: birincisi söylemsel olarak, ikincisi ise davranış-söylem arasındaki tutarlılıkla. Söylemsel olarak baktığımızda milliyetçi ve Kürt siyasi hareketine çok mesafeli duran bir liderin ülkede barışı tesis etmenin önemini vurgulaması olası bir Barış sürecinin işareti olarak algılanabilir. Fakat Bahçeli’nin daha sonraki konuşmalarına baktığımızda hem Kürt sorununun varlığını reddetmesi hem de olan sorunu sadece “terör” sorunu olarak tanımlamasından bir süreç başlasa bile bunun olumlu sonuçlar doğuracağına dair inancımız zayıf olur. Çünkü Kürt sorunu dediğimiz mesele sadece yıllardır yaşanan şiddetle alakalı bir mesele değildir. Bu sorunun hem nedeni hem sonucu olan birçok farklı konu vardır: bölgesel eşitsizlikler, adaletsizlikler, ayrımcılık, toplumsal kutuplaşma, siyasi temsil sorunları gibi bir çok sorun hem Kürt sorununun nedeni hem de onu besleyen sonuçlarıdır. Dolayısıyla kalıcı barış tüm bu sorunların birlikte ele alınmasını gerektirir. Bahçeli’nin söylem-davranış tutarlılığına baktığımızda da gene çok parlak bir resim çıkmıyor karşımıza. Barış yıllarca düşman gördüğünüz kesimlerle eşit bir ilişki kurmayı, bunun için de düşüncelerinizi, davranışlarınızı ve konuşma biçiminizi değiştirmenizi gerektirir. Bir yandan barış yapalım diyip bir yandan Kürt halkının seçtiği belediyelere kayyım atamak söylem-davranış tutarsızlığına işaret eder.
Liderlerin çatışmadaki pozisyonlarını mutlak almamak gerekir. Gelişen süreçte yeni gelişmeler olabilir ve eğer resmi bir barış süreci başlarsa Bahçeli de koalisyon ortağı olarak ilk duruşuna benzer şekilde yol alabilir. Barış zaten ötekileştirdiğiniz kişi ve gruplarla konuşmaktır, en olmaz denilen grupların konuşmaya başlamasıdır.
Bazı taraflarca zaman zaman “Kürtlerin kandırılacağı” yönünde söylemler sarfediliyor. Bu tür söylemlerin olası bir barışa etkileri nasıl olur?
Çatışma çözümünde yıllarca süren çatışmanın taraflar açısından “farklı” gerçekler ürettiği iddia edilir. Çatışma aynı yere bakıp farklı okumalarda bulunmaktır. Fakat dahası bu “gerçekler” kadar tarafların algıları da barışta yol almada önemlidir. Dolayısıyla ortada böyle söylemler dolaşıyorsa barış sürecinin başarılı kılınması adına bu söylemlerin sahiplerinin neden böyle bir algı içerisinde olduğunu iyi anlamak gerekir. Eğer bu algıların altında yatan korkulara ve ihtiyaçlara dokunacak mekanizmalar geliştirilmezse bu gruplar ya ileride oyun bozucu olarak devreye girer ya da barışın toplumsallaştırılması bu grupların engeline takılır.
Ayrıca her barış süreci önce toplumda bir umut yükseltir sonrasında süreç kötü giderse de umutlar yerini korku, güvensiz ve şüpheye bırakır. Bizdeki barış süreci bittikten sonra yaşananların Kürt halkında böyle bir duygu yaratmış olması bu açıdan doğal. Ama perspektifimizi değiştirirsek, barış süreçlerinin doğasında böyle iniş çıkışlar olduğunu kabul edersek ve barış sürecine inanmamamın alternatiflerinin çoğunlukla şiddet ve çatışmanın devam olduğunu düşünürsek bu kesimleri tedbirli bir iyimserliğe davet etmemiz daha kolay olur.
Son olarak da liderlerin bu tür çıkışlardan önce toplumu barışa alıştırması hayati öneme sahiptir. Bu tür söylemlerin toplumda yer bulmasının bir nedeni de Bahçeli’nin çıkışı öncesi ve sonrası böyle bir hazırlık yapılmamasıdır diyebiliriz. Böyle bir hazırlık olmadığında da bu tür güvensizliklerin olmasını doğal görüyorum.
Kürt sorununun çözümünde uluslararası deneyimlerden ve örneklerden nasıl faydalanabiliriz? Başka ülkelerdeki çatışma çözümü süreçlerinden çıkarılabilecek dersler nelerdir?
Çatışma çözümleri her bir çatışmanın özel olduğunu ve bu yüzden de barış süreçlerinin ancak o çatışmaya özel bir analiz sonrası tasarlanması gerektiğini söyler. Fakat gene de dünyadaki diğer örnekleri incelemek bize hangi koşullarda nelerin iyi nelerin kötü gidebileceği konusunda ipuçları verebilir. Bu tür ipuçları çokça sayıda var. Ben birkaç önemli noktayı sıralayayım sadece: herhangi bir sürece başlamadan toplumsal hassasiyetleri iyi araştırmak, bu konularda önlem almak ve toplumu sürece hazırlamak önemlidir. Örneğin,1998’de Nikaragua’daki Uzlaşma Komisyonu’na, süreçte yanlış anlaşılabilecek hassas konuları araştırmıştır. Başarılı süreçler, toplumca daha kolay meselelerin daha önce konuşulmaya başlandığı, en zor meselelerin ise en sona bırakıldığını gösteriyor.barış süreçlerinin hiçbir zaman salt iki taraftan oluşmadığını kabul etmektir. Barış süreçlerinin başarısı mümkün olduğunca çok aktörün sürece dahil edilmesini gerektirir. Güney Afrika barış sürecinin başarısı olarak genelde bu faktörün göz önünde bulundurulması verilir. Bu kapsayıcılık bir anda olmak zorunda değildir, adım adım da olabilir. Kuzey İrlanda’da, örneğin, müzakere masasına tüm taraflar davet edilmiş, gelmeyenlerin yeri müzakere masasında sembolik olarak tutulmuştur. İlk başta masaya gelmeyi reddeden milliyetçi Protestan kesim, süreç başarıya evrildikçe masaya gelmeyi kabul etmiştir. İkinci önemli faktör ise silahlı grupların varlığının uzun süre kalıcı olduğunun kabul edilmesidir. Çoğu örnek gösteriyor ki silahlı örgütler, müzakereleri devletçe kendilerini kandırmak üzere ayarlanmış süreçler olarak görebiliyor ve silaha son garantilerini almadan veda etmiyorlar. Mesela, Sudan’da SPLM/A (Sudan People’s Liberation Movement/Army), devletle bir çeşit siyasi güç paylaşımı garantisi olmadan ateşkes yapmayacağını belirtmiştir. Keza Guatemala’da da son aşamaya kadar süreç benzer şekilde ilerlemiştir. Son fakat en önemli faktörlerden biri barış sürecinin aynı zamanda birçok kanalda diyaloglar olarak sürdürülmesidir.
Kimlik, kültür ve dil konularının çözüm sürecinde nasıl ele alınması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Bu soruyu çatışma çözümü ve siyaset biliminden ayrı ayrı cevaplandırabiliriz. Çatışma çözümünden baktığımızda bu konular çatışmanın tarafları açısından çatışma konularıdır ve tarafların bu konularda farklı pozisyonları vardır. Örneğin, Kürt hareketinin ana dilde eğitim istemesi ve hükümetin bu konuda uzlaşmaz duruşu bu konudaki pozisyonlarıdır. Çatışma çözümü literatürü der ki tarafların pozisyonları altındaki çıkarlara ulaşırsak bir ortak payda da da buluşabiliriz. Fakat buraya ulaşmak için taraflar arasında diyaloğun ilerlemesi için belli bir güven ortamının oluşturulması lazımdır. Kimlik hakları müzakere edilemeyecek temel ihtiyaçlardır ama taraflar bu ihtiyacın iki tarafı da memnun edecek şekillerini müzakere edip bir uzlaşıya varabilir.
Siyaset bilimi açısından baktığımızda etnik çatışmaların hemen hemen hepsinin barış ile sonuçlanmasının ancak bu sorulara yanıt veren formüller üreterek olduğunu görüyoruz. Amerika’daki Kroc Ensititüsü Barış Anlaşmaları Matriksi’ne göre 1989-2013 arasında dünyada toplam 35 iç savaş sonrası imzalanmış barış anlaşması bulunmaktadır. Bu anlaşmalar yaklaşık 51 farklı hüküm içermektedirler. Bunların büyük kesimi (32 tanesi) bir çeşit siyasi güç dağılımı modeli (örneğin federasyon, v.b.), anayasal değişiklikler, kendi geleceğini tayin hakkı ve/veya azınlık haklarının koruma altına alınmasına dair şartlar içermektedir.
Toplumsal barış nasıl sağlanır? Türkiye’de artan kutuplaşmayı da hesaba kattığımızda toplumda güven inşası nasıl sağlanabilir?
Toplumun bir araya getirildiği, birbirleriyle konuştuğu, önyargıların masaya koyulduğu, iyileşme, yakınlaştırma çalışmalarının yapıldığı modellere ihtiyaç büyük. Çatışmalar hem liderler hem de toplumlar arasında kutuplaşma yaratır. Bu kutuplaşmalar çatışma tariflerini ve barış isteklerini değiştirir, algılarımızı etkiler. 40 yıllık çatışma hemen hemen her konuda toplumda farklı hikayeler üretmiştir. Bu farklı hikayelerin kamusal alanda dinlenebilir kılınması barış için en önemli adımdır. Öteki gördüğünüz kişi ve grupların hikayelerinin doğruluğuna inanmak zorunda değilsiniz ama o farklı hikayelerinin dinlenmesi için eşit zemini yaratmak zorundasınız. Yıllarca düşmanlaştırdıklarınızı bir sabah uyanıp dost olarak görmek zor bir şeydir. Ama hikayeler insanlar arası kuvvetli bir bağ kurar. Çatışmanın her kesimde farklı “gerçekler” yarattığını kabul etmek karşınızdakinin meşruluğunu kabulü de getirir. Daha çok kaliteli temasa, daha çok konuşmaya, belki sanat yoluyla birbirimize dokunmaya ihtiyacımız var.
Bir başka konu da liderlerin süreci topluma iyi anlatabilmesidir. Müzakerelerin başarısını etkileyen en önemli şeylerden birisi süreç başlamadan önce toplumun sürece hazırlanmasıdır. Barış, yıllarca düşmanlaştırdığınız kesimle insani bir düzlemde konuşma sürecidir. O yüzden yıllarca “hain, düşman, terörist” dediğiniz kesimi toplum nezdinde insanlaştıran bir dili benimsemeli ve konuşmanın önemi topluma anlatılmalıdır. Önceki barış sürecinde bu, “anneler ağlamasın” sloganıyla toplumsal dile evrilmiştir. Çünkü bunun Türk toplum normlarına en uygun, en kolay ve en hümanist bir dil olduğu düşünülmüştür. Bu her ne kadar kadınların rolünü sadece anneliğe kıstırmış, erkeklerin rolüne de değinmemiş olsa da çok etkili olmuş bir slogandır. Böyle bir süreçte de benzer sloganlara ihtiyaç var gibi duruyor. Fakat toplumda tüm ötekileştirilmiş kesimlerin eşit vatandaşlık üzerinden devletle ve tüm toplumsal kesimlerle yeniden bir bağ kuracaklarına dair güven oluşturucu adımlar atılmalıdır. Bunun için farklı kesimlerin vicdanını zedeleyen kamusal alan isimlerini değiştirmekle başlanabilir, örneğin. Bu sadece barışın Kürtlere değil tüm topluma fayda sağlayacak bir süreç olduğuna dair kanıları da arttıracaktır.
Tam da burayı açmak gerekirse, Kürtlerin bu toplumda barış kelimesini en çok sarfeden kesim olduğunu da hesaba katarak soracak olursak: Barış sadece Kürtlerin faydasına olacak bir şey mi?
40 yıllık çatışmanın maddi, manevi sonuçlarına baktığımızda kim barışın sadece Kürtlerin faydasına olacağını söyleyebilir ki? Toplumun her kesiminden insanın hayatına mal olmuş, 40 yıldır milli bütçemizin çok önemli bir bölümünün silahlı çatışmaya harcanmış ve hala da harcanıyor olduğunu bilmek bile çatışmanın bize maliyetini göstermeye yeter. Topluma barışın neler kazandıracağını göstermek bu yüzden önemli. Barış tüm topluma huzur ve refah vadeder. Fiziksel şiddetin durduğu, çatışmaya harcanan maddi kaynakların eğitim, sağlık, altyapı gibi alanlara aktarılacağını bilen biri barışın sadece Kürtlerin çıkarına olduğunu iddia etmekte zorlanır.
Kadınların ve gençlerin barışın inşasındaki rolü nedir, ne olmalıdır?
2000li yıllara kadar dünyadaki eğilim kadınların ve çocukların çatışmaların sadece mağduru olarak yansıtılması idi. 2000’de BMGK’inden geçen 1325 nolu karar bu açıdan bir dönüm noktasıdır. Bu ve sonrasında geçen 9 BMGK kararı kadınların barış yapmadaki aktif rollerinin altını çizmiştir. BMGK 1325 sonrasındaki birçok barış sürecinde kadınların barış masasında gözlemci, müzakereci ve arabulucu olmaları için hem devletler hem de uluslararası örgütler ısrarcı olmuştur. Fakat ne yazık ki hala bu rollerdeki kadınlar çok az sayıdadır. Oysa yine çalışmalar göstermektedir ki kadınların barış masasında olmaları hem görüşmelerin barışla sonuçlanma ihtimalini yükseltiyor hem de barışın daha kalıcı olmasını sağlıyor. Gene çalışmalar gösteriyor ki kadınlar barışın toplumsallaşması ve özellikle farklı kesimlerin bir araya getirilecek toplumsal uzlaşının sağlanmasında önemli birer kaynaklar. Bu yüzden barış süreçlerinin her aşamasında ve her seviyesinde daha çok kadın temsiline ihtiyaç vardır.
Gene BMGK 1325 gibi 2015 yılında gençlerin barışa katılımın önemini vurgulamak üzere BMGK 2250 kararı çıkmıştır. Bu ve sondan sonra gelen 2 karar da gençlerin barış inşasındaki çabalarını tanıyarak, üye devletler, BM ve sivil toplum tarafından geliştirilecek politika ve programlara temel oluşturacak bir dizi yönerge sunmuştur. Barışın en çok da gençlerin hayatını etkileyecek bir karar olduğu düşünüldüğünde özellikle toplumsal barış inşası çalışmalarında gençlere aktif roller biçmek önemli.
Medyanın buradaki rolü nedir?
Genel olarak 3 tür barış liderliği vardır: üst düzey, orta düzey ve halk düzeyi. Medya, orta düzey dediğimiz yani direkt siyasa yapıcı olmayan ama siyasa yapıcıları ve halkı etkileyebilecek bir aktördür. Barış gazeteciliği dediğimiz bir kavrama göre gazetecilerin çatışmaları ele alırken şiddeti teşvik etmek yerine çözüm odaklı ve barışa hizmet eden bir yaklaşım benimsemesi önemlidir. Bu tür gazetecilik, haberlerin nasıl seçildiğini, çerçevelendiğini ve sunulduğunu dikkate alarak, çatışmaların yalnızca şiddet boyutlarına odaklanmak yerine, nedenlerini ve çözüm yollarını ele almayı amaçlar. Barış süreçlerinde bu tür gazetecilik, barış sürecine zarar verebilecek kışkırtıcı içeriklerden kaçınmayı, “biz ve onlar” söylemi yerine, empatiyi teşvik eden bir dil kullanmayı gerektirir. Bazıları bu yaklaşımın gazeteciliğin gerektirdiği objektiflikten uzak olduğunu iddia eder. Ama çatışmalar devam ederken taraf tutmanın, çatışmaları alevlendirmenin, sadece bir tarafın söylemini halka iletmenin asıl objektiflikten uzak olduğu unutulmamalıdır. Barışın toplum için bir kazanım olduğunu göz önünde bulundurursak bu süreçte barış gazeteciliğinin ne kadar önemli bir görev olduğunu daha iyi anlarız.
Çözüm süreci olarak adlandırılan dönemde ne tür olumlu gelişmeler ve eksiklikler gözlemlediniz? Sürecin başarısız olmasının nedenleri sizce nelerdir?
Bu konuda farklı açılardan birçok şey yazıldı. Birçoğu da çok doğru analizler. Ben kendi alanımdan baktığımda şöyle analiz ediyorum: Müzakere en az iki taraftan oluşur ve taraflar birbirini kabul ettikçe sürer. Müzakere masası da her iki taraf için de en iyi alternatif olduğu sürece devam eder. Son olarak da masa hem uzlaşı arama yeridir hem de tarafların en çoğunu almak için uğraştıkları yerdir. Kısacası, her aktör için masadan daha fazla karlı çıkacakları bir alternatif doğduğunda masa cazibesini yitirir. AK Parti için daha güçlü olabildiğini düşündüğü yer, HDP ile ittifak yoluyla sistem değişikliğine gidemeyeceğini fark ettiğinde seçimlerin kendisi açısından daha karlı olduğunu düşünmesiydi. Kürt hareketi için ise yeniden şekillenen Ortadoğu’daki dengelerle müzakere masasının alternatifleri doğdu. Yani her iki aktör için de müzakere masası çekiciliğini kaybetmiş oldu.
Geleceğe yönelik olarak, Kürt sorununun kalıcı bir çözüme kavuşması için hangi somut adımlar atılmalıdır? Siyasi aktörlere ve topluma düşen görevler nelerdir?
Daha önce de belirttiğim üzere en önemli mesele sürece başlamadan önce hem toplumun hassasiyetlerini ve ihtiyaçlarını iyi belirlemek ve bunlara karşılık verecek söylem ve metodlar geliştirmektir. Bozulan ilişkilerin tamiri için düşman algılarının bertaraf edilmesi ve güvenin oluşmasını sağlayacak diyalogların oluşturulması, yapıcı ilişkilerin tekrar kurulması için gerekli kurumsal yapılanmalar kadar önemlidir. Toplumsal barışın temeli atılırsa liderler barış sürecinden vazgeçse bile toplum baskıcı bir rol oynayarak onları tekrar diyaloga davet edebilir. İkinci önemli nokta liderlerin barış için ısrarlı, istikrarlı, tutarlı ve samimi olmasıdır. Bu hem kendi aralarında hem de toplumsal seviyede güven oluşturmaları için gereklidir. Üçüncü önemli nokta kapsayıcı barış süreçleri tasarlamaktır. Toplumun her kesiminin en azından bir barış süreci tasarımının içinde bulunmasına dikkat etmek önemli. Son fakat en önemli olarak da şunu söylemek gerekir: liderler için barış yapmak bir siyaset aracıdır. Çıkarları başkasını gerektirdiğinde barış masasını terk edebilirler, barıştan bahsederken bir anda çatışma diline dönebilirler. Oysa barış aktivistleri ve sivil toplum için barış geri dönülmez bir yoldur. Liderler konuşurken kuşkusuz barış için çalışmak daha kolaydır ama bu aktörlerin liderler çatışma diline geri dönse bile toplumsal barış için uğraşmaya ve liderleri barış yapmak için baskılamaya çalışmaya devam etmeleri gerekmektedir.