Yeni bir virajda olup olmadığımızı anlamaya çalışan tartışmalar, Devlet Bahçeli’nin “Yeni bir döneme giriyoruz. Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” sözleri ile başladı. Bu sözün ardından üç soru kamuoyunda yüksek sesle ve hararetle tartışılıyor: “Bu uzatılan el; Kürt meselesinde yeni bir çözüm süreci başlatmak için mi? Yoksa anayasayı bu yasama yılında değiştirmeyi vadeden Cumhur İttifakına DEM partiden destek talebi mi? Daha spesifik olarak söylersek, Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanlığına aday olmasına, görev süresinin uzatılmasına dönük bir pazarlık teklifi mi? Yoksa yeni rejimin iktidarla uyumlu muhalefet arayışında yeni bir adım mı? Bu tokalaşma neyin nesi?”
Bahçeli’nin DEM’lilerle tokalaştığı gün CHP Lideri Özgür Özel ile de geliştirdiği diyalog son iki ihtimali ana akım medya açısından öne çıkarırken, Kürt kamuoyu daha çok uzatılan elin Kürt meselesinde bir çözüm süreci içerip içermediğine odaklanmayı tercih etti. Bir diğer merak edilen konu Bahçeli’nin uzattığı elin ne denli Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve Cumhur İttifakına da ait olup olmadığı, daha da ötesinde o “el” de devletin ne kadar olduğu konusuydu.
Bu merak haftalık grup toplantısında kısmen giderilmiş oldu. Zira bu haftaki grup toplantısında Erdoğan, Bahçeli’ye destek vererek, “Milletin faydasına olacak hiçbir diyalogdan kaçınmayız. Cumhur İttifakı’nın uzattığı elin değerinin muhatapları tarafından da layıkıyla anlaşılmasını umut ediyoruz” dedi. DEM partinin uzattığı “el” konusunu gündemde tutan Bahçeli şu sözleri ile eleştirileri de bir nevi yanıtlar gibiydi: “MHP Genel Başkanı olarak elimi uzattım. DEM sıralarına giderek elimi uzattım, doğaçlama olmayan bu iyi niyetli tutumumu önümüzdeki cumhurbaşkanlığı çarpışması ve yeni anayasa için cephe genişletme olarak görenler, mayın tarlasında söğüt gölgesi arayan zavallı biçarelerdir. Uzattığım el milli birlik ve kardeşliğimiz mesajıdır. Uzattığım el ilk Meclis’in ve Sayın Cumhurbaşkanımızın isabetli sözlerinin meşale gibi yanan aydınlığıdır. Uzattığım el gelin Türkiye partisi olun, gelin teröre karşı olun temennisi ve teklifidir. Biz, durduk yere el vermeyiz. Öylesine yerimizden kalkıp da el sıkmanın merakına tevessül ve teşebbüs etmeyiz. DEM’e evvela düşen sorumluluk uzanan bu samimi elin kıymet hükmünü anlaması ve dahası Türkiye partisi olması yönünde bir eşik olarak algılayıp ve değerlendirmesidir.”
DEM partiden Bahçeli’ye gelen yanıt özetle şöyle oldu: “Türkiye’nin bir toplumsal barışa ihtiyacı var. Biz zaten Türkiye partisiyiz. Kendilerinin ne kastettiğini, ajandalarının ne olduğunu bilmiyoruz… Eğer yeni bir süreç başlatılacaksa bu da ancak yol temizliğiyle olabilecek bir şeydir.” Bu yanıtlar DEM Parti’nin temkinli olduğunu, uzatılan elin amacının daha açık ifade edilmesini, şeffaf ve somut olunmasını istediğini gösteriyor.
İktidar kanadından yapılan açıklamalar ise MHP liderinin DEM Parti ile tokalaşmasının Cumhur İttifakının ve devletin bilgisi dahilinde ve düşünülmüş bir adım olduğunu gösterirken, Cumhurbaşkanlığı ya da yeni anayasa için cephe genişletme adımı olmadığına dair söylem ikna edici olmasa da, uzatılan elin sadece bir iç politika ihtiyacına dayanmadığını da düşündürüyor.
Gelelim Bahçeli’nin devlet ve iktidar adına aldığı inisiyatifin nedenlerini sorgulamaya… Bahçeli’nin bu adımı atma niyeti ne?
Ana muhalefet medyası; Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığını mümkün kılacak olan yeni Anayasa’nın referanduma gerek kalmaksızın Meclis çoğunluğu ile geçebilmesi için DEM Parti’ye ihtiyaç duyduğu iddiasında ısrarlı. Oysa, Cumhurbaşkanlığı adaylığı için daha bir ay önce CHP lideri Özel “Erdoğan’ın aday olmasını ve onu yenerek bu sürecin tamamlanmasını Türkiye demokrasisi açısından sağlıklı görüyorum,” dememiş miydi? Yani adaylık için DEM Partiye ihtiyaçları yok.
Yeni demokratik bir anayasaya Türkiye’nin ihtiyacı olduğu doğru olmakla birlikte, mevcut meclis ve iktidar aklının böylesi bir anayasa için daha çok yol katetmesi gerektiği ise açık. Siyasal ve toplumsal kutuplaşma, ayrışma ve gerilim ortamı bu denli yükseltilmiş iken yeni bir anayasanın -duyulan büyük ihtiyaca rağmen- koşulları henüz ortada yok.
Bu adımlar yeni anayasa için koşulları yaratma, iklimi oluşturma adımları olabilir mi? Olabilir! Nihayetinde Türkiye, toplumu da kapsayan derin kutuplaşmadan çıkabilmek için daha pozitif yönelimlere ihtiyaç duyuyor. Gerilim siyasetinin terki gerekiyor. Daha doğrusu yeni bir toplumsal sözleşmeye giden yol için toplumun krizli halinin de aşılması gerekiyor.
Meram bu ise Bahçeli’nin adımı elbette önemli. Bu nedenle Bahçeli’nin aynı gün hem CHP liderine ilettiği “siyaseten söylenmiş sözlerden kırılmamasına” dair temennisi hem DEM Parti sıralarına giderek uzattığı el aynı kulvarda değerlendirilebilir. Ancak burada bir fark var; Bahçeli DEM Parti ile geliştirilen diyalog da “Barış’tan söz etti!”
Bunun anayasa ile ilgisi ne? Çünkü süregelen ve çatışma üreten bir Kürt meselesi olduğu sürece Türkiye’nin demokratik bir anayasa yapma olasılığı ve koşulu yoktur. Şu koşullarda yapılacak her düzenleme 1924 ve sonrasının revize edilmesini aşmayacaktır. Öyle iddia edildiği gibi önce Türkiye demokratik olsun sonra Kürt meselesi çözülsün gibi bir hiyerarşi reel değildir. Demokratikleşmeyi de kilitleyen bir mesele olarak Kürt meselesi ve demokratikleşme meselesi birlikte, eş zamanlı çözülmek durumundadır.
Peki Cumhur İttifakının bu denli köklü ciddi demokratik bir anayasa yapma isteği var mı? İşte o noktada şüphelerin giderilmeye ihtiyacı var. Bahçeli kurucu dönemin kodlarına atıf da bulunmuş olsa da böylesi bir anayasa için Kürt meselesinde güçlü yüzleşme ve çözüm süreçlerinin gelişmesi gerekecek.
Burada maharet belki de bu anayasa tartışma sürecini Kürt meselesinin çözümüne açılan bir yola dönüştürmekte olacak. Buna koşul var mı? Eğer doğru adımlar atılır ise neden olmasın?
Peki Bahçeli DEM Parti ile tokalaşırken tartışmaların Kürt meselesinde yeni bir müzakere beklentisine dönük gelişeceğini bilmiyor muydu? Elbette biliyordu. DEM Parti ile kurulacak herhangi bir temasın aynı zamanda Kürt meselesi ile kurulan temas olduğunu, partinin alameti farikasının bu olduğunu bilmeyen mi var!
O halde Bahçeli Kürt meselesine dair de bir adım atmış bulunuyor. Bunu Kürt meselesinin sadece içerde gerilim üreten potansiyeli nedeni ile de değil yeni bölgesel konjonktür gereği de yapmış görünüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son haftalarda “İsrail’in hedefi Türkiye” açıklaması pek çoğumuza her ne kadar sür reel gelse de İsrail’in İran’ı savaşa çekme hamlelerinin ardından yaşanacak olası gelişmelere dönük iktidarın bir ön alma hamlesi içinde olduğu gözlerden kaçıyor.
İran’ın İsrail’e yanıt vermesi halinde ya da İran’a olası bir müdahale sürecinin sonuçlarından birinin bu parçadaki Kürtlere ilişkin olacağını öngörmemek için saf olmak gerekiyor. Müdahale yemiş her parçada Kürtler de facto, facto yeni statülere kavuşurken bundan Türkiye’nin etkilenmemesi düşünülebilir mi? İsrail’in Ortadoğu’da Suriye ve İran’ı zorlayan hamleleri bir yandan Rojava’daki statünün resmileşmesini de hızlandırabilir diğer yandan İran’daki parçanın (Rojhilat) yeni bir statüye kavuşmasına da yol açabilir.
Aslında mevcut durumda Ortadoğu’daki koşullar, riskler ve fırsatlar açısından hem Türkiye hem Kürtler için 2011-2014 arasındaki koşulları andırıyor. Ortaya çıkan konjonktürü aktörlerin nasıl değerlendireceği önem kazanmışa benziyor. Örneğin Kürt sorununun çözme yolundaki bir Türkiye bu yeni konjonktürde bölgenin yeniden etkili büyük gücü olma koşulunu yakalayabilir, ya da Suriye’deki hataları tekrarlayarak Türkiye’yi bir felaketin eşiğine getirebilir.
Karışan bölge koşullarında Kürtleri karşısına alan, Kürt karşıtı siyasete odaklanarak gerilimden hegemonya devşirmeyi uman aklın ülkeyi getireceği durum hakkında Suriye politikası küçük bir örnek oluşturuyor.
İktidar bu politikadan ne denli dersler çıkarıyor henüz bilmesek de, Bahçeli’nin adımının bir ön alma girişimi olduğunu düşünmememiz için bir sebep bulunmuyor.
Ancak her ne nedenle bu adım atılmış olursa olsun, ortaya çıkan koşulları Kürt meselesinin çözümüne evirme becerisi göstermek, savaşın büyüdüğü coğrafyada bir barış vahası yaratmak ortak sorumluluk olarak duruyor…