Not: Bu yazı savaşlarda ölen sivil insanları, çocukları savaş zayiatı görenlere uygun değildir.
Barış talep etmenin, barış üzerine yazmanın, konuşmanın son yıllarda retorik düzeyine indirgendiği söylenebilir. Barış, kulağa hoş gelir. Slogana uygundur. Hatta çocuk ismi için idealdir. Fonetik formunu kazanmıştır. Ancak tam yerinde kullanıldığında araya sıkışır gibi hissettirir taraflara. Arkasında başka planları gölgeler gibi görünür. Ötelenir, hırpalanır! Çatışma tarafları açısından hep şüphe ile yaklaşılır. Oysa oldukça sahicidir. Gerçeğin duvarı gibidir. Çarpınca anlaşılır. Gazze’de çocuk felci virüsünün yeniden görülmesi gibi…
Dünya, hegemonya mücadelesinde vekalet savaşlarının gölgesinde hızla karanlığa doğru sürükleniyor. Potansiyel daha büyük savaşların kıyısındayız. Eli sopalı televizyon yorumcularına göre 3.Dünya Savaşı’nın zaten içindeyiz. Rakamlara takılmayalım. İçinden geçtiğimiz hal bu olunca ve daha fazla anlatmanın manası kalmıyor gibi görünse de ırkçılığın değişik formlarıyla varlığını tekrar yükselttiği bir kavşakta ilerliyoruz. Kimlik meselelerinin içi sosyal medya iletişimindeki abukluğun katkısıyla epeyce çeşitlenmiş durumda. Tarih deformasyonu ile yaratılan kimlik tandanslı ideolojik kılıflar, narsisist karakterli lider kültlerinin en kullanışlı aparatı oldu bile. Katılan dinamikleriyle etki alanı geniş olan Ukrayna-Rusya savaşını düşünürsek eğer; küresel ölçekte taraf dinamiklerini çözmek, otoriter rejim dönüşümlerini gözlemek için büyük bir laboratuvar işlevi gördüğünü söyleyebiliriz. Savaş tarafları birbirine benzetir. Şiddet ilkel bir hazza dönüşür. Yaralı bir Rus askerinin drone aracılığıyla çekilen “kendisini öldürememe” görüntüsünü izleyenleriniz olmuştur. İlk gördüğümde konuyu anlayamamanın şaşkınlığı üzerimdeydi. Ölüm görmenin profesyonel mesleğim itibariyle deneyimini yaşıyor dahi olsam durumun saçmalığı hızla rahatsız edici boyuta ulaştı. Silahı tutukluk yapan asker için durum hiç kolay değildi. Varlığına son verme çabasında hayata dair bir şey yoktu. Her şey yok olmak, yok etmek üzerine kuruluydu.
Siyasal açıdan Ortadoğu, 20.yüzyıl’ın bakiyesi olan otoriter rejimler ve hanedanlıklara son 50 yılda güçlendirilen ‘siyasal islam’ın eklenmesi ile daha da içinden çıkılmaz bir hal aldı. Gericileştirilen, sol-sosyalist mücadelelerin budandığı siyasal ortamda, Filistin topraklarının işgalcisi İsrail’in saldırganlığına karşı ülkelerinin üstlendikleri yeni rollere hep birlikte tanıklık ediyoruz. Gazze Şeridi’ne yaklaşık 330 gündür İsrail tarafından yapılan saldırıların bilançosu ise ağırlaşmaya devam ediyor. Gazze Sağlık Bakanlığı’nın açıklamasına göre 7 Ekim’den beri İsrail tarafından öldürülen Filistinli sayısı en az 40 bin 691’e, yaralanan Filistinli sayısı 94 bin 60’a ulaşmış durumda. Son çatışmaların nasıl başladığı, meşruiyeti üzerine hepimizin zaman içinde bir fikri oluştu gibi. HAMAS’ın domine ettiği 7 Ekim saldırıları sonrası başlayan, İsrail saldırganlığıyla boyut atlayan süreçte, küresel ve bölgesel güçlerin hamiliğinde epeyce ateşkes görüşmeleri de yapıldı. Sonuçsuz kaldı. Hastaneler, sivil yerleşim alanları bu zaman diliminde bombalandı. Hastanelerin lojistik ihtiyaçları giderilemedi. Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) açıklamasına göre 885 sağlık çalışanı ve 289 insani yardım görevlisi yaşamını yitirdi. BM, öldürülenlerin birçoğunun görevi başındayken hedef alındığını ifade etti. Cenevre savaş hukukunun hiçe sayıldığı bu süreç, güvenlikçi ve işgalci bir dile mahkûm edildi. Katliam ve yıkımların sonucu yaşananlar, başta çocuklar olmak üzere sivil halkın dramına dönüştü. Devam eden mekânsal yıkımın sonucunda Gazze’de yaşayan her 10 kişiden 9’u en az bir kere yer değiştirmek zorunda bırakıldı.
Dönemsel salgın haberleri aldığımız Filistin için yakın zamanda sonuçları daha geniş bir alana yayılabilecek bir halk sağlığı sorunu ile tüm dünya olarak yüzleştik. Uzun süre sonra ilk Polio vakasının Gazze’de görüldüğü haberini aldık. Poliomyelit ya da halk arasında bilinen adıyla çocuk felci nedir biraz tanıyalım.
Polio, çocuklarda sinir sistemine yerleşerek felce neden olan bulaşıcı bir virüsün yarattığı enfeksiyon hastalığıdır. Genellikle beş yaşından küçük çocuklarda ciddi hasar bırakıcı enfeksiyona neden olduğundan dolayı çocuk felci olarak isimlendirilmiştir. Vakaların %5’i ile %10’u arasında virüsün neden olduğu enfeksiyon ölümcül seyredebilir. 5 yaş altı çocuklarda kalıcı felce yol açan polio virüsü, dışkı yoluyla bulaşan bir virüstür. Yüksek bulaşıcı özelliği olan virüs dışkıların temas ettiği her yolla vücuda girebilirler. Kirli sular, iyi yıkanmamış eller ve hastayla temas bulaş yollarıdır. İsrail yıkımının ortaya çıkardığı yaşanamaz ortamın 25 yıldır ilk çocuk felci vakasına yol açması üzerine devreye giren Birleşmiş Milletler’e (BM) bağlı Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 10 yaş altı 640 bin çocuğu aşılama kampanyası başlattı. DSÖ’nün İsrail’in 1 Eylül’den itibaren belirlenen kesimlerde 8 saatliğine saldırılara ara vermeye razı geldiği açıklaması sonrası, aşılama kampanyasına bir gün erkenden girişildi. Çatışmalara ara verilerek çocukların savaş nedeniyle aksayan aşılarının yapılması kararı alındı. Uygulama da başlamış oldu.
Çocuk felci salgınları, Mısırlılar ve Yunanlılardan 1950’lerin salgınlarına kadar, dünya çapında çocuklar için yaz aylarında bir endişe kaynağıydı. Aşı çalışmaları için 1950’lere gelindiğinde Amerika Birleşik Devletleri’nde Jonas Salk’ın geliştirdiği aşı test edildi. Salk aşısı, ABD hükümetinin onayını alan ilk çocuk felci aşısıydı ve Sabin aşısının yerini alması önerildiği 1961 yılına kadar ABD’de kullanıldı. Salk ve aşısıyla alenen aynı fikirde olmayan bir virolog olan Albert Sabin, canlı zayıflatılmış aşılarla bir aşı oluşturmak için çalıştı. Ocak 1956’da, Soğuk Savaş gerginliklerine rağmen, Moskova Çocuk Felci Araştırma Enstitüsü Müdürü Chumakov ve Sabin arasında geliştirilen işbirliğinin bir sonucu olarak yeni bir aşı üretildi. Sabin, Amerika’da fon sağlanamadığında zayıflatılmış aşısını SSCB’de test edebildi. Bu testler Sabin-Chumakov aşısının güvenli ve etkili olduğunun belirlenmesine yol açtı. Soğuk Savaş gerilimleri, batılı bilim insanlarının ideolojik ön yargıları, SSCB’nin Sabin aşısının etkinliği hakkındaki raporlarını göz ardı etmelerine neden oldu. Bazı Sovyet virologlarının Amerikan Salk aşısına güvenmemesi gibi, Amerikalıların da Sabin aşısı hakkında benzer çekinceleri vardı. Sabin-Chumakov iş birliğinin belgelenmiş başarısı, sonunda Soğuk Savaş’ın ideolojik farklılıklarının üstesinden geldi. Oral canlı virüs aşıları 1962’de ABD’de federal olarak lisanslandı ve Salk aşısının yerini alarak çocuk felcini küresel olarak ortadan kaldırmaya yardımcı olmak için kullanıldı. Aşı ve yaşam, savaşın yok ediciliği karşısında zafer kazanmıştı.
Almanya’nın 1939’da Polonya’yı işgaliyle İkinci Dünya Savaşı’nı başlattığı tarihi hatırlamak ve barışın kıymetini gözler önüne sermek için 1 Eylül Dünya Barış Günü olarak ilan edilmişti. Milyonlarca insanın öldüğü İkinci Dünya Savaşı’ında soykırıma maruz kalan Yahudi topluluğu düşününce, İsrail devletinin saldırganlığının (Tüm Yahudileri temsil etmediğini ve kastedilenin Yahudi topluluk olmadığını ekleyelim) anlamı daha da trajik bir hal almakta. Evet bugün 1 Eylül Dünya Barış günü. Yaşamın kutsandığı bir gün. Gazze’de çocukların polio virüsüne karşı aşılanması için 8 saatlik ateşkesin ilan edildiği gün…
Hatırlanacaktır! Türkiye 2018 yılında Suriye’nin Afrin kentine dönük “zeytin dalı” ismini verdiği askeri harekât başlattığında, “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” diyerek açıklama yapan Türk Tabipleri Birliği Merkez Konsey üyeleri göz altına alınmış ve sonrasında yargılanmışlardı. Ülke gündemi, barış savunucularının linç edildiği, ölümün hamasetle kutsandığı akıl dışı bir atmosfere sokulmuştu. TTB’nin ne kadar haklı olduğunu o zaman görmüştük. Ülkenin muhalif gündeminde birbirinin canını yiyen aydın, entelektüel vs herkes bir kez daha barışa ne kadar sahici yaklaştığını sorgulamalı. Bugün ise Filistin topraklarında tanık olduğumuz şeyler bu tarihi metni tekrar hatırlamamızı zorunlu kılıyor…
Ne demişti TTB Merkez Konseyi:
“ Biz hekimler uyarıyoruz: Savaş, doğada ve insanda tahribat yapan, toplumsal yaşamı tehdit eden, insan eliyle yaratılan bir halk sağlığı sorunudur. Her çatışma, her savaş; fiziksel, ruhsal, sosyal ve çevresel sağlık açısından onarılmaz sorunlara yol açarak büyük bir insani dramı da beraberinde getirir. Yaşatmaya ant içmiş bir mesleğin mensupları olarak, yaşamı savunmanın, barış iklimine sahip çıkmanın birincil görevimiz olduğunu aklımızdan çıkarmıyoruz. Savaşla baş etmenin yolu, adil, demokratik, eşitlikçi, özgür ve barışçıl bir yaşam kurmak ve bunu sürekli kılmaktır.
Savaşa hayır, barış hemen şimdi!”