Başkan babamız ne yapacak?

Reis hazan mevsimini yaşıyor; tarzından, tavrından ve takatinden bu hal gayet net bir şekilde anlaşılıyor. Böyle bir halin vuku bulması da tabii olarak “peki ya sonra” sorusunu akıllara getiriyor. Oturduğu “Beştepe” koltuğuna değil yaşarken, son nefesini verdikten sonra bile bir başkasının oturma ihtimalini tahayyül ettiğini zannetmiyorum. Ve hatta oturduğu koltuğu değil bir başkasına, kendi evladı Bilal Erdoğan’a dahi bırakma ihtimalini tasavvur ettiğini düşünmüyorum. Zira o koltuk, oturan dahil herkesi yok edebilme kapasitesine sahip. Peki Reis’in kafasında ne var? Başkan babamız ne yapacak?

Atatürk’e öykündüğü açık; Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının kurucu babalarından biri, hatta birincisi olarak son nefesini iktidar koltuğunda Dolmabahçe’de verip, akabinde de Çamlıca tepesine defnedilmek istediği ortada. Bu ona hak mı? Elbette hak. Ama kültürel iktidarını inşa edemediği, dönemin ve şartların aynı olmadığı da aşikâr. Zira Atatürk’ün muhalefeti yoktu, Atatürk’ün geride bırakacağı bir ailesi de yoktu. Reis’in ise hem bilenmiş muhalifleri hem de oldukça geniş bir aile efradı var. Yani sadece günü kurtararak yaşamak Reis’in nasibinde yok.

Lakin Reis’in iki büyük nasibi, bir de büyük hasleti var. Nasiplerinden biri Kadir Mısıroğlu’nun da söylediği gibi talihi, diğeri de rakiplerinin onun zekasını oldukça hafife alan ahmakça halleri. Hasleti ise zamanın ruhuna veya dönemin şartlarına göre gelmekte olana ayak uydurabilme ve hatta onun liderliğini üstlenebilme meziyeti; bu hususta kendisine ayak bağı olacak hiçbir inanç veya ideolojiye prim vermemesi, hiçbir acı ya da gözyaşına aldırış etmemesi. Böyle bir adamı yenebilir misiniz? Çok düşük ihtimal. Peki yenilmeyebilir misiniz? Bir ihtimal. İşte o ihtimalin de kuvvetle muhtemel tek bir hali var ki o da pat. Ve pat için şartlar her geçen gün daha da olgunlaşıyor.

Ne kadar sıkıştırırsa sıkıştırsın Abdullah Öcalan ve DEM Parti’nin ona biat etmemesi, ne kadar bunaltırsa bunaltsın Devlet Bahçeli ve MHP’nin Cumhur İttifakı’ndan vazgeçmemesi ve ne kadar çabalarsa çabalasın İmamoğlu-Özel ikilisi ve CHP’nin ıskartaya çıkmaması onun elini kolunu bağlıyor. Ve bu vaziyet hiç istemese de onu pat olmaya, dolayısı ile parlamenter sisteme zorluyor. Neden mi? Çünkü gücü her ne kadar kendisi üzerinde temerküz ettirse ve istihbarat, yargı, bürokrasi dahil tüm birimleri tazyik altına alsa da Tayyip Erdoğan’ın meşruiyet kaynağı devlet değil millet. Atatürk’ün millete ihtiyacı yoktu. Ama Erdoğan’ın ekmek ve su kadar millete ihtiyacı var.

Aksi hal, yani Erdoğan’ın sandığı rafa kaldırması mümkün mü? Elbette mümkün. Lakin o vakit kendi hikayesini ve karakterini çiğneyerek tiran olması gerekiyor ki bu da hem onun adına hem de memleket adına yıkım demek. Tayyip Bey’in buna tevessül edeceğini, ettiği taktirde ise ehli örfün ve devletin buna riayet edeceğini hiç ama hiç zannetmiyorum. O yüzden bu hal olasılıklar dünyasından bir demet ihtimal olmanın ötesine geçmez diyorum.

Bilal Erdoğan üzerinden dile gelen saltanat tartışmalarını ise boş ve hamasi buluyorum. Saltanatın ilgasının üzerinden bir asırdan fazla zaman geçti. Ve bu milletin ekseriyeti Cumhuriyet’i benimsedi, onu içselleştirdi. Buradan dönüş ancak sürreal ve irrasyonel olarak mümkün. Erdoğanların saltanat talebi, memleketin de saltanat derdi yok. Bilal Bey’in AK Parti’nin veya devletin başına geçme arzusu var ise ki olabilir, bunun da saltanatla alakası yok. Zira seçme ve seçilme hakkı anayasal hak. Ayrıca Bilal Bey’in siyaseten Hakan Fidan veya diğer isimlerden aşağı kalır bir yanı da yok. Neden mi? Tek adam olabilmek adına o kadar çok adamı harcadı ki Tayyip Bey, siyaseten kendisi ile birlikte yol yürüyecek kişilikli kimse kalmadı yanında. Fidan dahil mevcut isimlerin hepsi onun gölgesi, gözetimi altında serpildi. Hiçbirinin özgün ve bağımsız bir siyasi hikayesi yok.

Peki Tayyip Erdoğan yine, yeni, yeniden 50+1 alabilir mi? Neden olmasın? Bence alabilir. Zira 22 Ekim gösterdi ki İmamoğlu’nun onu aşacak bir siyasi derinliği ve vizyonu yok. Erdoğan DEM Parti’yi ittifakına dahil ederek ve bir yanına Devlet Bahçeli’yi diğer yanına ise Selahattin Demirtaş’ı alarak yoluna devam edebilir. Lakin 22 Ekim bir şeyi daha gösterdi ki o da şu; Erdoğan’ın artık milletin rızasına dayalı siyaset yapabilecek arzusu ve takati yok. 2014’den bugüne girilen tüm seçimlere terör diliyle ve polis devleti eşliğinde girdi Erdoğan; milletin oyunu rızaya değil korkuya dayalı aldı. 22 Ekim bu dönemi kapattı. Kolay değil, rıza arayarak girdiği son seçimin üzerinden neredeyse 15 yıl geçti. Yani evet, Erdoğan hala 50+1 alabilir, tabi bir şartla; rızaya dayalı siyaset ve norma dayalı devlet. Ama bu pratikte mümkün? Zor ama imkânsız değil.

Tarihte onun vardığı yerden dönen yok; yani bu denli otoriterleştikten sonra dümeni demokrasiye kıran bir lider yok. Birileri çıkıp İsmet Paşa’yı örnek verebilir. Lakin tam olarak öyle değil o iş; 1946’da gösterdiği hukuka aykırı direnç ve 1950’deki harici tazyik göz ardı edilmemeli. Türkiye’nin kronik sorunları Erdoğan ile başlamadı. Erdoğan’ı şeytanlaştırmanın anlamı yok. Zira Erdoğan içinde bulunduğumuz sorunların nedeni değil, neticesi. Diğer siyasilerin onu taşlayarak kendilerini paklamalarının da bu nedenle millette bir karşılığı yok. Eğer dümeni demokrasiye kırabilirse, yani polis devletten vazgeçip norm devlete rıza gösterirse şayet, gerçekten tarihe geçecek bir hamle yapacak. Bu ihtimale dair iyimserim. Tayyip Bey’in hikayesi bana bunun mümkün olduğunu söylüyor; memleket için ideal olanın bu olduğuna inandığı için değil elbet, kendisi için ideal olanın bu olduğunu gördüğü için.

Zarlar atıldı. 22 Ekim ile Rubicon geçildiği ve 27 Şubat ile gemiler yakıldığı için terörsüz siyasete hapsedildi Reis. El ense çekip duruyor bundan dolayı ehli siyasete. 2026 yılı boyunca harici ve dahili hal ve şartların siyasete ne getireceğini bakacak. Sonrasında da oturup düşünecek ve karar verecek; ya 50+1 için rıza aramaya ve norm devlete tamam diyerek son bir kez daha Bismillah diyecek ve meydanlara çıkacak ya da haydi Abbas vakit tamam diyerek AK Parti’yi Bilal Bey’e bırakıp Çankaya’ya çekilecek ve parlamenter sistemde Cumhurbaşkanlığı yaparak yoluna devam edecek. Zira diğer iki ihtimal yok hükmünde; yani Tayyip Bey kaybedeceği bir seçime girmez, Tayyip Bey’den tiran da olmaz.

Türkiye; zamanın durduğu, sürekli aynı güne uyanılan ve bu sebeple de taşların bir türlü yerine oturmadığı, oturamadığı ülke. Türkiye; Tanpınar’ın dediği gibi, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkânı vermeyen ülke. Ama esas sorun bu da değil. Türkiye evlatlarına; bu meşgalenin gereği olarak hayal ve hak edilen huzur ve refah dolu bir yaşam imkânını da sunmayan ülke. Esas sorun bu. Hukuk devleti olmadan ne dağlarına bahar gelir memleketimizin ne de evlerine huzur gelir milletimizin. Ve hukukun temeli eşitliktir; sadece kanunların değil kamunun da önünde eşitlik. 2026’nın ülkemize barış, kardeşlik ve hukuk getirmesi temennisiyle.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.