Bir başkasının ‘yarası’ değil: Barışı insan haklarından örmek
Dilan Kunt Ayan 4 Kasım 2025

Bir başkasının ‘yarası’ değil: Barışı insan haklarından örmek

Her toplum, kendi aynasına bakmaktan çekindiği bir yarayla yaşar. Türkiye’nin aynasında ise yıllardır görmezden gelinen bir yara var: Kürt meselesi. Ama bu mesele, sadece bir halkın meselesi değil; bu ülkenin demokrasisinin, hukukunun, vicdanının ve insanlığının testidir. Çünkü bu yara, bir halkın kimliğinden çok, bu ülkenin adalet duygusunun derinliğini sorgulatır.

Bir ev düşünün. Duvarlarında çatlaklar var. Ama sadece bir odada değil. Belki çatlağın başladığı yer orasıydı, ama zamanla bütün eve yayıldı. Ve biz hâlâ sadece çatlağın başladığı yeri konuşuyoruz; evin tamamının hasar gördüğünü fark etmiyoruz. Oysa bu evde hepimiz yaşıyoruz. Kürt sorununun demokratik çözümü sadece bir etnik grubun değil, bu evin tamamının sağlamlaşmasıdır. Çünkü onarım, sadece duvarları değil; birlikte yaşama iradesini de güçlendirir.

Bugün bir Kürt çocuğu anadilinde eğitim göremediği için susuyorsa, yarın bir Türk çocuğu da düşündüğü için konuşamayabilir. Bugün bir Kürt köylüsünün köyünün boşaltılması göz ardı ediliyorsa, yarın bir Lazın mülkiyet hakkı da bir kalemle silinebilir. Çünkü insan hakları birbirine bağlı bir zincir gibidir; bir halkın hakkı çiğnendiğinde, o zincirin halkası hepimiz için zayıflar. O zincir koptuğunda, hiçbirimiz kendimizi güvende hissedemeyiz.

İnsan hakları, yalnızca mazlumun değil, aynı zamanda güçlü olduğunu sananın da güvencesidir. Zira insan haklarının, adaletin olmadığı bir yerde, güç dediğimiz şey mutlaka gasp edilmeye mahkûmdur. Gücün meşruiyeti, hakla sınırlandığı sürece anlamlıdır; aksi halde güç, önce başkasını sonra sahibini yakar.

Barışı konuşmak, bir halkı salt sevmek değil; insanı, insan olmasından kaynaklı haklarıyla tanımaktır. Kendi hakkımızı korumak için, başkasının hakkını da savunmamız gerektiğini anlamaktır. Tıpkı bir ormanda çıkan yangının yalnızca bir ağacı değil, tüm ekosistemi tehdit etmesi gibi. Barış, bir halkın lütufla elde ettiği bir kazanım değil; tüm toplumun ortak aklıyla ördüğü bir yaşam biçimidir.

Barışı insan haklarından örmek, her kesimi içine alabilecek tek ortak dil olabilir. Çünkü bu dil; kimlik tanımaz, aidiyet sormaz. “İnsan mısın?” diye başlar ve “Hakkın var” diye devam eder. Bugün bir Kürt yurttaş, kimliğiyle özgürce yaşayamıyorsa, bu eksiklik yalnız ona değil, Türk yurttaşa da aittir. Çünkü hak, bir kişiye eksik tanındığında, hepimize potansiyel tehdit haline gelir. O yüzden barışın dili, bir tarafın dili değil; insanlığın dili olmalıdır.

Barış; yalnızca bir “çözüm” değil, aynı zamanda bir tanım biçimidir. Başkasının acısını “benim acım” diyebilme cesaretidir. Bu nedenle Kürt meselesini çözmek, Kürtleri razı etmekten ibaret değildir; Türklere, Lazlara, Ermenilere, Alevilere ve herkese insan haklarına dayalı bir sistem sunmaktır. Çünkü gerçek barış, herkesin kendini güvende ve eşit hissettiği bir toplumsal sözleşmeyle mümkündür.

Yani mesele, bir halkın meselesi değil; bir ülkenin aynaya bakma cesaretidir. O aynada kendimizle, geçmişimizle, suskunluklarımızla yüzleşmeden barışın adı bile eksik kalır.

İşte bu yüzden, insan haklarını temel alan bir barış dili, sadece susturulmuşları değil, konuşmaktan çekinenleri de özgürleştirir. Çünkü hakikat konuşulmadığında, yalan sıradanlaşır; adalet suskunlaştığında, zulüm meşrulaşır. Belki de bu yüzden artık susmak değil, konuşmak zamanıdır. Ama bu kez hakikatle, hakkaniyetle, birbirimizi tanıyarak ve “sana ne yapılıyorsa, bana da yapılabilir” diyerek.

Barışı, bir halk için değil, hepimiz için istemeliyiz. Çünkü barış, ortak yaşamın vicdanıdır; bir halkın değil, bir toplumun onurudur.

Dolayısıyla Kürt meselesini çözmek, Kürtlere bir “iyilik” yapmak değil; Türkiye’nin tüm halklarına insan olmanın iadesidir.

Çünkü barış; bir dilek değil, bir haktır.

Ve bu hak, hepimize aittir.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.