Tarihin tozlu sayfalarında yer alan ama zamanla unutulan acılar vardır. Türkiye tarihi de unutulmaya yüz tutmuş sayısız katliamlarla doludur.
Yaz mevsimi katliam mevsimidir sanki bu topraklarda. Yıllar önce 1943 yazında Van-Özalp’ta 33 köylünün kurşuna dizildiği ‘Muğlalı Olayı’ da bu vahşetlerden biridir.
“Bu dağ Mengene dağıdır / Tanyeri atanda Van’da / Bu dağ Nemrut yavrusudur / Tanyeri atanda Nemruda karşı / Bir yanın çığ tutar, / Kafkas ufkudur / Bir yanın seccade Acem mülküdür /…/ Yiğitlik inkar gelinmez / Teke-tek döğüşte yenilmediler / Bin yıllardan bu yan, bura uşağı / Gel haberi nerden verek / Turna sürüsü değil bu / Gökte yıldız burcu değil / Otuzüç kurşunlu yürek / Otuzüç kan pınarı / Akmaz, / Göl olmuş bu dağda.”
Muğlalı olayı veya Kürtçe adıyla ‘Geliyê Sefo’, 1943 yılı yaz mevsiminde Van’ın Özalp ilçesinde, 33 kişinin hayvan kaçakçılığı iddiası ve 3. Ordu komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın emriyle yargısız olarak kurşuna dizilmesi ve 32’sinin ölümü, birinin kaçması ile sonuçlanan bir olay. Bu olayı yıllar sonra Ahmed Arif ‘33 Kurşun’ adlı şiirinde dile getirir. Sonrasında Günay Aslan, ‘Yas Tutan Tarih’, İsmail Beşikçi de ‘Orgeneral Mustafa Muğlalı Olayı’ kitaplarıyla olayı gündeme getirdiler.
Olaya ilişkin dosya, zamanaşımıyla kapatılıp tozlu raflara kaldırılsa da Ahmed Arif’in bu şiiriyle sonraki kuşaklarca dilden düşmemiştir.
‘Otuzüç Kurşun’, en yaygın Ahmed Arif şiirlerinden biri. Ahmed Arif, bu şiiri bir gazetede yayımlanan bir haberden sonra yazmaya karar verdiğini söylüyor:
“(…) Haberi okudum, başım döndü. Ondan sonra da bu olaya basın yasağı geldi. 20-30 yıl da sürdü bu yasak.”
Ahmed Arif, bir yandan olayın bütününü öğrenmeye çalışıyor, diğer yandan bunu nasıl şiire aktaracağını düşünüyor, bulamıyor:
Düşünüyor ama yılmıyor. Alıyor eline kâğıdı kalemi, yazıyor da yazıyor. Kolay olmuyor elbette, ‘destan’ın tam anlamıyla ortaya çıkışı yıllarını alıyor tabi.
“Vurulmuşum / Dağların kuytuluk bir boğazında / Vakitlerden bir sabah namazında / Yatarım
kanlı, upuzun… / Vurulmuşum / Düşüm, gecelerden kara / Bir hayra yoranım çıkmaz / Canım alırlar ecelsiz / Sığdıramam kitaplara / Şifre buyurmuş bir paşa / Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız.”
Köylülerin İçişleri Bakanlığı müfettişinin sorgulamaları sonucu suçsuzlukları anlaşılır ve serbest bırakılmaları istenir. Fakat müfettişi dinlemeyen Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın emriyle gece yarısından sonra tutuklular jandarma tarafından cezaevinden alınıp, elleri bağlı 33 köylünün 32’si, iki manga askerin yaylım ateşi sonucu oracıkta katledilir. Sadece bir köylü, cenazelerin altında kalarak yaralı bir şekilde sağ kalır. İran’a kaçar. Ahmed Arif bu yaralı olarak canını kurtarmış kişi üzerinden kurgulamış şiirini:
“Baktı otuzüçten biri / Karnında açlığın ağır boşluğu / Saç, sakal bir karış / Yakasında bit, / Baktı kolları vurulu, / Cehennem yürekli bir yiğit, / Bir garip tavşana, / Bir gerilere. / Düştü nazlı filintası aklına, / Yastığı altında küsmüş, / Düştü, Harran ovasından getirdiği tay / Perçemi mavi boncuklu, / Alnında akıtma / Üç topuğu ak, / Eşkini hovarda, kıvrak, / Doru, seglavi kısrağı. / Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde / Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı, / Böyle arkasında bir soğuk namlu / Bulunmayaydı, / Sığınabilirdi yüceltilere.”
Olay, Başbakanlığın 21 Mayıs 1951 tarih ve 5/10-1912- 6/1637 sayılı raporunda da ispatlanır. Katliam emrini verdiği gerekçesiyle yargılanan Orgeneral Muğlalı 2 Mart 1950’de idama mahkûm edilir. Ancak bu ceza yaşı dikkate alınarak 20 yıl hapse çevrilir. Mahkum edildikten sonra Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin “ileri derecede akli yetersizlik” raporu vermesi üzerine Muğlalı, tekrar tahliye edilir.
Olaydan 6 yıl sonra katliamın ağırlığına daha fazla dayanamayan bazı askerlerin, tüm bildiklerini askeri mahkemeye anlatmasıyla katliamın detayları bir bir ortaya çıkar. Gözaltına alınan 33 köylünün Muğlalı’nın emriyle hayvan ahırlarında tutulduğunu ifade eden ve kayıtlara Yüzbaşı Tezer olarak geçen bir asker, köylülere yapılan işkenceleri şöyle anlatır: “33 köylü gözaltına alındıktan sonra bir ay boyunca ahıra konuldu. Köylülerin sırtlarına eyer vuruldu, ağızlarına gem takıldı ve askerler üstlerine bindiler. Ben bu olayın ne kadar iğrenç olduğunu sivil olunca anladım. Orada robot gibiydim. Sivilde kendimi bir cani, bir canavar gibi gördüm. Ne insanlık, ne din ne de imanın askerlikte olmadığını gördüm.”
“Kirvem hallarımı aynı böyle yaz / Rivayet sanılır belki / Gül memeler değil / Domdom kurşunu / Paramparça ağzımdaki.”