Biyoiktidar: Akbaba etkisi
Cegerxwîn Polat 5 Ağustos 2024

Biyoiktidar: Akbaba etkisi

Yıllar önce okuduğum ve önemsiz gibi görünen bir haberde Hindistan’daki Zerdüşt bir topluluk, akbaba nüfusundaki azalmadan yakınıyordu. Haberin geçtiği İndus Nehri Deltası üzerine kurulu ve 20 milyon insanın yaşadığı Karaçi’de sadece 800 Zerdüşt var bildiğim kadarıyla. Akbabalar leşçil beslenmeleriyle pek çok kişi tarafından tiksintiyle karşılansa da Zerdüştlük inancında ölüler için yapılan törenlerde önemli rolleri vardır. Yaklaşık 3 bin 500 yıllık tarihe sahip bu gelenekte, ölüler “sessizlik kulesi” (dakhma) adı verilen yapılar üzerine koyularak akbabalar ve diğer leşçiller tarafından parçalanır. Bir süre çürümeye bırakılan cesetlerin kemikleri, kireç ve fosfora dönüşünce kuledeki kuyuya atılır.

İnanç sisteminde toprağı kirletmeden doğal bir döngü olarak tarif edilen bu ritüelin baş aktörü akbabalar hakkındaki yeni bir haberle yıllar sonra yeniden aydınlanıyoruz. American Economic Review dergisinde, Hindistan’da son 5 yıl içinde fazladan 500 bin insanın ölüm nedeni için yapılan önemli bir bilimsel çalışma yayınlandı. Bu çalışmada, akbaba nüfusundaki dramatik azalmanın bu insan ölümlerine neden olduğu söyleniyor. Başta bu tuhaf ilişkiyi kurmakta zorlanabileceğimiz bu çalışma ile ekosisteme dolaylı bir müdahalenin bile nasıl bir bedeli olduğu gözlerimizin önüne serildi. Malum Hinduizm’de inek kutsal kabul edilir. İneklerin tedavileri için verilen inflamasyon giderici “diklofenak” isimli ilaç ise sıkça kullanılagelmiştir. İnek ölülerini leşçil olarak parçalayan akbabalar içinse “diklofenak” toksik etki göstermektedir (insanlar için bir sorun yok aman). Zamanla akbaba popülasyonu bu döngü içinde azalmış, 50 milyonluk akbaba nüfusu yüzbinlere gerilemiştir. Bu dönemde leşçil fonksiyon gören köpek popülasyonunda ise aşırı artış görülmüştür. Kontrol dışına çıkan döngü, Hindistan nüfusu, hijyen koşulları derken artan kuduz vakaları ve yüzbinlerce insanın ölümü ile sonuçlanmıştır. Doğal döngüye “müdahalecilik” sosyal sonuçlarla beraber biyolojik bedeller ortaya çıkarmıştır.

Biyolojik ve sosyal müdahalecilik, “biyoiktidar” aracı olarak son yüzyılda toplum dinamiklerini kapitalizmin ihtiyaçlarına göre önemli oranda şekillendirdi. Foucault ile düşün hayatımıza giren ‘biyoiktidar’ kavramı disiplin toplumu ve düzenleyici kontroller adını verdiği teknolojiler sayesinde iktidarın tek tek bedenlerde varolduğunu bize söyler. Her bireyi bir polis haline getirerek iktidarı dışarıdan içeriye değil, içeriden dışarıya doğru yayar. Geçtiğimiz yüzyılda biyoiktidar araçları ulus devlet sınırının öjenik saplantılarla örülmesinde faşizme ciddi mevziler kazandırdı. Sağlığın, kalıtımın, ailenin, ‘kanın’ ve ‘normalliğin’ düzenlenmesi ise günümüz dünyasında adeta saplantı halini aldı.  Normatif kriterlerle kendini tanımlama krizi içine giren insanlık işte bu kırılgan zeminde yeni anomaliler sergilemekte. Daha az okuyan, daha coşkulu inanan, dinsel ve ırksal kimlik belirteçlerini daha fazla üzerinde taşıyan bir sosyal ilişki modeline doğru evriliyoruz.

Tüketime açık bu normlar, topluluk motivasyonunda ve mobilizasyonunda bir süre sonra yetersiz kaldığında yeni hikayeler üretme gereksinimi ortaya çıktı. Toplum, son yıllarda içinden geçtiği büyük teknolojik devrimle çelişki gibi görülebilecek şekilde azalan ifade yeteneğini, kendisini “düşmanlıklar” üzerinden daha fazla tanımlamayarak kapatmaya çalıştı. Karşıtlık üzerinden hizalanma ile muktedir blokların parçası olma hazzı bir güvenlik algısı olarak hızla gelişti. Kan ve öfkenin dans ettiği duygu durumunun altında en sakil şekilde bir araya gelen güruhlar tarafından köken, inanç, cinsel yönelim, renk ve sayılamayacak birçok farklılık yaratıcı kötülükle hedef haline getirildi. Topluluk olmanın altında yatan hayatta kalma güdüsü bir yığın beceriksizlik ve kolaycılık tarafından esir alındı. İnsanlaşma süreci tersine bir evrimin döngüsüne kapıldı.

İletişimin hızlandığı günümüz koşullarında düşmanlık üretmenin ve biyoiktidar müdahaleciliğinin yeni oyuncağı sosyal medya kanalları olarak görülebilir. Malum, sosyal medya paylaşım aracı olarak pek muteber olan instagrama ulaşım birkaç gündür durduruldu. Yasak döngüsünde debelenen ülkemizde iktidarın ‘ustaca’ diye nitelendirilebilecek vur kaç manevralarından birisini hep birlikte tekrar izlemeye başladık. Hamas lideri Haniye’nin öldürülmesi üzerinden gelişen tartışmada Meta şirketi ile düşülen ihtilaf gibi gösterilen şeyin aslında “hizaya sokma amaçlı” bir müdahalecilik olduğunu kısa sürede anlamış bulunuyoruz. Erdoğan, ulusal yas ilanı ile ‘Filistin soykırımını’ kendi kusurlarını örtmenin figüranı haline getirmekte beis görmeyerek, iplerin elinde olduğunu günlük bir buçuk milyar liralık bir ekonominin döndüğü bir platform üzerinden göstermenin kolaycılığını ıskalamadı. Biat etsin diye Meta şirketine değil topluma diş gösterdi. İstediği şeyleri yapmanın önüne çıkacak engelleri kolayca ‘yerli ve milli’ diliyle düşmanlaştıran AK Parti iktidarı açısından, başarısızlıklarının üstünün nasıl daha iyi örtüleceğinin araçları yeniden tasarlanmakta. Ağırlıklı genç nüfusun içinde olduğu sosyal medya bağımlılığını hedefleyen ve yoksunluk semptomlarıyla baş etmede zorlanacağı koşulların ucunu gösteren tutumuyla iktidar, hegemonyasını devam dozunu vermekte.

Akbaba nüfusunun azalması nasıl bir anomali üretiyorsa, her müdahalecilik de bir tepki üretir. Muktedirler açısından işler o kadar da kolay yürümüyor. Kırılma anları ve hatları maddeye içkin olduğu gibi topluma da içkindir. Bunu görmek ve göstermekten vazgeçmemek gerekir.

Bu arada merhaba…

 

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.