• Ana Sayfa
  • Gündem
  • Cezaevlerinin üç aylık hak ihlali tablosu: 1.348 hak ihlali, kapasite taştı, tecrit derinleşti

Cezaevlerinin üç aylık hak ihlali tablosu: 1.348 hak ihlali, kapasite taştı, tecrit derinleşti

İHD’nin üç aylık Marmara Cezaevleri Raporu, 1.348 hak ihlali tespit etti. Rapora göre tecrit, sağlık hakkı engeli, şiddet ve keyfi uygulamalar artık istisna değil, cezaevi yönetiminin rutin pratiği haline geldi.

Cezaevlerinin üç aylık hak ihlali tablosu: 1.348 hak ihlali, kapasite taştı, tecrit derinleşti
  • Yayınlanma: 31 Ekim 2025 14:22
  • Güncellenme: 31 Ekim 2025 14:40

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Hapishaneler Komisyonu, Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarını kapsayan üç aylık Marmara Cezaevleri Hak İhlalleri Raporu’nu açıkladı. Türkiye’nin en yoğun mahpus nüfusuna sahip bölgesi olan Marmara’daki cezaevlerine ilişkin hazırlanan rapor, uzun süredir devam eden hak ihlallerinin artık istisna değil, kurumsallaşmış bir yönetim pratiği haline geldiğini ortaya koyuyor.

Rapor, üç ayda İstanbul ve Marmara cezaevlerinde en az 1.348 hak ihlali tespit edildiğini, ülke genelinde ise toplam ihlal sayısının 1.290 olduğu belirtiliyor. Başvuruların ağırlıklı olarak siyasi mahpuslardan geldiği, ihlallerin ise ağırlıklı olarak tecrit, sağlık hakkı engeli, şiddet ve kötü muamele, iletişim yasakları, infaz yakmalar ve keyfi sevk başlıklarında yoğunlaşıyor.

Rapora göre tablo yalnızca cezaevi içi yönetim tercihlerinin sonucu değil; yargı pratiği, siyasi atmosfer ve cezasızlık politikalarıyla iç içe geçmiş yapısal bir sorun biçiminde karşımızda duruyor.

Foto: Erdoğan Alayumat

Kapasite 116 bin kişi aşıldı

Raporda yer alan Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü verilerine göre 1 Ekim 2025 itibarıyla Türkiye cezaevlerinde 420 bin 904 mahpus bulunuyor. Kapasite ise sadece 304 bin 886. Bu da Türkiye cezaevlerinin 116 bin 18 kişi fazla dolu olduğunu gösteriyor.

Bu veri, Türkiye’nin Avrupa’da kişi başına en fazla mahpus barındıran ülkelerden biri olmasının ötesinde, yargının tutuklama makamı olarak kullanıldığı yönündeki eleştirileri güçlendiriyor. İHD raporu, “tutuklamanın istisna olmaktan çıktığı, cezalandırma ve baskı aracı haline geldiği” tespitini paylaşıyor.

Raporda ayrıca 6 bini aşkın 65 yaş üstü mahpus ve 4 binden fazla çocuk bulunduğuna dikkat çekilerek, kapasite krizinin en kırılgan gruplar için hayati risk anlamına geldiği vurgulanıyor. Bu durum yalnızca fiziki kapasite çokluğunu değil, aynı zamanda bakım, sağlık, hijyen ve güvenlik açısından ciddi çöküşe işaret ediyor.

Foto: Erdoğan Alayumat

Başvuruların yüzde 90’ı siyasi mahpuslardan

Raporda üç aylık dönemde İHD’ye 59 başvuru yapıldı; bunların 52’si Marmara’daki cezaevlerinden gelirken başvuruların 54’ünün siyasi mahpuslardan geldiği belirtiliyor.

Raporda elde edilen veriler, politik kimliği bilinen mahpuslara dönük tutumun daha sert, daha izole, daha kısıtlayıcı ve daha düşmanca olduğuna dikkat çekilirken, bu durumun, “siyasi mahpuslar için ayrı hukuk” eleştirisini güçlendirdiği ifade diliyor. Raporda birçok mahpusun “düşman hukukunun cezaevi versiyonu” olarak tanımladığı uygulamalar sıralanıyor: iletişim engeli, sürgün sevkler, disiplin cezaları, infaz yakma ve tahliyelerin engellenmesi

Tecrit derinleşti

Raporun en çarpıcı bölümlerinden biri, tecrit uygulamalarının sıradanlaştırılarak derinleştilmesi. F Tipi cezaevlerinde uzun yıllardır gündemde olan izolasyon, artık diğer cezaevlerine de yayılmış durumda.

Raporda siyasi mahpusların gönderdiği mektuplara yer verilirken mahpuslara gönderdikleri mektuplarla şunlara dikkat çekiyor: “Odalar cezaevinin ücra noktalarına dağıtıldı. Komşu hücredeki arkadaşımızın sesini bile duyamıyoruz. Tek derdimiz ceza değildi, sesimizi birbirimize ulaştırmaktı. Artık o da yok.”

Bu satırlar, tecritin yalnızca disiplin veya güvenlik uygulaması olmadığını; kimlik, dayanışma ve direniş bilincini kırmaya dönük stratejik bir araç olarak kullanıldığını ortaya koyuyor.

Ayrıca rapora göre mahpuslara; Gazete, dergi ve kitap verilmemesi, Kürtçe mektup ve savunmaların engellenmesi, Radyo ve TV sınırlamaları, Telefon cezaları, Spor, sohbet ve ortak etkinlik yasakları gibi iletişim engelleri sistematik şekilde uygulanıyor.

Foto: Erdoğan Alayumat

Şiddet ve kötü muamele

Raporda toplam 269 şiddet ve kötü muamele vakası kayıt altına alınmış durumda. Mahpuslar gardiyanların tehdit, hakaret ve sistematik psikolojik baskı uyguladığını belirtiyor.

Bir mahpus gönderdiği mektupta cezaevi görevlilerinin şu sözlerini aktarıyor: “Bir Kürdü öldürmek kolay. Aynı yere gömmek kolay. Burada geberip gideceksiniz.”

Raporda bu tür ifadelerin yalnızca münferit vakalar olmadığı, benzer ihlallerele ilgili çok fazla başvuru geldiği belirtiliyor. Rapor bu dilin varlığı, yalnızca şiddet iddialarını güçlendirmiyor; aynı zamanda cezaevlerinde nefret ve düşmanlık kültürünün kurumsallaştığına işaret ediyor.

Hasta mahpuslar için kritik alarm

Sağlık hakkı ihlalleri 195 vaka ile raporun ikinci büyük başlığını oluşturuyor. Mahpusların en sık dile getirdiği sorunlar ise şu şekilde:

  • Kelepçeli muayene dayatması
  • Hastaneye sevklerin yapılmaması
  • Revire çıkmış gibi sisteme bilgi girilmesi
  • Kronik hastalıkları bulunan mahpusların tedavi edilmemesi
  • Protez, diyaliz, diyet ve ilaç ihtiyaçlarının görmezden gelinmesi

Raporda Metris R Tipi Cezaevi’nde siroz hastası bir mahpusun 80 kilodan 35 kiloya düştüğü belirtiliyor. Bir başka örnekte Gebze Kadın Cezaevi’nde kelepçeli muayeneyi reddeden bir başka mahpusun tedavi olmadan geri gönderildiği ve hakkında disiplin işlemi başlatıldığı aktarılıyor.

Beslenme, su ve hijyen: ‘Üç kişiye bir tabldot’

Mahpuslar yalnızca disipliner değil, fiziksel varoluşlarını sürdüremeyecek koşullarla karşı karşıya. Raporda, az porsiyon, bozuk yemek, haftasonu su kesintileri, fahiş kantin fiyatları, hijyen malzemesi verilmemesi gibi 219 vakada mahpusların temel yaşam şartlarının ihlal edildiği vurgulanıyor.

Bir başvuruda, 35 kişilik koğuşta 50 mahpus kaldığı, başka birinde 3 kişiye 1 kişilik yemek dağıtıldığı aktarılıyor. Bu tablo, cezaevlerinde yalnızca siyasi haklar değil, en temel yaşam hakkının dahi korunmadığını gösteriyor.

Tahliyeler engelleniyor: Ceza içinde ceza

Raporda en dikkat çekici noktalardan biri, tahliye sürecinin cezaevi idareleri tarafından sistematik biçimde engellenmesi. İdare ve gözlem kurullarının “iyi hal” değerlendirmeleri, siyasi mahpusları içeride tutmanın yeni aracı haline gelmiş durumda.

Mahpuslar, pişmanlık dayatmasını reddettikleri için tahliyelerinin ertelendiğini söylüyor. Bu nedenle bir mahpusun tahliyesi 3 ay, başka bir mahpusun tahliyesi 6 ay ertelenmiş.

Sürgün sevkler arttı

Rapor, mahpusların sıkça ailelerinden yüzlerce kilometre uzağa gönderildiğini söylüyor. Bu uygulama yalnızca mahpusa değil, özellikle yaşlı ve maddi imkanı sınırlı ailelere de ikincil cezalandırma yaratıyor.

Raporda mahpus yakınlarının başvurularına yer verilirken bir mahpus annesinin şu ifadeleri dikkat çekiyor: “Yol parası bulsam bile o mesafeyi kat edecek gücüm yok. Çocuğumu yalnızlığa mahkum ettiler.”

Mektuplar yıllarca teslim edilmiyor

Mahpuslar, cezaevinde görünmez kılınmanın bir yöntemi olarak haberleşmenin kesildiğini anlatıyor. Bazı mektupların yıllar sonra ulaştığı, bazılarının ise hiç verilmediği aktarılıyor. Bu yalnızca haberleşme hakkının ihlali değil; toplumla bağın koparılması anlamına geliyor.

Rapor yalnızca ihlalleri sıralamıyor; bunların bir yönetim modeli haline geldiğini vurguluyor. İHD’ye göre cezaevlerinde, yargı bağımsızlığının zayıflaması, idarenin keyfi güç kullanımı, denetim mekanizmalarının ortadan kaldırılması, cezasızlık kültürü, Siyasi kimliğe göre farklı muamele gibi uygulamalar iç içe geçmiş durumda. Bu tablo, cezaevlerinin yalnızca suçla mücadele veya infaz kurumu değil, siyasi rejimin devamında işlevsel bir aparat olarak kullanıldığını ortaya koyuyor.

Çözüm sürecine rağmen cezaevlerinde kriz derinleşiyor

İHD raporu, Türkiye cezaevlerinde yaşananları “kriz” olarak değil, yapısallaşmış bir insan hakkı ihlali düzeni olarak tanımlıyor. Rapora göre çözüm; tıbbi iyileştirme, personel artırımı veya mevzuat değişikliğinin ötesinde, toplumsal farkındalık ve politik irade gerektiriyor. “Mahpusların içeride verdiği mücadele kadar dışarıdaki dayanışma da belirleyicidir. Kamuoyu duyarlılığı hayati önemdedir” ifadelerinin kullanıldığı raporda dayanışma çağrısı yapılıyor.