Resmi Gazete’de COP31 Genelgesi’nin yayımlandığı 26 Aralık 2025 tarihinde Antalya’nın kentsel kimliğini var eden falezlerle ilgili açılan davanın bilirkişi incelemesi de yapıldı. Bir gün içinde yaşanan bu iki ayrı gelişme, resmi COP takvimi ile zirvenin yapılacağı kentin, sivil toplum örgütlerinin ve hepsinden önemlisi doğanın gündeminin bambaşka mecralarda akmakta olduğunu gözler önüne serdi.
Türkiye’nin COP31’de ev sahipliği talebinin kabul edilmesinde bir Akdeniz ülkesi olması belirleyici oldu. Danıştay 4.Dairesi’nde devam eden yargılamada Akdeniz kıyı ekosisteminde inceleme yapan uzmanların sunacağı bilirkişi raporu, davanın kaderini belirleyecek. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı koordinasyonunda gerçekleştirileceği açıklanan COP31’de ise Akdeniz’in ve gezegenin geleceği için kritik kararlar alınacak. COP30 nasıl bir Amazon COP’u olduysa COP31 için Akdeniz COP’u diyebiliriz.
Antalya Falezleri’nin çok özel jeolojik yapıları Akdeniz Foku, Caretta Caretta ve yarasa yaşam alanlarını barındırıyor. Daha önce “Kesin Korunacak Hassas Alan” ilan edilen falezlerin bir bölümü, geçen yıl daha düşük bir koruma statüsü olan “Nitelikli Doğal Koruma Alanı” haline getirildi. Ekolojik açıdan hassas bu alanın dış müdahalelere ve insan etkinliğine açılması anlamına gelen kararı, şimdi COP31 koordinasyonunu yapacak olan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı aldı. Falezlerin koruma statüsü düşürülen kısmının hemen arkasında bulunan Antalya Müzesi, Eylül Ayı’nda Antalyalıların bütün tepkisine rağmen alelacele yıkıldı. Kentin hafıza mekanlarından biri olan müzenin yıkılmasından sonra buradaki Akdeniz Uygarlığı’nın büyük tarihi mirasının bir parçası olan eserler, şimdi depolarda duruyor. Falezlerin hukuksal koruma kalkanının zayıflaması ve müzenin yıkılması, bu bölgenin ranta açılacağına yönelik endişeleri iyice arttırdı. Kentsel ve ekolojik bu iki boyutu bir arada düşündüğümüzde, Şehir Plancıları Odası ve Jeoloji Mühendisleri Odası’nın davaları birlikte açması daha anlamlı hale geliyor.
Davanın avukatı olarak devam eden yargılamanın ayrıntıları hakkında çok fazla konuşmak istemiyorum. 24 Aralık tarihinde aralarında Antalya Barosu, Akdeniz Üniversitesi Öğretim elemanları Derneği, Antalya Kent İzleme Platformu, Antalya Ekoloji Ağı, sendikalar ve davacı kurum temsilcileri tarafından bir basın açıklamasıyla kamuoyu hukuksal gelişmeler hakkında bilgilendirildi. Antalyalılar ve ekoloji hareketleri davadaki gelişmeleri yakından takip ediliyor.
Akdeniz Üniversitesi’nden jeolog Prof.Dr.Nihat Dipova, literatüre “Antalya Traverteni” olarak geçen oluşumun benzerlerine kıyasla dünyadaki en geniş alana sahip eşsiz bir jeolojik yapı olduğunu ifade ediyor. WWF-(Türkiye Doğal Hayatı Koruma Vakfı) tarafından 2005 yılında Antalya Falezleri, Türkiye’nin 122 ‘Önemli Bitki Alanı’ndan birisi olarak gösterildi. Dolayısıyla Afrika Levhası ile Avrasya Levhası’nın yakınlaşmasıyla milyonlarca yılda meydana gelen bu jeolojik oluşum, doğal, tarihi, kültürel ve kentsel açıdan evrensel bir değer taşıyor. Dipova, falezlerin deniz seviyesindeki ve sıcaklıktaki değişimler, dalga etkisi, yağmur suları, kayaların arasındaki çatlaklar, mağaralar, oyuklar ve kaya düşmeleri ile “yaşayan bir canlı” olduğunun altını çiziyor.
COP31 Genelgesi ile resmi zirvenin verimli tarım alanları üzerinde inşa edilen EXPO 16 Fuar alanında yapılacağı da açıklandı. Bu yer seçimi, ekolojik açıdan son derece talihsiz bir mekânsal tercih olsa da sermaye çevreleri ve siyasal iktidar için bilinçli alınmış bir karar olduğunu söyleyebiliriz. Böylece resmi COP zirveleri için yaptığımız “fuar” eleştirisi tam yerini bulmuş oldu. COP31’de, otomotiv, inşaat veya enerji alanında, şirketlerin düzenlediği ticari fuarların bir benzerinin emisyon ticareti temasıyla gerçekleştirilmesi hedefleniyor. COP31 Genelgesi’nde; “uluslararası kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin, akademik çevrelerin, yerel yönetimlerin ve özel sektör temsilcilerinin katılımı beklenmektedir” denilse de bu “beklentinin” muhatapları, benzer politik tercihleri paylaşan kesimlerle sınırlı kalacaktır.
26 Aralık tarihinde aynı gün meydana gelen gelişmeler, COP31’in yapılacağı 9-20 Kasım 2026 tarihine kadar yaşanacak politik tartışmaların da aksını gösterdi. İklim krizinin hem tarihsel hem de coğrafi çok katmanlı yapısını, “hazırda yapılmış fuar alanı var” kolaycılığı yerine, falezlere ekoloji politik perspektifle bakarak okuyabiliriz. Sermayenin dar, operasyonel ve günü kurtarmaya dönük aklından çözüm beklenmeyeceğini iyi niyetli dostlarımız bile yeterince deneyimledi. Başka bir ifadeyle, Halkların İklim Zirvesi her adımda daha büyük bir ihtiyaca dönüşüyor.




