MHP lideri Bahçeli geçen hafta, tecrit biterse Öcalan’ın gelip Meclis’te konuşmasını, örgütünü lağvettiğini ilan etmesini istemişti. Bir önceki hafta ise içeride barışı tesis etme isteğini bizzat DEM Parti sıralarına giderek duyurmuştu.
Bu çağrılara İmralı ve Kandil’den yanıt da zaman kaybetmeden geldi; Öcalan, tecridin sürdüğünü, koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahip olduğunu belirterek Bahçeli’nin çağrısına yanıt vermiş, muhataplık çağrılarını da kabul ettiğini duyurmuştu. Kandil de, Öcalan’ın geliştireceği süreci esas alacağını belirterek Öcalan’ın örgüt üzerindeki otoritesine işaret etmişti. Hatta bu çağrılarla örülü hızlı gelişen süreç ilk büyük sınavını Ankara ve Rojava saldırılarıyla vermişti.
Geçmiş deneyimlerin ortaya çıkardığı güvensizliğe, temkinliliğe karşın toplum, Bahçeli sözcülüğünde gelişen devlet/iktidar cenahının ajandasını bilmese de barışa dair söylem ve çağrıları kategorik olarak kabul etmeye hazırdı.
Tarafların, toplumda oluşan temkinliliği ve güvensizliği giderecek açıklıkta politikalar üretmesi beklenirken tersi bir şey oldu; İstanbul ve Türkiye’nin en büyük ilçesi Esenyurt Belediyesi’ne baskın düzenlendi, kapılar kırıldı, belediye başkanı Ahmet Özer sabaha karşı bir operasyonla gözaltına alındı ve tutuklandı. Gerekçe; PKK ile iltisak!
“Terör ve iltisak” kavramlarının birlikteliği son yıllarda sadece insanların canına değil hukukun da canına okuyan bir olgu! İddiaların ispat ve yargı süreçleri tamamlanmadan başlayan mahkum edici, hedef gösterici yayınlar, hezeyanlar, kara propaganda nitelikli yayınlar artık ne yazık ki işin doğasına ait.
Tüm bunlar sürece dönük güvensizliği ve temkinliliği derinleştirirken, kayyum ataması, herhangi bir süreç olmadığına dair kanaati toplumda biraz daha güçlendirdi.
Üstüne bir de bölge illerinin deneyimlerinden bildiğimiz kayyum ataması her şeyin tuzu biberi oldu. Baskın düzenlenen belediyenin, DEM Parti’nin “kent uzlaşısı” politikası sonucu CHP listelerinden seçilmiş bir belediye olması, başkanının Kürt olması ise en çok Kürt yurttaşlarda güvensizliği derinleştirdi.
DEM Partili ya da Kürt kimlikli birine dönük uygulamaları Kürt meselesine yaklaşımda bir niyet ilanı olarak okuyan sahada; bu iktidardan bir çözüm ve barış süreci çıkmayacağını, Kürtleri çıkarlarına uygun olarak oyalama ve kandırma isteğine sahip olduğunu ama Kürtlerin kandırılma aşamasını çoktan geçtiğini düşünenlerin sayısı azımsanmayacak kadar arttı. Pek çoğu uygulamayı Kürt sorununun parçası olarak tariflerken, sorunu derinleştirenlerin çözme niyeti ve kapasitesinin olmadığını savunanlar da duyulur oldu.
Esenyurt Belediyesi’ne gerçekleşen baskın, tutuklama ve kayyum ataması, son 8 yıldır kayyumlarla yaşayan Kürtlerde elbette kırılma da yarattı. Kayyum atamalarını bir “irade gaspı” olarak gören bölge halkı, aynı zamanda bu uygulamayı seçme ve seçilme haklarının reddi olarak değerlendiriyor. Yani yurttaşlık haklarının reddi içinde görüyor. Bu nedenle uygulamayı Kürt sorununun güncel sonuçları içinde ele alıyor.
Esenyurt Belediyesi’ne kayyum ataması ile bölgedeki illere kayyum ataması arasındaki önemli bir farka da burada dikkat çekmek gerekiyor. Bilindiği üzere Esenyurt Belediyesi, DEM Parti’nin 2024 seçim stratejilerinden olan “Kent Uzlaşısı” stratejisi ile seçilmiş bir belediye. Bu uzlaşının ana fikri, o kentte yaşayan farklı siyasetlere sahip yurttaşların ortak aday üzerinde buluşturularak bir demokratik birlik kurmasını içeriyor. Bu güç birliği, aynı zamanda bir tür “Demokratik Türkiye” modeli deneyimini de barındırıyor. İşte baskın ve kayyum ataması, esas olarak muhalefet kanadı içinde gelişen bu demokratik birlik deneyimini hedeflemiş oluyor. Kürtlerin önemli bir kısmı, Hakkari’den sonra Esenyurt Belediyesi’ne müdahaleyi üç mesajla okuyor: Bir, kentinde kendini yönetemezsin. İki, Batı’da hiç yönetemezsin! İdari alanların ve siyasi hakların ülkenin batısı açısından bir bütün olarak kapatılmak istendiğine dair bir algı oluşmaya başladı.
Üçüncüsü, Kürdün, Türkiye’nin ana muhalefeti ve muhalif damarıyla buluşmasına bir müdahale olarak yorumlanıyor. Az bir kesim ise bunu “başlatılmak istenen sürece devlet içinde rahatsız bir kanadın müdahalesi” olarak görüyor. Ancak Bahçeli öncülüğünde başlatılan sürecin çerçevesini koyma girişimi olarak görenlerin oranı her geçen gün artıyor. Bu biçimde çerçevelenmiş bir sürecin çözüm süreci olmasının imkansızlığı ortada.
Kürt meselesinin tarihsel ve güncel bağlamlarını sürdüren, barış kavramını resmi ideolojinin sınırlarına hapseden bir aklın çözümün değil çözümsüzlüğün tarafı olabileceği endişesi artıyor.
Öte yandan, son olarak Hakkari’ye kayyum atandığı zamanlarda sokakta insanlar batıya seslenirken “Buraya atanmış kayyum yarın İstanbul’a, İzmir’e, belki de Ankara’ya atanacak kayyum olacaktır.” diyordu. Esenyurt’a atanan kayyumun bu riski yakınlaştırdığına inananların sayısı da artmış bulunuyor.
Kuşkusuz bu baskın ve kayyum atamasının CHP’ye ve diğer muhalefete kimi mesajları da bulunuyor; ilki, artık İstanbul, İzmir dahil CHP’li belediyelere de kayyum atama hakkını kendinde görebilecek bir siyaset tarzının hâkim olabilmesidir.
CHP içerisinde cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda farklı seslerin ve aktörlerin konuşulduğu bir dönemde, olası adaylardan İmamoğlu’nun önünün kesilmesinde elverişli bir uygulama olarak kayyum sistemi artık hayatlarımıza dahil edilmek istenirken, bu uygulama ile CHP içindeki aktörler arasında çelişkileri derinleştirerek tabanı bölme girişiminin de izleri bulunuyor.
Aynı zamanda “Kent Uzlaşısı” stratejisi ile DEM Parti ve Kürtlerle kurulan ortak güç birliğinden rahatsız olan ulusalcı-milliyetçi tabana da bu biçimde göz kırpılırken, yekpare olmayan CHP tabanını bölme isteğinin de bir pratiği denenmiş görünüyor.
Asıl önemlisi, muhalefete DEM Parti ve Kürtlerle olası güç birliğinden uzak durulması mesajı verilmiş oluyor. Bu kesimle bir birlik kurulacaksa bunu ancak iktidar yapar ya da iktidarın çizdiği sınırlar içinde bir ittifak olabilir denmiş oluyor. Aksi halde hepsinin “terörle” ilişkilendirilmesi anlamına gelecektir.
Bir diğer önemli mesajın da Bahçeli sözcülüğünde kurulmak istenen sürece muhalefetin eklemlenme sınırlarına dair olduğunu söylemek mümkün.
Dolayısıyla Esenyurt Belediyesi’ne yapılan baskının da, atanan kayyumun da başlatılmak istenen süreçle doğrudan ilişkili olduğunu düşünmek gerekiyor. Bu adımla iktidar/devlet Kürtlere de, DEM Parti’ye de, CHP ve diğer muhalefete de hem durduğu yeri hem durmalarını istediği yeri göstermiş oluyor. Ancak bu tür hizalama ve yer gösterme eylemlerinin en büyük zararının, daha doğamayan barış sürecine olduğunu söylemek gerekiyor.
Bakalım bu önemli krizi, işin başındaki süreç, aşma becerisi gösterebilecek mi? Bu sınavı verebilecek mi? Göreceğiz.