• Ana Sayfa
  • Kadın
  • Ezidi kadınların Silopi’den İstanbul’a uzanan hikayeleri: ‘Kahramanın Sonsuz Sürgünü’

Ezidi kadınların Silopi’den İstanbul’a uzanan hikayeleri: ‘Kahramanın Sonsuz Sürgünü’

Gülsüme Oğuz’un “Kahramanın Sonsuz Sürgünü” adlı sergisi İstanbul’da açıldı. Sergi; kadınların hikâyelerini, yaşadıklarını, yolculuklarını, göçlerini ve sürgünlerini konu alıyor ve ilhamını Ezidi kadınlardan alıyor.

Ezidi kadınların Silopi’den İstanbul’a uzanan hikayeleri: ‘Kahramanın Sonsuz Sürgünü’
  • Yayınlanma: 28 Aralık 2025 11:06

Sanatçı, psikolog ve insan hakları aktivisti Gülsüme Oğuz, ‘Kahramanın Sonsuz Sürgünü’ adlı sergisini Silopi ve Diyarbakır’dan sonra İstanbul’da açtı. 2014-2016 yılları arasında Ezidi kadınların hayatta kalma mücadelesine psikolog olarak tanıklık eden Gülsüme Oğuz, o yılları sanatın diliyle anlatıyor.

Bu serginin, Ezidi kadınların göç yolculuğuna dikkat çekmek amacıyla Silopi’den başladığını ifade eden Gülsüme Oğuz, Silopi Ezidilerin göç yolunda hayati tehlikeyi atlattıktan sonra ilk gittileri yer olduğunu hatırlatıyor.  Silopi’de onları karşılayan ilk gönüllülerden biri olarak aynı zamanda Silopi halkının büyük bir özveri ve dayanışmayla Ezidileri ağırladıklarına da dikkat çekmek istediğini belirtiyor.

“Bu sergi aynı zamanda benim kişisel hikayem, benim gözümden bir dayanışmanın hikayesi” diyerek sözlerine devam eden Gülsüme Oğuz, katliam gibi örgütlü bir kötülüğün karşısında hızla örgütlenen iyilik hareketine de vurgu yapıyor.

‘Kadınlar, insanlık tarihinin gerçek kahramanları’

2014–2016 yılları arasında kamplarda Ezidi kadınlar ve çocuklarla çalıştığını anlatan Gülsüme Oğuz, serginin adındaki ‘kahraman’ vurgusunun anlamlı bir tercih olduğunu söylüyor: “Kadının sürgünü demek bana yetersiz geldi. Çünkü kadınlar insanlık tarihi boyunca kahramanlık gösteriyor. Gebelik, doğum ve yaşamı sürdürme çabası başlı başına bir kahramanlık.” 

Kadınların doğum ve annelik deneyiminin çoğu zaman görünmez kılındığını belirten Gülsüme Oğuz, “Doğum hem kadın hem de bebek için hayatı risk taşıyan bir süreç. Kadınlar bunu insanlık var olduğundan beri yapıyor. O yüzden buna kahramanlık demek doğru” diyor.

Kamplardan sergiye taşınan tanıklıklar

Bir psikolog olarak kamplara gittiğini ve Ezidi kadınlara ruhsal destek vermeye çalıştığını anlatan Gülsüme Oğuz, bu süreçte biriken hikâyelerin kendisi için de ağır bir sorumluluk olduğunu söylüyor. “Bu hikâyeleri içimde tutmak benim için çok zor ve ağırdı. Aynı zamanda Ezidilerin bana bıraktığı bir mirastı: “Bizi anlat, bunları anlat! Anlat ki bir daha yaşanmasın.”

Bu mirası hakkıyla paylaşabilmek için pek çok disiplinden yararlanan Gülsüme Oğuz, “Tarih erkeklerin savaşlarını ve zaferlerini yazıyor. Kadınlığın tarihini okuyabileceğimiz bir yazıtımız yok. Ama olsaydı, kadınlar barışı yazardı; eminiz. Neden kadınlar barışçıl diye düşünürsek cevabı çok açık: Türün devamlılığı bize emanet” ifadelerini de kullanıyor.

“Hiçbir kadın, karnında büyüttüğü, doğurduğu, emzirdiği ve kendi başına hayatta kalabilmesi için yıllarca emek verdiği çocuğunun hayatını çıkar için tehlikeye atmaz. Aksine ona güvenli ve huzurlu yaşam alanı kurmak için ne gerekirse yapar.” 

Kadınlık halleri ve bastırılan kimlikler

Sergide yalnızca Ezidi kadınların değil, modern dünyadaki kadınlık hallerinin de işlendiği sergide, modern toplumun kadını ‘mum gibi, sessiz bir dekor’ haline getirmeye çalıştığı görülüyor. Gülsüme Oğuz, “Kadınsı yönlerimiz bir kusurmuş gibi budanmaya çalışılıyor. Bu yüzden mücadelemiz ve hikayemiz sürüyor” diyor.

Eserlerinde Anadolu ve Mezopotamya kültüründen motiflere de yer veren sanatçı, özellikle ‘eli belinde’ ve ‘koç boynuzu’ motiflerinin kadın gücünü temsil ettiğini ama her iki sembolün de günümüzde anlam bozumuna uğratıldığını da söylüyor:

“Söyleyecek sözü olan kadın elini beline koyma cesareti göstermeli. Bu bir meydan okuma olarak da algılanabilir. Aksi halde sesimiz kısılır ya da sözlerimiz erkekler tarafından çalınır.”

‘Kadınlık Zırhları’ ve görünmeyen şiddet

Serginin önemli bölümlerinden biri olan ‘Kadınlık Zırhları’, kadınlara yönelik tarihsel ve güncel şiddeti ele alıyor:

“Savaşlar, erkeklerin arasında ama kadınların bedenleri üzerinde gerçekleşiyor. Erkekler kendilerini koruyacak zırhlar yaptı ama kadınları ganimet olarak gördüğü için onu savunmasız bıraktı.”

Bu eserleri özellikle Ezidi ve Rojavalı kadınların anısına yaptığını söyleyen Gülsüme Oğuz, her birinin gerçek bir kadının hayat hikayesini temsil ettiğini paylaştı.

Her biri birbirinden farklı toprak ve renkler kullanılarak farklı topraklarda kadınların benzer hikayeleri yaşamaya devam ettiğine vurgu yapılmak isteniyor.

‘Kendini doğuranlar’

Serginin son bölümünde ‘kendini doğuranlar’ kavramı öne çıkıyor.

Kürtçede ‘doğa’ kelimesinin ‘kendini doğuran’ anlamına geldiğini hatırlatan Gülsüme Oğuz, “Hayat boyunca pek çok şeyi geride bırakarak olgunlaşıyoruz. Bebeklik, çocukluk, ergenlik tıpkı bir kabuk gibi geride kalıyor. Tıpkı doğa gibi” diyerek serginin umuda açılan yönüne dikkat çekiyor.