Mısır’da 13 Ekim’de düzenlenen Gazze Zirvesi, barış adı altında yeni bir bölgesel düzenin ilanı niteliğindeydi. Trump’ın sahne şovuna dönüşen toplantı, diplomasi ile güç gösterisi arasındaki çizgiyi bir kez daha belirsizleştirdi.
Mısır uzun süredir kaybettiği diplomatik ağırlığını yeniden kazanmak istiyordu. Şarm el-Şeyh’te yapılan zirve, Kahire yönetimi için bu amacın sahnesine dönüştü. Mısır Devlet Başkanı darbeci Abdülfettah el Sisi ev sahibi olarak barışın sesi gibi görünmeye çalıştı, ancak bu rol boş bir vitrindi. Zirveye damgasını vuran isim ABD Başkanı Donald Trump oldu. Her zamanki teatral üslubuyla, barıştan değil güç ve çıkarlardan bahseden bir tablo çizdi.
Avrupa’dan Macron, Meloni ve Starmer; Arap dünyasından Sisi, Sudani ve Al Thani; Asya’dan Azerbaycan cumhurbaşkanı Aliyev, cumhurbaşkanı Erdoğan dahil 20’den fazla devletin yöneticisi oradaydı. İsrail yoktu, fakat masadaki her cümle doğrudan veya dolaylı olarak İsrail’in güvenliği etrafında döndü. Bu zirve mağdurları değil sponsorları bir araya getirdi.
Trump ve yeni Ortadoğu
Trump’ın sahnedeki performansı diplomatik bir temsilden çok televizyon gösterisini andırıyordu. İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’ye seslenmesi, Macron’un ciddi tavrıyla alay etmesi, Irak Başbakanı Sudani’ye takılması, bir dünya liderinin diplomasi anlayışını değil sahte bir özgüveni yansıtıyordu. ABD Başkanı savaşın ortasında bile kendi merkezinde dönen bir mizah üretti.
Trump’ın dilinde Yeni Ortadoğu ifadesi sık sık tekrarlandı. Ancak bu düzen barışla değil bölgesel sermaye ağlarıyla tanımlanıyor. Sunulan Gazze planı, İsrail’in rehineleri almasıyla sınırlı bir metne dönüşmüş durumda. Hamas’ın elindeki rehinelerin serbest bırakılması Trump tarafından barışın ilk aşaması olarak sunuldu. İkinci aşamada ise Gazze, uluslararası gözetim altında yeniden yapılandırılacak. ABD, İsrail, Mısır, Katar ve Türkiye, BAE ve Suudi Arabistan güvenlik garantörü olarak konumlandı. Filistin’in iradesi bu tabloda bir kenara itildi.
Gazze’nin geleceği yine Filistinliler dışında herkesin elinde şekilleniyor. Barış değil vesayet kuruluyor. Filistin’in yeniden inşası adı altında yeni bir ekonomik sömürü zinciri örülüyor. Silah şirketleri, inşaat tekelleri ve enerji konsorsiyumları bu zincirin parçaları. Gazze’nin yıkımı artık kârlı bir yatırım alanına dönüştü. Ortadoğu’nun yeni düzeni savaş ekonomisinin diplomasi kılığına bürünmesinden ibaret.
Filistin tarafı bu tabloda edilgen bir rol oynamak zorunda kaldı. Filistin Yönetimi sınırlı düzeyde temsil edildi, Hamas davet edilmedi. Filistin halkının adı geçse de sesi duyulmadı. Trump Kudüs’te yaptığı konuşmada Filistin devleti ifadesini hiç kullanmadı. Aynı gün İsrail meclisinde Hadash lideri Ayman Odeh ve vekil Ofer Cassif, Filistin’i tanıyın pankartı açtıkları için dışarı çıkarıldı. Odeh sadece en temel talebi dile getirdiğini söyledi. Bu kadar yalın bir cümlenin bile suç sayıldığı bir çağda barıştan söz etmek yalnızca sahne dekorudur.
Barış fotoğrafının arkasındaki ortaklıklar
İsrail’deki ziyareti uzayan Trump, Şarm el-Şeyh’teki Gazze zirvesine gecikmeli katıldı. Bu gecikme sembolik olarak çok şey anlatıyor: ABD diplomasisinin merkezi İsrail’dir.
Şarm el-Şeyh’te verilen aile fotoğrafı diplomatik tarihe ironik bir kare olarak geçti. Gazze’de binlerce sivilin yaşamını yitirdiği bir dönemde, bu katliamın dolaylı veya doğrudan destekçileri yan yana poz verdi.
Fotoğraftaki ülkelerin her biri savaşın bir noktasında askeri, ekonomik veya lojistik katkı sağladı. İtalya, İsrail ordusuna mühimmat sağlayan Leonardo şirketinin ülkesi, aynı zamanda Başbakan Meloni ülkesindeki savaş karşıtı grevlere karşı sert tutum aldı. Livorno liman işçilerinin İsrail gemilerini limana sokmama eylemi Avrupa işçi hareketinin vicdanını temsil ediyordu.
Fransa, Marsilya liman işçileri İsrail’e makineli tüfek parçaları sevkiyatını reddetse de resmi düzeyde silah ihracatını sürdürdü. Amnesty International Fransa, Paris yönetimini soykırıma ortaklıkla suçladı.
Azerbaycan İsrail’in en büyük petrol tedarikçisi durumunda. Gazze bombalanırken Bakü-Tiflis-Ceyhan hattı üzerinden İsrail’e giden petrol akışı hiç durmadı.
Mısır, 35 milyar dolarlık enerji anlaşmasıyla İsrail’le ticari ilişkilerini derinleştirdi. Başbakan Medbuli ticaretin siyasetten bağımsız olduğunu söyleyerek ekonomik meşrulaştırma örneği sundu.
Türkiye en sert söylemlerine rağmen aynı çizgiyi pratiğinde izledi. 3 Mayıs 2024’te ticaretin durdurulduğu açıklanmasına rağmen, İsrail İstatistik Ofisi verileri Türkiye’den yapılan ihracatın sürdüğünü ortaya koyuyor.
Zirvenin resmi gündemi yeniden inşa idi. Ancak bu yıkımı durdurmak değil yönetilebilir hâle getirmek amacını taşıyor. İtalya’nın mühimmat tedarikçileri, Fransa’nın silah ihracatçıları, Azerbaycan’ın enerji hattı, Mısır’ın milyarlarca dolarlık gaz anlaşması ve Türkiye’nin devam eden ticareti bu düzenin ekonomik damarlarını oluşturuyor. Gazze yeniden inşa edilecek bir şehir değil yeniden tanımlanacak bir pazar hâline geliyor.
Trump’ın Yeni Ortadoğu söylemi aslında bir çıkar bloğunun devamını gösteriyor. Enerji, silah ve güvenlik sektörlerinde milyarlarca dolarlık anlaşmalar barış başlığı altında yürütülüyor.
Esir takası, işgalin ve direnişin iki zıt yüzü
İsrail ile Hamas arasındaki esir takasından çekilen fotoğraflar çok şey söylüyor. Abluka altındaki Gazze’den İsrailli rehinelerin sağlıkları yerinde teslim edilmesi ve İsrail’de lüks arabalarla karşılanması işgalin ve direnişin iki zıt yüzünü ortaya koydu.
Bir yanda soykırımcıların kırmızı halılı ve şampanyalı kutlamaları vardı. Diğer yanda yoksul ve emekçi Filistin halkı Nasır Hastanesi önünde plastik sandalyelerle kurduğu tören alanında yakınlarını kucaklıyordu.
Hamas’ın teslim ettiği hayattaki 20 İsrailli rehine İsrail’e ulaştığında lüks arabalarla karşılandı. Sağlıkları yerindeydi ve İsrail sağlık örgütleri durumlarını doğruladı. Gazze ve Batı Şeria’ya otobüslerle taşınan 2 bine yakın Filistinli tutsağı karşılayan halk işkence ve açlıktan yaraları hâlâ görünür hâlde olan, bazıları tekerlekli sandalyede, bazıları halsizlikten yürüyemez haldeki yakınlarını kucaklıyordu.
Unutulmaz aile fotoğrafı
13 Ekim’de çekilen aile fotoğrafı bir unutuş belgesiydi. Lüks otellerde verilen pozların arkasında yıkılmış mahalleler ve bombalanmış hastaneler vardı. İsrailli rehineler lüks arabalarla karşılanırken, Filistinli tutsaklar tekerlekli sandalyelerde evlerine dönüyordu. Bir tarafta zafer törenleri, diğer tarafta sessiz yas vardı. O fotoğraf barış kelimesinin içinin nasıl boşaltıldığını gösteriyor.
Ama halklar unutmuyor. Ateşkese gelinen süreçte soykırıma karşı çıkanların eylemleri sürüyor. Küresel Sumud Filosu muazzam bir umut yarattı. Hemen sonrasında Özgürlük Filosu adıyla 11 teknelik yeni bir filo yola çıktı. Amsterdam’da 250 bin kişilik eylem düzenlendi, kent yönetimi İsrail futbol takımlarını yasakladı. Londra’da 500 bin kişi Filistin için yürüdü. Slovenya Netanyahu’yu istenmeyen kişi ilan etti.
Öfke çeken bir soykırımın sonunda İsrail dünya halkları arasında meşruiyetini kaybediyor. Mısır’daki barış fotoğrafı Batılı güçler açısından kötüye giden imajı durdurma girişimi olarak okunabilir. Ancak hiçbir diplomatik jest halkların hafızasını silemez.
Gerçek barış ancak Filistin’in kendi kaderini tayin hakkıyla mümkündür. Filistin halkı direnişiyle ve dayanışma gösterileriyle bunu dile getiriyor. Gerçek barış onların sesiyle inşa edilir, fotoğraf kareleriyle değil. Londra, Paris, İstanbul ve New York’ta sokaklara dökülen binlerce insan bu fotoğrafın yalanına karşı yürüdü. Filistin için adalet talep eden bu sesler bize hatırlatıyor ki gerçek barış Filistin’i tanımakla başlar.