Grev yasağı, demokrasi ve anayasa

Grev yasağı, demokrasi ve anayasa
Grev yasağı, demokrasi ve anayasa
Ercüment Akdeniz
  • Yayınlanma: 4 Ağustos 2025 09:47

600 bin kamu işçisini kapsayan TİS görüşmeleri tıkandı ve üç işçi konfederasyonu grev kararı aldı. Fakat perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Çünkü 2002’den bugüne 21 grev yasaklanmıştı. Yaklaşık 200 bin işçi grev hakkından mahrum bırakıldı. Yıllar içinde grev kavramı hayal haline geldi.

Grev yasağı maden iş kolunda başladı ve 60 günlük grev ertelemesi açıklandı. Adı “erteleme” olsa da bunun aslı buz gibi grev yasağıdır. Zira işçilerin ve sendikaların bir greve hazırlanması hiç de kolay değil. 60 günlük erteleme hem motivasyonun hem de hazırlıkların kırılması demek. Kaldı ki 60 günün sonunda ya ikinci erteleme ya da Yüksek Hakem Kurulu devreye girer. Yani bütün yollar grev yasaklamaya çıkar.

Son grev yasağının gerekçesi yine “milli güvenliği tehdit” şeklinde. Oysa milletin, ulusun veya yurttaşlar topluluğunun asli unsuru işçi ve emekçilerdir. Alın teriyle emek verenler, değer üretenlerdir. Bir milletin asli unsurlarının hak ve çıkarları nasıl milleti tehdit eder? Grev yasakları 12 Eylül Anayasası’ndan kalan bir miras olunca bu garabeti anlamak zor olmasa gerek. Malum, gündemde anayasa tartışmaları da var. Mevcut Anayasa’nın 54. maddesi grev ertelemesi ve yasakları için hükümete yetki veriyor. 2010 yılında yapılan değişikliklerde grev yasağı kaldırılmadı. Dolayısıyla sendikaların salt ücret sendikacılığı yapmak yerine demokrasiyi ve anayasayı tutarlı bir gündem olarak ele alması gerekiyor.

Önceki grev yasaklarında olduğu gibi sendikal bürokrasi yine Yüksek Hakem Kurulu konformizmine sığınıyor. Böylece işçi-işveren arasındaki pazarlık ve mücadele de taca atılmış oluyor. Son 22 grev yasağında başka bir yol açılamadı.

Öte yandan kamudaki TİS süreci sadece kamu işçilerini değil milyonlarca çalışanı etkiliyor. Özel sektör işçileri, asgari ücretliler, kamu emekçileri, emekliler kamu işçilerinde bağıtlanan TİS’ten dolaylı olarak etkilenecek. Anayasa’da yazan sosyal devlet, sosyal hukuk ve sosyal refah ile grev yasakları arasında ciddi bir çelişki ve ayrılık söz konusu. Bu çelişki 12 Eylül’den bugüne devam ediyor.

İşin bir de şu yanı var: DEVA ve Gelecek Partisi liderleri Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni eleştirirken, bu sistemin ekonomiyi zayıflattığını söylüyorlar. Bir dönem AKP iktidarının ekonomi bakanlığını yapan Ali Babacan’a göre 2017 başkanlık sistemine kadar ekonomi şahlanıştaydı. Bu eleştiri bir yere kadar anlaşılır olsa da gerçeği yansıtmıyor. Çünkü grev yasakları 2017 öncesinde de ve sıklıkla uygulandı. Yasaklama kararlarının altında Babacan’ın da imzası vardı. Dolayısıyla grev yasaklarını salt başkanlık sistemiyle değil, 12 Eylül Anayasası ve neoliberal ekonomik politikalarla birlikte tartışmak gerekiyor.

Sonuç olarak, grev yasakları TİS süreciyle başlayıp biten ve ücret sendikacılığına sıkıştırılan bir gündem olmamalı. Ülkenin demokratikleşmesinde işçi ve emekçilerin hakları, üzerinden atlanmaması gereken bir konu. Bu nedenle özgürlükçü ve demokratik bir anayasa için grev yasaklarının kaldırılması öne çıkan başlıklardan biri olsa gerek.