“Hakikat, kasabanın ‘fahişesi’ gibidir…”
Azad Barış 3 Kasım 2024

“Hakikat, kasabanın ‘fahişesi’ gibidir…”

Wolfgang Borchert, Alman edebiyatının önde gelen isimlerinden biri olarak, savaş sonrası topluma ayna tutan ve hakikati savunan güçlü bir ses olarak tarihe geçmiştir. Onun eserlerinde hakikat, insanların görmezden gelmeye çalıştığı, ancak her köşe başında karşılarına çıkan bir hayalet olarak kendini gösterir. Borchert, savaşın travmalarıyla kuşatılmış bir toplumun içsel çöküşünü, bu hakikati sahiplenebilecek etik normlardan yoksun oluşuyla yansıtır. Borchert’in gözlemleri, Orta Doğu ve Türkiye gibi ülkelerde de sıklıkla görülen toplumsal travmalarla benzerlik taşıması açısından dikkat çekicidir. Onun karamsar toplumsal eleştirisi ve savaş karşıtlığı, hakikati hor gören toplumların kalıcı bir huzura ulaşamayacağını açık bir şekilde ortaya koyacak kadar keskindir.

Borchert, bütün düşünce repertuarında toplumun hem hakikatten hem de gerçeklerden kaçışını ve ahlaki ikiyüzlülüğünü incelikle işlemeye konulur. Özellikle savaş sonrası Almanya’da toplumsal düzenin yeniden inşası sırasında beliren ahlaki yozlaşma ve hakikatle yüzleşme korkusu, Borchert’in düşün dünyasında önemli bir yer tutar. Savaşın ardından toplum, yüzleşmekten kaçındığı gerçekleri gömmek ve vicdanını rahatlatmak için kendi tutarsızlıklarını görmezden gelmeyi seçtiğini bizatihi tanıklık eder.

Borchert, toplumun hakikatle olan mesafeli ve yüzeysel ilişkisini cesurca betimlerken en çarpıcı ifadelerinden biri “hakikat, kasabanın fahişesi gibidir, onu herkes tanır, ama sokakta görünce kimse selam vermeye cesaret edemez” sözüdür. Anlam derinliği ağır olan bu söz, toplumun hakikat karşısındaki ikiyüzlü tutumunu açıkça gözler önüne serer. Onun bakış açısıyla hakikat, toplumun utanarak yüz çevirdiği büyülü bir aynaya dönüşür; bilinen ama görmezden gelinen bir mütearifenin silueti. Borchert’in bu sözü, toplumsal değerlerin ve etik normların yerleşmediği her yerde, hakikatin hakir görüldüğünü ancak onsuz da bir nizamın kurulamayacağını hatırlatır. Bilhassa Türkiye ve Orta Doğu gibi bölgelerde, maraz edici gerçeklerle yüzleşme korkusu ve sakınma, etik normların yerleşmesini zorlaştırmaktadır. Hakikat, muktedirlerin kurduğu toplumsal sistem ve konforunu bozan ama yine de görmezden gelinen bir unsur olarak kabul edilir. Borchert’in metaforu, toplum eleştirisinin ötesine geçerek, bireylerin hakikatle ilişkilerinin ikiyüzlülüğünü evrensel manada açığa çıkarır. Borchert’in dili, Weber’in Protestan ahlakı ve kapitalizm eleştirisiyle de paralellik taşır. Weber’in işaret ettiği gibi, bireylerin hem dindar görünme hem de dünya nimetlerine yönelme çabası, hakikati yüzeysel ahlaki normlarla örtbas eder. Borchert, bu durum saptamasını, hakikat sonrası (post-truth) çağın çok öncesinden hem sosyolojik hem de sosyo-psikolojik boyutlarıyla açığa çıkarmaya konulur. Onun hakikat tanımı yalnızca bir gerçek sarılığı değildir, aynı zamanda bireysel ve toplumsal ikilemlerin temsili mevhumdur, çünkü ahlaki riyakârlık ve yüzleşme korkusunun toplumda kalıcı çöküşlere yol açabileceğini bizatihi kendisi yaşamıştır. Bu süreçte bireylerin, kendi içsel değerlerinden koparak toplumsal baskılarla şekillenen bir yaşam sürdürmeye yöneldiğini gözlemlemiştir. Böylece ahlaki riyakârlık, yalnızca bireylerin içsel çatışması değil, aynı zamanda toplumsal dinamiklerin bir yansıması haline gelir. Bu çerçevede, Orta Doğu’daki ahlaki çöküş ve etik normların eksikliği de Borchert’in eleştirisiyle örtüşür. Modern dönemde savaşların ve dış müdahalelerin yarattığı yıkım, bölgede ahlaki değerlerin zayıflamasına ve bir normlar sisteminin kurulmasının imkânsız hale gelmesine neden olur. Hakikat, her ne kadar toplum tarafından bilinse de, onunla yüzleşme cesaretinden kaçınılır. Bu durum, bireylerin içsel korkularının yanı sıra kolektif bir inkârın da yansımasıdır. Dolayısıyla, bu korku ve inkâr, toplumun kendi etik değerlerinden uzaklaşmasına ve uzun vadede huzurunu tehdit eden bir döngü yaratmasına sebep olur.

Orta Doğu’da hakikat, aydınlıkta yüz çevrilen, ancak karanlıkta sığınılan bir dışlanmış figür gibidir. Ahlaki yozlaşmanın temelinde, hakikatin göz ardı edilmesi yatar. Amin Maalouf’un kadim pirlerden ödünç aldığı sözle “iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak” ilkesine göre hakikat, toplumsal uyum ve ahlaki dengenin sağlanmasında kadim bir sorumluluktur. Ancak bu sorumluluğun reddi, toplumda ahlaki çürümeyi derinleştirir. Borchert’in hakikat üzerine çelişkili ilişkiyi betimleyen sözü güncelliğini yitirmemiştir; hakikat, sadece bireylerin değil, toplumun bütünlüğü için de bir tehdit ve sorumluluk kaynağıdır. Maalouf’un bu düsturu doğrultusunda bireylerin ve toplumun ahlaki sorumluluğunu üstlenmesi gerekir. Ancak çoğu zaman bu sorumluluk göz ardı edilerek sahte bir düzen inşa edilir. Özellikle Orta Doğu’da iktidar odakları ve çıkar gruplarının etkisiyle ahlaki sorumluluk sıklıkla unutulmuş ya da bastırılmıştır. Borchert’in hakikat ve sınırları üzerine geliştirdiği eleştirisi, Orta Doğu’daki ahlaki çürümüşlüğün katmanlarına ışık tutar. Hakikatin göz ardı edilmesi, bireyleri sorumluluklarından uzaklaştırırken toplumda da çürümenin zeminini hazırlar. Bu bağlamda, hakikatin inkârı, tüm toplumu derin bir krizle karşı karşıya bırakır. Borchert, hakikatin bastırılmasının yüzleşme cesaretinden yoksun toplumlarda etik düzeni yüzeysel hale getirdiğini vurgular. Orta Doğu’da “hakikate reverans” cesaretinin eksikliği, ahlaki çürümenin kök salmasına neden olur. Maalouf’un altını çizdiği ilke, bu çatlakları onarabilecek bir etik temeli işaret etse de pratikte göz ardı edilir. Hakikate yaslanmayan her düzenin temelsiz olduğunu vurgulayan Borchert, sahte bir ahlaki düzenle avunan toplumların çöküşten kaçamayacağına dikkat çeker. Orta Doğu toplumlarında bireyler, hakikatten kaçış yüzünden yozlaşmayı içselleştirilmiş bir düzen olarak benimserler. Borchert’in sözü, hakikatten kaçışın bir toplumun kendi çürümesine göz yummasına ve sahte bir “iyi” algısıyla avunmasına yol açtığını gösterir. Sahte bir ahlaki düzen geçici huzur sağlasa da, derinlerde yatan çürümeyi gizleyemez. Bu durum, bireylerin geçmiş ve geleceğe dair kolektif bir sorumluluk duygusundan mahrum kalmalarına yol açar. Sadece anlık kurtuluşlarla var olan bu toplumlar, biriken sorunların çözümüne dair cesaret gösteremezler. Etik ve ahlak yalnızca yüzeysel kalırsa, Maalouf’un vurgu yaptığı o kadim ilke içselleştirilemedikçe, hakikate yaslanmayan düzenler temelsiz kalacaktır. Borchert, ahlaki yozlaşmanın ancak hakikate sahici bağlılıkla aşılabileceğini savunur. Ancak bu şekilde bireyler ve toplumlar sahte huzurlarının ardındaki çürümeyi fark edebilir ve köklü bir değişim için adım atabilirler. Hakikatle yüzleşme, bireylerin ve toplumların varoluşsal krizlerden kurtulabilmesi için gerekli bir koşuldur; aksi takdirde ahlaki çöküş kaçınılmazdır. Orta Doğu’daki ahlaki çöküş, Borchert’in hakikatle yüzleşememe durumunun somut örneklerinden biridir. Maalouf’un bahsettiği ilkeleri ile Borchert’in hakikat anlayışı bir araya geldiğinde, toplumun ahlaki yozlaşmasının kökenlerine ışık tutulur. Hakikati inkâr etmek, toplumun kendi gerçekliğini inkâr etmesi demektir; bu inkâr ise daha büyük bir çöküşe yol açar. Bireyler, hakikatin sürekli göz ardı edilmesiyle sahte bir güvenlik alanında var olmayı tercih ederken bu durumun sonuçlarını da görmezden gelirler. Böylece toplum, kendi değerlerinden uzaklaşır ve kimlik bunalımına sürüklenir. Bugün yüzleşmekten kaçındığımız hakikat, aslında herkesin kalbinde bir yer bulmuş; ancak toplumsal baskılarla dışlanmış bir figürdür. Gerçekle yüzleşmekten kaçış, yalnızca bireysel bir zafiyet değil, aynı zamanda toplumsal bir çöküşün işaretidir. Bu durum, toplumların ahlaki değerlerinin erozyona uğramasına ve sahte bir huzur arayışına girmesine neden olur. Gerçekle yüzleşme cesareti gösteremeyen bireyler, içsel karmaşalarını çözemez ve toplumsal bağları zayıflatan bir ortam yaratır. Hakikatin kabul edilmesi, bireylerin ve toplumların sağlıklı bir varoluş sürdürebilmeleri için de hayati önem taşır, çünkü hakikatten kaçan toplumlar kendi çöküşlerini daha da hızlandırırlar; lakin yüzleşilmeyen her hakikat, bir sonraki gün daha büyük bir cüsseyle üzerimize gelecektir.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.