• Ana Sayfa
  • Dosya
  • Jina Mahsa Emini’nin ardından İran’ın 3 yılı: ‘Korkunun kabuğu çatladı’

Jina Mahsa Emini’nin ardından İran’ın 3 yılı: ‘Korkunun kabuğu çatladı’

Başörtüsü zorunluluğu hukuken sürüyor; ancak 2022’de Jina Mahsa Emini’nin ölümüyle yaşanan kırılma, İran’da gündelik hayata sessiz ama ısrarcı bir değişim olarak yerleşti. Rejim, cezaları uygulamaya çalışsa da üniversiteden havalimanına, konsolosluk kapısından sokak ritmine uzanan pratikler geri döndürülmesi güç bir eşiğe ulaştı.

Jina Mahsa Emini’nin ardından İran’ın 3 yılı: ‘Korkunun kabuğu çatladı’
  • Yayınlanma: 16 Eylül 2025 07:51
  • Güncellenme: 16 Eylül 2025 09:36

İran’da kamusal alanda başörtüsü takma zorunluluğu sürüyor. Buna rağmen Tahran’ın kalabalık caddelerinden, üniversite kampüslerinden, havalimanı bekleme salonlarından ve resmi kurumların kapılarından gelen videolara göre bir esneme görülüyor. Sokaktan gelen bu sessiz ısrar, rejimi ikili bir dengeye zorluyor: Değişmeyen yasalar, pratikte gevşeyen uygulamalar.

Kadın hakları savunucusu ve ilahiyatçı Sedige Vasmagi’nin geçtiğimiz aylarda DW’ye verdiği röportajda sarfettiği “devlet bu değişimi resmen kabul etmiyor ama geri döndüremiyor” sözleri sahadaki tabloyla örtüşüyor. Vasmagi’nin başörtüsü zorunluluğuna itiraz ettiği için tutuklanıp sağlık gerekçesiyle şartlı tahliye edilmesi, rejimin aynı anda hem cezalandırıcı hem de geri adım atmaya mecbur bir çizgide yürüdüğünü düşündürüyor.


Jina Emini’nin ölümünün ardından dünyanın 4 bir yanından kadınlar saçlarını keserek İran’daki cinsiyetçi uygulamaları protesto etti.

Değişimin dönüm noktası herkesin bildiği gibi Eylül 2022. Jina Mahsa Emini’nin ahlak polisi tarafından gözaltına alındıktan sonra öldürülmesi, uzun yıllara yayılan birikmiş öfkenin patlamasını ateşledi. İlk kalabalık kümeler Tahran’daki Kasra Hastanesi çevresinde oluştu. Sosyal medyada yer ve saat paylaşımları hızla yayıldı, öfke dalgası kısa sürede Jina’nın memleketi olan Seqiz’den, Tahran sokaklarına uzandı. O günlerde dillere pelesenk olan “Jin, jiyan, azadî” (kadın, yaşam, özgürlük) artık sadece Kürtlerin değil, dünyanın ortak sözlüğüne girdi.


Jina’nın memleketi Seqiz’deki onbinlerce kişinin katıldığı cenaze töreninde bir kadın.

Jina Mahsa Emini protestolarının bilançosu
  • Ölümler: Gösterilere yönelik saldırılarda en az 573 kişi hayatını kaybetti; yoğunluk Kürt illeri, Belucistan ve Tahran’da.
  • Gözaltı/tutuklamalar: En az 65 bin gözaltı; 2024’te Kürt illerinde 474 sivil ve aktivist tutuklandı.
  • İdamlar: İran genelinde 2022’de 582, 2023’te 834, 2024’te 975; 2025’te yılın ilk bölümünde 756 idam bildirildi.
  • Okul zehirlenmeleri: Protestolar sonrası kız okullarına yönelik zehirli gaz saldırıları raporlandı; yüzlerce çocuk etkilendi.

Not: veriler farklı insan hakları ağlarından derlenmiştir; İran içi doğrulama zorlukları nedeniyle tahmini aralıklara işaret eder.


Tahran sokaklarında protestolar.

İlke TV, Jina Emini’nin ölüm yıl dönümünde dört İranlı kadınla konuştu. İran dışında çeşitli ülkelerde yaşayan ve güvenlik gerekçesiyle kimlikleri gizli tutulan bu kadınlar, bireysel deneyimlerinden yola çıkarak protestoların hayatlarında ve toplumda nasıl bir değişim yarattığını anlattı. Anlatılar, korkunun yerini örgütlü cesarete bıraktığı, günlük direnişin yeni biçimlerinin oluştuğu bir sürece ışık tutuyor.

Korku eşiği Jina ile aşıldı: Neda’nın tanıklığı

Mühendis Neda’nın İlke TV ile paylaştığı tanıklığı, yaşanan değişimin gündelik hayata nasıl sirayet ettiğini ayrıntılarıyla gösteriyor. Neda, Emini’den önce ahlak polisinin “araca alma” ve keyfi müdahale pratiklerinin arttığını, kadınların sosyal medyada “yeter artık” diyerek örgütlendiğini anlatıyor. Emini’nin hastaneye kaldırıldığı gün, ilk toplanmaların Kasra çevresinde başladığını, Instagram üzerinden çağrıların büyüdüğünü, korkunun yerini dayanışmanın aldığı ana tanıklık ettiğini aktarıyor. Neda’nın sözlerinde en çok tekrar eden duygu “eşiğin aşılması”. Tehditler, gece yarısı aramaları, ailelere yönelik baskılar, “gelir seni çuvala koyarız” diye yazılan mesajlar ona ve arkadaşlarına geri adım attırmamış. Dijital özsavunma pratikleri geliştirmişler; tehdit mesajlarını ifşa etmiş, kitlesel şikayet çağrıları yapmışlar. Ancak İran’a dönmek istediklerinde, dönüş planı öncesinde avukatlar aracılığıyla haklarında soruşturma olup olmadığını kontrol etmişler. İki buçuk yıl gidemediği İran’a döndüğünde gördüğü manzara, onun deyimiyle, “korkunun kabuğunun çatladığı” bir ülkeydi.

Son gidişimde aynı görevliyi gördüm; artık kızlar ceketle, saçları açık dolaşıyordu. ‘Sen beni hatırlamadın ama ben bana yaşattıklarını çok iyi hatırlıyorum dedim. Bize yıllar önce yaşattığınız bu değildi; bugün gençlere bir şey diyemiyorsunuz, oh olsun.’ dedim. Yüzüne de dolu dolu bir kahkaha patlattım.
Z kuşağından İran’a hediye refleks: Sana ne? 

Neda’nın anlatısında kuşak farkı dikkat çekiyor. 70’ler ve 80’ler kuşağının temkinli tutumuna karşı 90’lar ve 2000’lerde risk alma eşiği yükselmiş durumda. Sokakta bir kadına saçını kapatmasını dayatan birine artık tek bir kişi değil, çevredekiler de “Sana ne” diyerek itiraz ediyor. Kıyafet denetiminin en sert uygulandığı yerlerden olan üniversitelerde de tablo değişmiş. Neda, diplomayı almak için gittiği kampüste karşılaştığı eski idareciyle yıllar sonra yaşadığı yüzleşmeyi şöyle anlatıyor: “Öğrenciyken tırnağımın rengi, montumun tonu, pardösümün boyu bahane edilerek defalarca disipline gönderildim. Son gidişimde aynı görevliyi gördüm; artık kızlar ceketle, saçları açık dolaşıyordu. ‘Sen beni hatırlamadın ama ben bana yaşattıklarını çok iyi hatırlıyorum dedim. Bize yıllar önce yaşattığınız bu değildi; bugün gençlere bir şey diyemiyorsunuz, oh olsun.’ dedim. Yüzüne de dolu dolu bir kahkaha patlattım. Geçmişteki itirazlarımızın bugün nasıl normalleştiğini yüzüne karşı söyledim.”

‘Eğer uygun görürseniz baş örtünüze dikkat edin’

Neda’nın Tahran Havalimanı ve kamu kurumlarındaki deneyimi de benzer bir yumuşamaya işaret ediyor. “Eskiden ‘Başörtünüzü İslami usullere göre takın’ anonsu yapılırken, şimdi ‘Eğer uygun görürseniz başörtünüze dikkat edin’ deniyor” diyor. Konsoloslukta açık saç ve tişörtle işlem yaptığını, güvenlik görevlisinin “İçeriden bir şal alın” uyarısını başına örtmeden, yalnızca boynuna doladığı bir şalla geçiştirip işlemlerini tamamladığını; görevlinin de “Bizden böyle isteniyor, kusura bakmayın” diyerek özür dilediğini aktarıyor. Bu küçük anekdotlar, hukuki zorunluluğun pratikte nasıl gevşediğini ve “mecburiyet” dilinin “rica”ya dönüştüğünü anlatıyor.

Değişim yalnızca görünürlüğe değil, kentsel kültürün iç mekânlarına da sızıyor. Neda, Tahran’da rezervasyonla girilen, telefonların kapıda toplandığı kapalı eğlence alanlarının arttığını; market dolaplarında “sıfır alkol” ibareli yerli ve yabancı içecek çeşitlerinin çoğaldığını aktarıyor. Bu örnekler, formal yasakların informal uyarlamalarla dengelendiği bir yaşam pratiğine işaret ediyor.

‘Jina Emini bir semboldü ama zulüm ondan önce de sonra da sürdü’: Şirin’in tanıklığı

Şirin, Emini’nin bir Kürt kadını olarak hem kadın kimliği hem de etnik kimliği üzerinden zulmün sembolü haline geldiğini vurguluyor. Ancak bu zulmün Emini ile sınırlı olmadığını, “Jina’dan önce de sonra da pek çok kadın rejimin hedefi oldu: öldürüldü, cezaevinde işkence gördü, tecavüze uğradı” sözleriyle anlatıyor. Farinaz Hoşravani’nin, tecavüze uğramamak için ölümü tercih etmesini “çarpıcı bir örnek” olarak anıyor.

Emini’nin ölümüyle birlikte kitlesel ve örgütlü bir karşı çıkışın doğduğunu belirten Şirin, rejimin bu kez yalnız kadınları değil, “Jin Jiyan Azadî” diyen herkesi cezalandırdığını dile getiriyor. Kürt kadınlarının hem kadın hem Kürt kimliği nedeniyle çifte bedel ödediğini, bu sistem devam ettikçe de ödemeye devam edeceklerini ifade ediyor.

Şirin’in gözünde Emini sonrası oluşan toplumsal tepki, rejimi geri adım attırmaya yetmedi. Aksine, muhalefeti yatıştırmak için dönemsel bazı göstermelik adımlar atıldı; fakat kadın özgürlüğü meselesi çözülmedi.

Sonuç olarak Şirin, köklü bir anlayış ve rejim değişikliği olmadan yalnızca kadınların değil, tüm İran halkının özgürleşmesinin de mümkün olmayacağını vurguluyor.

‘Yasalarda esneme yok, sahada var’: Gazeteci Farah’ın değerlendirmesi

Gazeteci Farah, yaşanan sessiz değişimi “Yasalarda esneme yok ama sahada esneme var” diye özetliyor. Ona göre tartışma başörtüsüne indirgenmiş durumda; oysa şeriat kurallarının çizdiği çerçevede kadınların boşanma ve velayet hakkı sınırlı, çocuğa kimlik çıkarma süreçlerinde belirleyici olamıyorlar, mirastan erkeklere kıyasla yarı pay alıyorlar ve yaralanma–darp vakalarında tazminat hakları da daha düşük hesaplanıyor. Farah, “Bunca büyük sarsıntıya rağmen kanunda reform yok; aslında yalnızca korkan bir hükümet var” diyerek hukuki düzlemdeki tıkanmayı vurguluyor. Kurum içi baskının sürdüğünü, “Başını açtığı için işinden edilen kadınlar görüyoruz” sözleriyle somutlaştırıyor. Z kuşağına ilişkin gözlemi net: “Kanun değişmediği için kurum baskısı sürüyor ama Z kuşağı hükümeti umursamıyor; dünyadaki yaşıtlarından kopuk değiller, geleceği ülkede görmedikleri için korkmuyorlar ve mücadeleyi farklı kuruyorlar.”

İsrail’le savaş korkusu: Şimdi kadın haklarının sırası değil

Farah, son dönemde İsrail’le olası bir savaş ihtimalinin toplumda belirgin bir kaygı yarattığını vurguluyor. “Gündem güvenliğe kilitlenince iktidar, ‘olağanüstü koşullar’ gerekçesiyle hak taleplerini erteleten bir dil kuruyor” diyor. Ona göre bu atmosfer, sahadaki esnemeyi tamamen ortadan kaldırmıyor ama hukuki reform ihtimalini sürekli erteleyen bir baskı şemsiyesi oluşturuyor. Medyada “hazırlık”, “tehdit”, “milli birlik” gibi başlıkların sıklaşması, özellikle kadın hakları tartışmalarını gölgeliyor. Farah, “Savaş korkusu arttıkça ‘şimdi sırası değil’ cümlesi daha çok duyuluyor; bu da başörtüsü ve temel haklar dosyasında siyasi iradeyi daha da isteksiz kılıyor” değerlendirmesini paylaşıyor. Buna karşın Z kuşağının tutumunun değişmediğini, “gelecek görmedikleri için korkuya teslim olmadıklarını” ve gündelik itiraz pratiklerini sürdürdüklerini de ekliyor.

Sosyo-ekonomik ayrım ve derinleşen eşitsizlikler

Farah, kadınların yaşadığı baskının yalnızca hukuki ya da kültürel olmadığını, aynı zamanda güçlü bir sosyo-ekonomik ayrım içerdiğini belirtiyor. Orta ve üst sınıftan kadınların para cezası ödeyerek başlarını açık tutmaya devam edebildiğini, fakat yoksul kadınların aynı imkâna sahip olmadığını anlatıyor. “Parası olan cezayı ödeyip yoluna devam ediyor; olmayan işini kaybetme, kurumlarda dışlanma ya da çok daha sert müdahalelerle yüz yüze kalıyor” diyor.

Ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte özellikle kırsalda ve emekçi sınıflar arasında kadınların gündelik hayatlarının daha kırılgan hale geldiğini, başörtüsü dayatmasının işsizlik ve yoksullukla birleştiğinde çok daha ağır bir baskıya dönüştüğünü ifade ediyor. Farah’a göre bu tablo, mücadelenin katmanlı doğasını açığa çıkarıyor: “Zengin mahallede yasa esniyor gibi görünüyor; ama yoksul kadında baskı aynı şiddetiyle sürüyor.”

Bu durum, kadın hareketinin yalnızca başörtüsü değil, aynı zamanda ekonomik adalet mücadelesiyle de iç içe geçtiğini gösteriyor. Farah, “Toplumun arkamızda durması çok önemliydi ama hâlâ yoksul kadın için hiçbir esneme yok. Sosyo-ekonomik durum kadınların özgürlük alanlarını doğrudan belirliyor” diyerek sözlerini tamamlıyor.

Kadınların öncülüğünde herkesin özgürlüğü için mücadele: Faryal’in tanıklığı

Sanatçı olan Faryal, protestolar sırasında yaşadığı ülkedeki İran Konsolosluğuna girdiğinde paylaşımlarından dolayı uyarıldığını söylüyor ve genel tabloyu şöyle çerçeveliyor: “İran’da şeriat kanunları toplumsal yapıyla uyuşmuyor. Bir gecede bir halkın kültürünü yok edemezsiniz. İran halkı dışarıdan bilindiği gibi dindar bir halk da değil.”

Faryal’e göre Jina protestoları yalnızca kadın özgürlüğü için değildi; “kadınların öncülüğünde herkesin özgürlüğü” içindi. O günlerde erkeklerin de meydanda olduğunu hatırlatırken, onların motivasyonunu şu sözlerle anlatıyor: “Erkekler de baskı altında. Hem kendileri baskı görüyor hem de çok büyük bir kısmı ‘Biz bir saç telinden tahrik olacak kadar kötü varlıklar mıyız ki bu gerekçeyle kadınların başını kapatıyorsunuz?’ diyor.”

Bugün “Jin, Jiyan, Azadî” çağrısı iki düzlemde ilerliyor. Birinde anma günleri, grevler gibi görünür eylemler var. Diğerinde ise değişen gündelik alışkanlıklar: Saçın rüzgârda savruluşu, kapıdaki uyarının dilinin yumuşaması, kampüs görevlisinin bakışını geri çekmesi, kalabalığın “Sana ne” diyerek araya girmesi. Alanlar günün koşullarına göre boşalıp dolsa da günlük hayatın omurgası yer değiştiriyor. Bu nedenle İlke TV’ye konuşan 4 kadın da “geri dönüş zor” diyor; çünkü değişim artık yalnızca siyasal bir talep değil, kadının kendi bedeni üzerindeki tasarrufunu sağlama talebi.