Kayyım uygulamaları algılarla oynarken….
Yüksel Genç 25 Kasım 2024

Kayyım uygulamaları algılarla oynarken….

Türkiye, DEM’li belediyelere kayyım atama performansını Dersim ve Ovacık’la birlikte bu hafta da sürdürdü. Her kayyım atamasıyla yurttaşlık güvenceleri, toplumun siyasi bir irade olarak var olma becerisi ve demokratikleşme olanakları zayıfladığı gibi rejim, olağanlaştırdığı her kayyım atama girişimi ve kolaylığıyla merkezi otoriterleşmede yeni bir dalgayı da tetiklemiş görünüyor. Üçüncü döneme giren kayyım atamaları, aynı zamanda toplumsal algıda da ciddi kırılmaların ortaya çıktığını gösteriyor.

***

Kayyım atamaları 2016’da ilk yaşandığında, kamuoyu uygulamayı ağırlıklı olarak iktidarın, başta Kürtler olmak üzere muhalif ya da iktidarla aynı kulvarda olmayan siyaset ve yapıların iradesine el koyma, uslandırma çabası olarak okudu. Bu nedenle, uygulamanın hukuki zeminle uyuşmazlığı daha çok bu irade gaspı fikri üzerinden tartışıldı. Demokrasi kaygısı başat bir tartışma konusuydu.

Yerel yönetimlerde ikinci kayyım atamaları dönemiyle birlikte, uygulamanın yaygınlaşması kaygısı yanında hukuki altyapısı da daha fazla sorgulanmaya başlandı. Kayyım atananların herhangi bir yargı hükmü olmaksızın ve hukuki süreç tamamlanmaksızın görevden alınması rahatsızlık yarattı ve bu konu daha fazla gündeme geldi. Bu dönemde temel yurttaşlık haklarından biri olan seçme ve seçilme hakkına dönük ihlal tartışmaları da yoğunlaştı.

İkinci kayyım döneminde, uygulamanın bir istisna olmaktan çıkıp bir kaideye dönüştüğüne dair kaygılar daha yüksek perdeden dile getirilmeye başlandı. Ancak demokrasi gaspı vurgusu, hukuki sürecin tamamlanıp tamamlanmadığı tartışmalarının gölgesinde kalarak başatlığını yitirdi.

Bu yıl başlayan üçüncü kayyım döneminde ise irade gaspı ve seçme-seçilme hakkının kaybedilmesi yanında, kayyım uygulamasının artık Cumhurbaşkanlığı sisteminin önemli bir yerel idari modeli olarak işlev gördüğüne dair kanaatler güçleniyor. Kamuoyunda ise giderek şu sorular tartışılmaya başlandı: “Neden yargılaması olan birini parti aday gösterdi?”, “Neden YSK yargılanan birinin adaylığını kabul etti?”, “Neden örgütle ilişkilendirilebilecek biri aday gösterildi?”

Bu tartışmalar, yargılanıyor olmanın masumiyet karinesini ve yurttaşlık haklarını askıya almadığı gerçeğini göz ardı eden bir rıza üretme mekanizmasına dönüşmüş görünüyor. Yargılanmış olmayı ya da yargılananlarla kurulan sosyal bağları “iltisak” gibi hukuki olmayan kavramlarla ilişkilendirmek, yurttaşlık haklarının ihlal edilmesine gerekçe oluşturdu.

Bu söylem setleri etrafında kamuoyunda geniş bir rıza alanı yaratılmaya başlandı. Ne yazık ki hak ve özgürlüklerin amasız korunması ilkesi, bireylerin ve grupların yeni rejimle uyuma zorlandığı bir anlayışla erozyona uğratılıyor. Cumhurbaşkanlığı sistemi ile hayatımıza giren güvenlikleştirme politikaları, artık politik iradeleri ve temsilleri de şekillendirir hale geldi.

Oysa Türkiye ve sağcılaşarak otoriterleşen dünya düzeninde, muhalif ya da alternatif siyasetin hızla yargı konusu olabildiği bir gerçek. Mevcut koşullarda “Neden yargılanan birini aday gösterdi?” gibi sorular sormak, toplumu apolitik temsillere ve alternatifsizliğe mahkûm eden bir sürecin parçası oluyor.

***

DEM Partisi üzerinden konuşacak olursak, Kürt meselesi ya da Kürtlükle ilişkili taleplerin hızla “terör” suçlamasına uğradığı Türkiye’de, merkezi otoriterizmin karşısında demokratik bir program yürüten bir partinin üyeleri, seçmenleri ve destekçileri sürekli adliye kapılarında buluyor. Bu durumda, “yargılanmayan bir adayla temsili” dayatmak, iktidarın makbul siyasetini onaylamaktan öteye geçmiyor.

Kayyım uygulamalarının anti-demokratik doğası açıkça ortada dururken, Kürtlerin anayasal yurttaşlık hakları ve kendini yönetme iradesi sistematik olarak gasp ediliyor. Bu durum, Türkiye’nin demokratikleşme umutlarını daha da zayıflatıyor.

Tam bu noktada, her kayyım atama sürecinde bu uygulamanın toplumda daha kabul edilebilir hale getirilmesi için yaratılan söylem setleri esas tehlike olarak öne çıkıyor. Özgürlükler için asıl tehdit, onların gasp edilmesi değil, bu gaspı meşrulaştıran rıza üretme süreçleridir.

Bu nedenle, iktidarın “makbul muhalefet” beklentisi yerine, muhalefet partilerinin geçen hafta meclise sunduğu “kayyım atamayı güçleştiren” yasa teklifleri son derece kıymetlidir ve desteklenmelidir. Aksi halde, Türkiye’nin demokratik ve evrensel hukukla uyumlu bir devlet olma vasfını yitirme tehlikesi daha da derinleşecektir.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.