Kerkük’ün Karmaşası: Orta Doğu’daki Güç Dengeleri
Azad Barış 19 Ağustos 2024

Kerkük’ün Karmaşası: Orta Doğu’daki Güç Dengeleri

Kerkük, tarih boyunca birçok farklı kültür ve medeniyetin kesişim noktası olmuş, stratejik önemini hiçbir zaman kaybetmemiş kadim bir kenttir. Asur, Med ve Pers imparatorlukları başta olmak üzere birçok medeniyetin kadim bakiyesinin izlerini barındıran Kerkük, eski çağlardan bugüne kadar büyük egemenlik paylaşımlarının kavşağında yer almıştır. Mezopotamya’nın bereketli topraklarında yer alması, zengin yer altı kaynaklarına sahip olması dolayısıyla tarih boyunca stratejik bir kent olmuştur. Kent özellikle son yüzyılda Sykes-Picot Anlaşması kapsamında Osmanlı İmparatorluğundan İngiliz mandası altındaki Irak’a devredilmesiyle birlikte etkisi bugün de devam eden sorunların merkezinde yer almaktadır.

Kerkük 20. Yüzyıl boyunca bölgedeki küresel hegemon güçlerin rızasıyla Irak hükümetlerinin nüfus mühendisliği ve demografik müdahale çalışmalarının odağında yer aldı. Seyahatnamelerde, coğrafya sözlüklerinde, Britanya, Osmanlı ve Fars kaynakları başta olmak üzere tarihi belge ve kayıtlarda Kerkük’ün demografik mimarisine dair vesikalar kentin muhtelif paydaşlarının varlığını kayıt altına almıştır. İngiliz mandası altına giren Irak’ta, petrol rezervlerinin keşfiyle birlikte kentin önemi daha da artmış ve özellikle Saddam Hüseyin döneminde Kürt nüfusun sistematik olarak yerinden edilmesi, Araplaştırma politikalarının uygulanması ve Türkmen nüfusun da baskı altına alınması kentin etnik yapısı ile ilgili tartışmaları alevlendirmiştir.

Yüzyılın başında yeni icat edilen ulus devlet sınırları Orta Doğu’nun haritasını şekillendirirken, Kerkük ve çevresi Musul ihtilafı olarak da bilinen sorunun çözümüne kadar Irak’ın bir parçası olarak yönetildi. İngiltere, I. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, yani Sykes-Picot Anlaşması’nın ön gördüğü çizelgeye uygun olarak Irak’ı 1921 yılında kendi devlet yapısının kurgusuna en yakın model olan ulusal bir monarşi olarak yapılandırmaya başladı ve sadık müttefiki olan Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ı Irak’ın kralı olarak tahta oturttu. On yıl gibi kısa bir zamanda İngiliz mandası resmen kaldırıldı ve yerine bağımsız Irak Krallığı kuruldu.

İhtilaf ve ittifak dinamikleri içinde bütün bunlara zemin hazırlayan çalışmalar İngiliz manda yönetimi tarafından kesintisiz bir biçimde devam ediyordu. O nedenle Milletler Cemiyeti’nin 1926 yılında Musul sorunu çerçevesinde aldığı kararla Kerkük ve Şengal dâhil olmak üzere Musul vilayetinin tamamı Irak’a bırakılmıştı. Nitekim söz konusu karar, Türkiye ve İngiltere arasında yapılan Ankara Antlaşmasıyla birlikte uluslararası düzeyde de resmiyette meşrutiyet kazanmıştı. Dolayısıyla 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Kerkük, yeni inşa edilen Irak’ın ekonomik kalbi olarak petrol sahalarıyla dünyaya nam salarken, hem etnik hem de mezhepsel gerilimlerin de odak noktası haline geldi.

Sadece Kerkük değil Irak’ın çok kültürlü yapısı, ülkenin demografik zenginliğini yansıttığı gibi envai çeşit sorunları da beraberinde getirdi. İngiltere tarafından kraliyet tahtına oturtulan Faysal’ın ölümünden sonra Irak’ta gözle görülür bir şekilde istikrarsızlık baş gösterirken, 1958’de Abdülkerim Kasım tarafından düzenlenen bir darbe ile monarşi sona erdirildi ve bugünkü Irak Cumhuriyeti’nin temeli atıldı.

Siyasal, toplumsal ve ekonomik istikrarsızlıktan ötürü ordunun desteğiyle darbe yaparak yönetimi ele geçiren Kasım, farklı inanç ve etnik gruplar arasında cereyan eden çekişmeler ve çatışmaları engelleyemediği için kendisi de bir darbe sonrasında görevden alındı.  Ama bu seferki darbe iyi düşünülmüş bir kurgu üzerinden dizayn edilmişti ve bir iktidar ömrü tahminlerini aşacak kadar uzun sürecekti.

Bir darbeciye karşı daha rafine bir darbeyle iktidarı ele geçiren katı milliyetçi BAAS Partisi’nin Arap ruhu, Kerkük semalarında da dolaşıyordu. 1963 yılındaki darbeden sonra 68 yılında iktidarı yeniden ele geçiren BAAS Partisi, Saddam Hüseyin gibi bir aktörü ortaya çıkarıyordu. O güne kadar partinin başında bulunan ve Irak Cumhurbaşkanı olarak görevde bulunan Ahmed Hasan el-Bekr’in yardımcısı pozisyonundaki Saddam Hüseyin, 1979 yılında vasat olan el-Bekr’e el çektirip onun yerine geçti. Kademeli olarak egemenlik alanını büyüten Saddam Hüseyin, 1979’da el-Bekr’i ikna ederek istifa ettirdikten sonra, Irak Devlet Başkanı, BAAS Partisi Genel Sekreteri ve Silahlı Kuvvetler Başkomutanı olarak tüm gücü eline aldı.

Irak Anayasası federatif bir yapıyı öngörmesine rağmen, Saddam Hüseyin’in yükselişiyle birlikte, ülke katı bir BAAS rejimi ve Arap milliyetçiliğinin diktasıyla yönetilmeye başlandı. Söz konusu yönetim şekli bölgedeki diğer ulus devletlerde olduğu gibi, devletin tek bir kimlik ve ideoloji etrafında birleşmesini hedeflerken, başta Kürtler olmak üzere diğer dini ve etnik grupların haklarının ciddi ölçüde kısıtlanmasına neden oldu. Saddam yönetimi altında, Irak’ın etnik ve dini çeşitliliğinin tam olarak göz ardı edilmesi de, homojen bir ulus devlet oluşturma çabalarını artırdı. BAAS’çılığın baskıcı ve tek tipleştirici politikaları sonucunda, Kürtler ve Şiiler başta olmak üzere diğer etnik ve inanç grupları, kimliklerini ve haklarını koruma mücadelesi vermek zorunda kaldılar. Uzun yıllar boyunca süren gerilim ve çatışmaların ana temelini oluşturan bugünkü Irak’ın çatışmalı halinin en çarpıcı örneğini hiç şüphesiz Kerkük karmaşası oluşturmaktadır.

ABD’nin 2003 Irak askeri müdahalesi tüm bölgede olduğu gibi Kerkük üzerinde derin ve uzun süreli etkiler bıraktı. Müdahale, Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesine yol açarken, Kerkük’ün statüsü ve demografik yapısı üzerindeki tartışmaları daha da alevlendirdi. Kerkük, ticaret rotaları, enerji koridorları, ekonomik zenginlikleri ve stratejik konumu nedeniyle ABD’nin müdahalesi sonrasında da bölgesel ve küresel güçlerin çıkar çatışmalarının odak noktası haline geldi.

Saddam döneminde uygulanan Araplaştırma politikaları, Kerkük’ün demografik yapısını ciddi şekilde değiştirmişti. 2003’teki müdahaleden sonra Kürtler Kerkük’e geri dönmeye başladılar. Daha önce yerinden edilen Kürtlerin kente geri dönüşü, Kürtler, Türkmenler, Araplar ve diğer gruplar arasında gerilimlere yol açtı.

2003 müdahalesi sonrasında Kerkük, yalnızca yerel değil, aynı zamanda bölgesel güçlerin (Türkiye, İran) de çıkar çatışmalarının sahnesi oldu. Türkiye, Türkmen nüfusunu koruma amacıyla Kerkük üzerindeki etkisini sürdürmeye çalışırken, İran, Şii milisler aracılığıyla Kerkük ve çevresinde nüfuz kazanmayı hedefledi. Bu durum, Kerkük’ün yalnızca Irak iç politikasında değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel siyasette de bir paylaşım ve egemenlik mücadelesi merkezi haline gelmesine yol açtı. 2003 Irak müdahalesi Kerkük’ü, Irak’taki etnik ve mezhepsel gerilimlerin simgesi haline getirdi. Bölgesel ve küresel güçlerin çıkar çatışmaları, Kerkük’ün statüsü üzerindeki belirsizliği derinleştirirken, kentin hem ekonomik hem de stratejik önemini daha da artırdı.

Irak Federe Kürdistan Yönetimi tarafından 25 Eylül 2017 tarihinde gerçekleştirilen bağımsızlık referandumu, Kerkük’teki yüzyıldır devam eden dengeleri ciddi şekilde etkileyen bir dönüm noktası oldu. Bu referandumda Kerkük de dâhil olmak üzere Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki halkın büyük bir çoğunluğu bağımsızlık lehine oy kullandı. Kerkük’ün bu sürece dâhil edilmesi, şehrin Kürt kimliğini ve Kürt yönetimi altındaki geleceğini vurgulama amacını taşımıştır. Ancak bu durum, Irak merkezi hükümeti tarafından bir meydan okuma olarak algılandı ve sonuç olarak Irak ordusu ve Şii milis grupları Kerkük’e girerek şehri kontrol altına aldı.

Referandumun hemen ardından gelen bu askeri müdahale, Kerkük’te Kürtlerin kontrolünü büyük ölçüde zayıflatarak Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin şehrin yönetimindeki etkisini de önemli ölçüde azalttı. Referandumun tetiklediği askeri müdahaleden sonra Kürtler, Kerkük’ü fiilen kaybederken, Arap ve Türkmen nüfuslarının güçlenmesine yol açan bir dizi politik ve askeri adım atıldı. Kerkük’ün demografik yapısında ve yönetiminde ciddi değişikliklere neden olan bu gelişmeler Kürtlerin Kerkük üzerindeki tarihi hak iddiaları, bu dönemde büyük bir darbe aldı, şehrin yönetiminde Araplar ve Türkmenler daha fazla söz sahibi olmaya başladı.

Referandumun tetiklediği askeri müdahaleyle beraber 18 yıl aradan sonra kentte il meclisi seçimleri 18 Aralık 2023’te yapıldı. Seçim sonunda 7 sandalyeyi Kürt partileri kazanırken Arap partileri 6, Türkmen partileri 2, Hristiyan kotasından ise 1 sandalye kazanıldı. Kerkük il meclisi seçimleri, referandumdan sonra Kerkük’teki yeni dengeleri yansıtan önemli bir süreç olarak gelişim gösterdi.

Kerkük il meclisi seçimleri hem referandumun yarattığı derin siyasi yaraların hem de Kerkük’te yüzyıldır devam eden etnik ve mezhepsel çekişmeleri ve çatışma dinamiklerini yeniden harekete geçirdi.  Seçim sürecinde Kerkük’teki farklı etnik gruplar arasındaki güç dengesi, bir kez daha ortaya çıktı ve özellikle Kürtlerin seçimlere katılımı ve talepleri, Irak Federe Kürdistan Yönetimi’nin şehir üzerindeki etkisini yeniden tesis etme çabalarının bir göstergesi oldu. Seçim yapılmasına rağmen, Bu durum Kerkük’ün gelecekte nasıl bir yönetim modeliyle idare edileceği ve şehrin etnik yapısının nasıl korunacağı konusundaki belirsizlikleri artırdı.

Kerkük, hem 2017 bağımsızlık referandumu hem de 2023 il meclisi seçimleri bağlamında, Irak’ın iç siyaseti ve bölgesel güç dengeleri açısından önemli bir gösterge oldu. 2017 referandumu, Kerkük’ün Kürtler için ne denli kritik bir öneme sahip olduğunu ve bağımsızlık arayışlarının merkezinde yer aldığını gözler önüne serdi. Ancak bu süreç, Kerkük’ün Kürt kimliği üzerinde baskı oluşturan politikalar ve müdahalelerle sonuçlandı, Kürtlerin şehir üzerindeki nüfuzunun ciddi şekilde zayıflamasına neden oldu.

Kerkük, tarihsel olarak Kürt şehri olarak kabul edilse de, Irak merkezi hükümetinin ve diğer toplulukların şehir üzerindeki talepleri ve müdahaleleri, Kürt kimliği zamanla aşındırmış ve şehrin yönetiminde Kürtlerin etkisini sınırlamıştır. Bu bağlamda, hem 2017 referandumu hem de 2023 seçimleri, Kerkük’teki bu tarihsel ve demografik mücadelenin farklı yönlerini ortaya koymakta ve şehrin geleceği üzerinde belirleyici rol oynamaktadır. Özellikle Kürtlerin Kerkük üzerindeki hak talepleri ve şehirdeki Kürt kimliğinin korunması çabaları büyük bir zorlukla karşı karşıya kalmıştır.

Geçtiğimiz hafta Kerkük’te gerçekleştirilen valilik seçiminde, uzun süredir devam eden siyasi gerilimler ve etnik ayrışmalar bir kez daha kendini gösterdi. Kürdistan Demokrat Partisi ve Irak Türkmen Cephesi’nin katılmadıkları toplantıda en yüksek sandalye sayısına sahip olan ve daha önce de kenti yöneten Kürdistan Yurtseverler Birliği, yapılan görüşme ve uzlaşmalar sonucunda Rêbwar Taha’yı vali adayı olarak belirledi. Seçim sonuçları Türkmen ve Arap bloklarıyla Kürt partileri arasında sıkı bir rekabete sahne oldu. Kürtler, valilik makamının kendi temsilcilerine verilmesi için yoğun çaba sarf ederken, Türkmen ve Arap temsilciler de aynı şekilde kendi adaylarını destekledi. Seçim sonucunda, Kürtlerin desteklediği aday valilik makamına seçildi, ancak bu sonuç bölgedeki gerilimi azaltmak yerine daha da artırmış gibi görünüyor.

Seçim süreci boyunca Kerkük’teki siyasi atmosfer son derece gergindi. Seçim öncesinde çeşitli taraflar arasında uzlaşma sağlanması için pek çok görüşme ve müzakere yapıldı, ancak bu çabalar büyük ölçüde başarısız oldu. Türkmen ve Arap gruplar, Kürtlerin baskın olduğu bir yönetim istemediklerini açıkça belirttiler ve bu durum, seçim sürecinde tansiyonun yükselmesine neden oldu. Kerkük’teki Kürtler ise, kentin tarihi Kürt karakterine vurgu yaparak, valilik makamının Kürtler tarafından yönetilmesi gerektiğini savundu. Kürtlerin valiliği kazanması, Türkmen ve Arap temsilciler tarafından tepkiyle karşılandı ve bu durum, Kerkük’teki etnik gruplar arasındaki çatışma riskini artırdı. Her ne kadar merkezi hükümet ve uluslararası aktörler tarafından uzlaşma sağlanması yönünde baskılar olsa da, bu noktada tam bir uzlaşma sağlanamıyor. Özellikle İran ve Türkiye’nin, Kerkük üzerindeki nüfuzlarını artırma çabaları, uzlaşmayı daha da zorlaştırarak kentteki çatışma dinamiklerini besliyor. Bölgesel güçlerin, özellikle de Türkiye ve İran’ın, bu sürece nasıl müdahale edeceği ise Kerkük’ün geleceği açısından belirleyici olacak.

Kerkük, 100 yılı aşkın bir süredir Orta Doğu’nun bitmek bilmeyen çatışmalarının ve ihtilaflarının merkezinde yer alıyor  ve bu bölgenin sorunlarının küçük bir mikro kozmosunu temsil ediyor. Kerkük’ün etnik, dini ve mezhepsel çeşitliliği, bu coğrafyanın daha geniş ölçekli sorunlarının küçük bir aynasıdır. Şehirde yaşanan gerilimler ve anlaşmazlıklar, aslında Orta Doğu’nun tamamında var olan temel çelişkilerin bir yansımasıdır. Kerkük’te sağlanacak bir barış ve uzlaşı, sadece bu kadim şehrin huzura kavuşmasını sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda Orta Doğu’da çözüm bekleyen pek çok meselenin çözülmesine de kapı aralayacaktır.

Eğer Kerkük’teki sorunlar diyalog ve müzakere yoluyla, kapsayıcılık ve çeşitlilik ilkesine dayalı bir anlayışla ele alınırsa, bu modelin İran, Türkiye, Irak ve Suriye gibi ülkelerdeki çatışmaların çözümünde de etkili olabileceği açıktır. Kerkük, sadece Irak’ın bir sorunu değil, tüm Orta Doğu’nun bir düğüm noktasıdır; bu düğüm çözüldüğünde, bölgenin birçok kanayan yarası da iyileşmeye başlayacaktır.

Kerkük’teki ihtilafların çözümü, bölgedeki diğer sorunlar için de bir barış modeli oluşturabilir ve bu modelin başarısı, tüm Orta Doğu’nun geleceğini şekillendirecek bir dinamo etkisi yaratabilir. Kerkük’ün barış içinde varlığını sürdürebilmesi, Orta Doğu’nun da barış ve istikrar içinde varlığını sürdürmesinin anahtarıdır. Kerkük’ün kaderi, yalnızca Irak’ın değil, tüm Orta Doğu’nun kaderidir; bu nedenle Kerkük’te barış sağlanması, bölgenin kalıcı barışa ulaşması adına hayati bir öneme sahiptir.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.