Kürtçeden koparılmış çocuklar anlatıyor

Kürtçeyi öğrenemeden büyüyen gençler, yıllar sonra uzaklaştırıldıkları ana dillerine dönmeye çalışıyor: ‘Eğer bir gün dilimi kullanamadan ölürsem, çok yarım kalacağım’

Kürtçeden koparılmış çocuklar anlatıyor
Kürtçeden koparılmış çocuklar anlatıyor
Zilan Azad
  • Yayınlanma: 14 Mayıs 2025 11:05
  • Güncellenme: 16 Mayıs 2025 14:22

Yarın 15 Mayıs Kürt Dil Bayramı.

Kürt Dil Bayramı, her yıl 15 Mayıs’ta, Celadet Alî Bedirxan öncülüğünde 1932’de Şam’da Latin alfabesiyle yayımlanan ilk Kürtçe dergi Hawar’ın anısına kutlanıyor. Hawar, Kürt dili ve edebiyatı için bir dönüm noktası oluyor.

Bugünse, o tarihten neredeyse bir asır sonra, ana diliyle arasına mesafe konanların gözünden Kürt Dil Bayramı’na bakacağız.

Bu topraklarda binlerce insanın ana diline dair hafızası bir şekilde engellenmiş durumda. Kürtçeyi hiç öğrenmeden büyüyen çocuklar, kendi evlerinden, uzaklaştırıldıkları bir dile doğru bakıyor şimdi. Kimileri “Kürt olduğumu biliyordum ama Kürtçeyi duymadım” diyor, kimileri ise “Birileri vazgeçirmeye çalıştı ve biz de vazgeçenlerin çocuklarıydık” diye anlatıyor Kürtçeyi öğrenememesinin nedenini.

Yıllara yayılan inkar ve asimilasyon politikaları, sadece dili değil; o dille kurulacak bağı bastırdı… hafızayı, kimliği ve aidiyeti bastırdı. Bugün bu bastırılmışlığın içinde büyüyen gençler, ana dillerine yeniden dönmeye, onunla yeniden tanışmaya çalışıyor. Kimisi Kürtçe kurslarına gidiyor, kimisi kendi kendine öğrenmeye çalışıyor, kimisi ana dilde eğitim talep ediyor.

Baran, Ruken, Azat ve Gökhan farklı şehirlerde büyüyen Kürt gençleri. Birçok ortak noktaları olduğu gibi en belirgin olanı Kürtçe bilmemeleri. Peki, bir dil nasıl unutulur, bir çocuk nasıl ana dilinden mahrum bırakılır? Ana dilini bilmemek bir Kürt gencinin hayatında hangi duyguları büyütür? Öfke kime yönelir, hüzün nerede birikir? Ve yıllar sonra, artık bir yetişkin olduklarında o dili yeniden öğrenmeye çalışmak ne anlama gelir? Bu soruların yanıtlarını İlke TV’ye anlattılar.

Konuştuğumuz hikayelerde ortak duygular öfke ve hüzün… Duygular ortak ama kime yöneldiği kısmında farklılıklar var. Kimisi öfkesini kendisine dilini öğretmeyen anne ve babasına yöneltiyor. Kimisi ise bu dili konuşmasını engelleyen politikalara, Kürtçenin yok sayılmasına yöneltiyor.

Hüzün ise neredeyse tüm hikayelerde aynı yerden geçiyor. Dilinden koparılmak, sonra da o dilin peşinden gitmek… Konuştuğumuz gençler, çeyrek asırı geçmiş yaşamlarının ortasında hala kendi dillerine ulaşmanın yollarını arıyor

‘Bu dil bana ait, ama kullanamıyorum’

30 yaşındaki Ruken, İstanbul’da doğup büyümüş. Evde Kürtçe konuşulmasına rağmen kendisinin bilmediğini anlatan Ruken, bugün hala Kürtçe konuşulan bir ortamda söze girmeye çekiniyor:

“Kürtçeyi bilmiyorum. Çok kısıtlı anlayabiliyorum ama onu da rahat konuşamıyorum. Özellikle Kürtlerin yanında konuşamıyorum. Utanıyorum, çekiniyorum, dalga geçiliyor.”

Ruken’in çocukluğu, etrafı Kürtçeyle çevrili bir ortamda geçmiş. Kendi deyimiyle, Türkçe bilmeyen bir ailenin Kürtçe bilmeyen bir çocuğu.

Türkçe eğitimle büyütülen Ruken, “Evde Kürtçe konuşulurdu ama benim eğitim dilim Türkçeydi. Birbirleriyle Kürtçe konuşsalar da beni oradan uzak tuttukları bir şey vardı. Sanki bana ait olmadığı hissiyle büyütüldüm. Anne, babama ve akrabalarıma ait ama bana değil.”

“Şimdi annem ve babam Kürtçe konuştuğunda çok öfkeleniyorum. Bencil olduklarını düşünüyorum. Nasıl bana dilimi miras bırakmazlar aklım almıyor. Üstelik kendileri bu kadar güzel konuşurken.”

‘Birileri vazgeçirmeye çalıştı ve biz de vazgeçenlerin çocuklarıydık’

Kürtçeye dair temasının şarkılarla ve yaşı büyüdükçe dengbejlerle hep sürdüğünü anlatan Ruken, buna rağmen dili konuşamamasını sorguluyor:

“Bu kadar Kürtçeyle temas edip hala konuşamıyor olmamın altında başka bir neden arıyorum. Bir yandan Kürtçeyi bilmiyor değilim bence. Konuşamıyorum. Çok dalga geçerler bununla ama böyle bir gerçek var. Çünkü bu bizden alınan ve artık bize ait olmayan bir şey aslında. Kürt coğrafyasında yaşayan kişilere ait olabilir ama sen artık batıdasın ve sana aitliği kalmadı. Birileri çıktı Kürtleri Kürtçeden vazgeçirmeye çalıştı ve biz de o vazgeçenlerin çocuklarıydık. Şimdi annem ve babam Kürtçe konuştuğunda çok öfkeleniyorum. Bencil olduklarını düşünüyorum. Nasıl bana dilimi miras bırakmazlar aklım almıyor. Üstelik kendileri bu kadar güzel konuşurken.”

Ruken ana dilini konuşamamanın kendisinde utanç ve öfke yarattığını anlatıyor. Bugün ana dilde eğitimi savunurken, savunduğu dile dair yeterince hakimiyeti olmadığını bilmek, onun için zor bir ikilikmiş:

“Her ne kadar bir asimilasyon ve sansürün sonucunda bu hale gelmiş olsak da bu kadar kolay vazgeçmememiz gerektiğini düşünüyorum. Çok zorlanıyorum bunu konuşurken ve bununla yüzleşirken.”

‘Eğer bir gün dilimi kullanamadan ölürsem, çok yarım kalacağım’

Ruken konuşurken bir yandan gözleri uzaklara dalıyor, biraz da yaşarıyor… Dille kurduğu bağın duygusal olduğunu anlatıyor. Kürtçeyi duyduğunda, kelimelerin, melodilerin, duyguların ona ait olduğunu hissettiğini söylüyor:

“Sözcüğü, melodisi… O dili konuşurken verdiği duygu… Çok bana ait. Ama ben konuşamadım. Bana konuşturulmadı. Eğer bir gün ölürsem ve dilimi doyasıya kullanamadan… Cümleleri bana aitmiş gibi kullanamadan ölürsem, ben çok yarım kalacağım.”

‘Ana dilimi talep ediyorum’

Ruken, 15 Mayıs Kürt Dil Bayramı’nda dil hakkının iadesini talep ediyor:

“Bugün bir barış ihtimalini düşündüğümüzde, bize bizden aldıklarını geri vererek çok daha samimi olabilirler. Bizden aldıklarının en başında benim için dil geliyor. Bunları geri vermeleri gerekiyor. 15 Mayıs’ta da bunu talep ediyorum. Ana dilimi talep ediyorum”

(Fotoğraf: Aso Press)

‘Anadilim Türkçe ama Türk değilim, Kürd’üm ama Kürtçe bilmiyorum’

İstanbul’da doğup büyüyen 23 yaşındaki Baran’ın ana dili Kürtçe ancak kendisiyle aynı kuşakta olan akrabalarıyla birlikte Kürtçeyi hiç bilmiyorlar.

Baran, Dersimli bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da doğuyor. Annesi Kürtçe bilmesine rağmen, yoğun Türk nüfusunun yaşadığı bir çevrede büyüdükleri için evde Türkçe konuşuluyor. Baran, Kürtçeye sadece şarkılarla temas edebiliyor.

Çevresinde Kürtçe konuşan pek kimse olmadığını söyleyen Baran, günlük hayatta iletişim sorunu yaşamadığını ama Kürtçe konuşamamanın bir boşluk ve aidiyet sorunu yarattığını anlatıyor: “Ana dilim Türkçe ama Türk değilim, Kürd’üm ama Kürtçe bilmiyorum. Bu arada kalmışlık bende kimlik bunalımı yarattı.”

‘Kürtçe benim için bir yara’

Baran, Kürtçe bilmiyor olmasının ona hissettirdiklerini anlatmaya devam ediyor:

“Kürt olduğumu bilip Kürtçe konuşamamak, özümü tam olarak bilmeme durumuna sebep oluyor. Kendimi Kürt olarak tanımlarken, dil benim için sanki bir yarayı ifade ediyor.”

Birkaç aydır Kurmancî öğrenmeye başlayan Baran, “Kürtçe öğrenmeyi özüme dönebilmek için kıymetli buluyorum. İstediğim seviyede konuşabilirsem, içimdeki boşluğu büyük oranda doldurabileceğimi düşünüyorum” diyor.

‘İçimdeki öfke ve hüzün çok büyük’

Kürtçeyi öğrenmek için çok büyük isteği olduğunu kaydeden Baran, yanında Kürtçe konuşulduğunda ise şöyle hissediyor:

“Konuşulanları anlamayı çok isteyip de anlayamamanın verdiği bir mutsuzluğu yaşıyorum. Diyorum ki ‘Konuştukları dil benim dilim ama ben anlayamıyorum.’ Hem öfke hem de hüzün yaşıyorum.”

Yakın çevresine Kürtçe öğrenmek istediğini anlattığında olumlu ya da olumsuz bir tepki almadığını, çoğunun nötr yaklaştığını söyleyen Baran, “Kürtçe her şeye rağmen kültürel olarak hayatımızda daha fazla yere sahip olmalı. Bize özümüzü unutturmaya çalışanlara inat, kültürünü korumak için tüm gücüyle direnen Kürt halkına selam olsun” ifadelerini kullanıyor.

‘Ana dilimde eğitim alabilseydim bu sorunları yaşamazdım’

Ayrıca Kürtçeyi kursa giderek öğrenmeye başladığını belirten Baran, “Ana dilimi öğrenmek için birilerine para vermek zorunda kalıyorum. Saçmalığa bakın” diyerek şunları ekliyor:

“Kürtler bu ülkede eğitim ve diğer ihtiyaçları için vergi ödüyor. Kürtler, milyonlarca nüfusu olmasına rağmen neden temel ve orta öğrenim okullarında, anadillerinde eğitim alamıyor? Zamanında okurken, anadilimde eğitim alabilseydim bu sorunların çoğunu belki yaşamazdım. Bu sorunları çözebilmenin yolunu da uzun uzadıya anlatmama gerek yok. Kürt siyasetçilerimiz, bunları senelerdir eylemlerde, mitinglerde, meclis konuşmalarında anlatıyor. Bundan sonra adım atması gereken kişi ve kurumlar bellidir. Ana dilde eğitim hakkı tanınmadan bu sorun çözülmez.”

‘Bu sizin için de bir onur olsun’

Baran, 15 Mayıs Kürt Dil Bayramı’na ilişkin duygularını ise şöyle dile getiriyor:

“Bu halktan biri olmak benim için büyük bir onurdur. Bu satırları okuyan başka asimilasyona uğramış yoldaşlarım varsa onlara da sesleniyorum: Bu sizin için de büyük bir onur olsun. 15 Mayıs Kürt Dil Bayramı’mız kutlu olsun!”


‘Bir halkın dili yok olursa, halk da yok olur’

23 yaşındaki bilgisayar mühendisliği öğrencisi Azat, Kürtçe ile üniversite yıllarında tanıştı.

Türkçe eğitim ve çevresinde sürekli Türkçe konuşulduğu için çocukluk döneminde Kürtçeyle teması olmadı. Azat, “Bir halkın dili onun kimliğidir. Konuşamıyor olsam bile bu dilin taşıyıcısı olmam gerektiğini düşünüyorum” diyor.

İstanbul’da doğan Azat, babasının Erzincanlı bir Kürt, annesinin ise Erzurumlu bir Türk olduğunu söylüyor. Babaannesi ve dedesi Kürtçe konuşabiliyor ancak babası Almanya’da büyüdüğü için dili tam olarak konuşamıyor. Annesinin egemen dili nedeniyle evde Türkçe konuşulduğunu belirten Azat, üniversitede Kürt arkadaşlarının “Sen Kürtsün ama Kürtçe bilmiyorsun” tepkileriyle karşılaşınca diliyle tanıştığını anlatıyor:

“Haklı bir eleştiriydi. Bir halkın dili onun kimliğidir. Onu bilmediğinde o halkın ne kadar bir parçası olabilirsin, o halkın acılarını, ağıtlarını ne kadar anlayabilirsin, o halkın yazdıklarıyla ne kadar örtüşebilirsin? Özellikle sömürge bir halksan, varoluş mücadelesindeki en temel direklerden biri dilindir. Bu yüzden o halkın bir parçasıysan, bir özgürlük iddian varsa, dilinin de sürdürücüsü olman gerekiyor. Çünkü dil yok olursa halk da yok olur. Verilen bütün emekler, bedeller, mücadele aslında bir anlamıyla da dilsiz kalır.”

Kürtçeyi öğrenme süreci ise kolay olmamış. Videolar izleyerek öğrenmeye çalışmış ama çevresinde kendisini destekleyecek, öğretecek veya bu öğrenme yolunda arkadaşlık edecek kimse olmamış. Bir ara Kürt Enstitüsü’ne gitmeyi düşünse de başvuruları senede bir kez ve düşük kontenjanlı olduğu için motivasyon bulamamış.

‘Kendi özüne yabancılaşmışsın’

Kürt arkadaşları Kürtçe konuştuğunda ne hissettiğini sorduğumuzda Azat şöyle diyor:

“Kendi özüne yabancılaşmışsın ve bu karşılaşma seni onunla baş başa bırakıyor. Tabi bir yandan öğrenme isteğime dair motive edici bir güç, inanç da oluyor ama bunun araçları pratik olara çok fazla gelişmediği için genellikle bununla sınırlı kalıyor. Yani inançla sınırlı kalıyor.”

‘Kürtçe öğretmek için uygulama geliştirilebilir’

Yazılımcı olan Azat, teknolojiyi kullanarak Kürtçeyi öğrenmenin kolaylaştırılabileceğini belirterek şunları anlatıyor:

“Mesela bir mobil uygulama geliştirilir. İngilizce’nin, İspanyolca’nın, Fransızca’nın öğrenildiği uygulamalar var. Benzeri Kürtçe için de yapılabilir. Dünyanın neresinde olsan ol, saat kaçta olursa olsun, açıp 5-10 dakikada günlük çalışmayla aslında o günün ödevini, sorumluluğunu yerine getirebilmiş olacaksın. Çok güzel olur.”

‘Üstüme düşeni yapacağımın sözünü veriyorum’

Azat, 15 Mayıs Kürt Dil Bayramı’na dair, “Öncelikle şunu söyleyebilirim: Kürtçenin savunulması için, Kürt dilinin savunulması için başta Celadet Alî Bedirxan olmak üzere bu uğurda mücadele eden, bedel ödeyen, ödemekte olan herkesi saygıyla selamlıyorum. Kürtçenin savunulması gerekiyor. Çünkü bizim ulusal bilincimizi tanımlayan mihenk taşıdır dilimiz. Bu uğurda ben de üstüme düşen sorumluluğu yapacağımın sözünü buradan veriyorum” ifadeleriyle sözlerini tamamlıyor.


‘Kürtçeyle ilgili bir bilgimiz yoktu’

Kürt bir babanın ve Arap bir annenin çocuğu olan Gökhan, Mardin’de doğmuş, çocukluğu Türkiye’nin farklı şehirlerinde geçmiş. Evde çoğunlukla Türkçe konuşulmuş:

“Kürtçeyi tanımıyorum. Daha çok akrabalıklarla, onlardan duyduğum fonetik bir düzlemde kaldı. Bizimle konuşulmadı. Bizim jenerasyonla birlikte Kürtçenin sürekliliği bitti. Ailem apolitikti. İl dışında yaşadığımız için Kürtlük veya Kürtçeyle ilgili bir bilgimiz de yoktu.”

Gökhan’ın Kürtçeyle temas kurması, politikayla tanışmasından sonra olmuş. Ablalarının politikleşmesiyle başlayan süreçte o da kendine yönelmiş:

“İlk başta siyasi olarak ilerledi Kürtlük veya Kürtçe. Sonrasında üniversiteye geldiğimde Kürtçeyi öğrenmek için bir enstitü denemem oldu. Şimdi çok az derdimi anlatabiliyorum ama bilmiyorum demek daha doğru olur.”

‘Eksiklik ve utanç hissediyorum’

Kürtçe bilen arkadaşları arasında konuşmalar başladığında yaşadığı duyguyu “Eksiklik ve utanç hissediyorum” diyerek açıklıyor.

Bu his, sadece gündelik iletişimle ilgili de değil. Gökhan, sanatla ve kültürle kurmak istediği ilişkinin dil bariyerine takıldığını belirtiyor:

“Sanatla ilişkilenmek istiyor insan, ama bu mümkün olmuyor. Açıkça söylemek gerekirse Kürtçe benim için kültürel bir uzantı ama benim kimliğimle çok büyük bir bağı yok. Dillerle, politika dışında bir şey konuşamayız. Çünkü Kürtler şu an sömürge altında bir halk. Coğrafyası da sömürge altında. Bir dilin varlığını yaşatılabilmesi tamamıyla o yerin politik şartları belirliyor.”

Kürtçeyi öğrenmek için özel bir çabasının sürmediğini anlatan Gökhan, sosyal çevresi sayesinde kısmen ilerlediğini söylüyor. Bunun yanında asıl meselenin bireysel çabalarla olmayacağını vurgulayan Gökhan, şöyle diyor:

“Enstitüye gitmek orada öğrenmeye çalışmak tabii ki çok makul ama Kürtçeyi ve Kürtlüğü yaşama sığdırabilecek şartlara sahip değil. Kürtçeyle tartışmak, Kürtçe bir argüman kurmak çağa uygun bir şey değil artık. O yüzden kültürel bir uzantı gibi kalıyor. Kürtçenin yaşatılabilmesi için bir statüye, kurumsallaşmaya ihtiyaç var. Ama bu devlet nezdinde mümkün değil. Bu çağda Kürtçeyi metropole taşımak bana ütopik geliyor.”

‘Ezilen bir halkın mücadele alanı’

Bugün 15 Mayıs Kürt Dil Bayramı Gökhan için ne ifade ediyor? Ona göre bu gün bir mücadele günü:

“Kürt Dil Bayramı bana ezilen bir halkın mücadele alanlarından biriymiş gibi geliyor. Ben Kürtleri, sıradan, modern çağda kendini kabul ettirmiş bir halk gibi göremiyorum. O yüzden bütün eylemleri, tepkileri, bu halka dayatılan şeylere karşı verilen mücadeledir. Kurumsal alanımız yok, herkesin Kürtçe konuşabileceği bir zemin de yok. Ama sosyal yaşamda, kültür-sanat alanında kullanılabilmesi önemli. Elimizden geldiği kadar yaşamsallaştırmalıyız.”