Mozaik söylemi gölgesinde; Kürtçe ve ‘Zarokistan’
Cegerxwîn Polat 4 Ekim 2024

Mozaik söylemi gölgesinde; Kürtçe ve ‘Zarokistan’

Savaş, Ortadoğu’nun kaotik siyasal yapısı zemininde şiddetini giderek artırıyor ve kapsadığı alan hızla genişliyor. Bu daha fazla çocuk ölümü, sivil katliamı ve göç anlamına geliyor. Lübnan’da halihazırda bir milyon insan yerinden edilmiş durumda. Ekonomik olarak iflas etmiş, kurumsal yapıları tümüyle çökmüş bir ülke için hazin bir durum. Lübnan halkı ise uzun zamandır güvenlik ihtiyaçlarını Hizbullah üzerinden gidermeye çalışıyor. Organize görünen ve şiddet tekelini elinde bulunduran Hizbullah’ın, adım adım Lübnan’daki boşluktan nasıl yararlandığı, boşluğun oluşmasındaki katkısı ve kendisini nasıl vazgeçilmez hale getirdiği ayrı bir tartışma konusu. Ancak ideolojik-otoriter yapıların dinci saikle birleşmesinden ortaya çıkacak şeyin pek hayırlı olmayacağını, İsrail ve İran devletler örneğinden görebiliriz. Siyonist hezeyanlarla kuşanmış devasa bir yapı olarak İsrail devlet mekanizması, Netanyahu hükümetinin “siyasi ömrünü uzatma” çabasıyla tencere kapak ilişkisini yakalamış durumda. İsrail’de tüm bu saldırganlığa itiraz eden demokratik iç muhalefetin güçlü sesi ise, savaş gürültüsünün arasında kayboluyor. İsrail’in yüz bin yerleşimcisinin güvenliğini sağlamak gerekçesi ile başlattığı Lübnan saldırısının duracağı yer neresi kısmında rivayetler muhtelif. Zira İsrail’i kim durduracak tartışmasından çok “nerede duracak” fikri daha geçerli durumda. Tüm bu sürecin hatırlattığı şeyler var. Oraya bakalım biraz.

Analitik felsefe kuramcısı Bertnard Russell, “Bütün kötü şeyler birbirine bağlıdır ve bunların her biri diğerinin nedeni olabilir” diyerek zihnimizi açar. Kendi “kötümüzü” yaşanan kaosta nereye koyabiliriz diye düşündürür. Russell, doğru-gerçek tartışmasında deneyimlerimizle edindiğimiz bilgi hakkında da bizlere çok şey öğretir. Deneyimlerimize dayanan ve duyularımızın algıladığı kadarını öğrenmeyi ifade eden deneycilik, felsefede rasyonalite kavramı ile karşıt pozisyonları tutar. Gerçek arayışında, olguların bizzat içinde olmak ve deneyimlemek kritik önem taşır. Deneyim, geride tereddüt edecek pek bir şey bırakmaz. Oldukça kişiseldir, size aittir. Kandırılamazsınız, akıl oyunları yetmez ve yetişmez. Tüm bu deneyimlerle inşa edilen zihinsel çıkarımlar basit manipülasyonlarla kolay kolay değişmez. Çoğu zaman anahtar rolü görür ve yeni olguları kavrayacak rotayı belirler.  Başkaları tarafından önemsiz gibi görünen şeyleri fark etmede bu kişisel deneyimler belirleyici olur. Olgular ve olaylar karşısında tutum almak gerektiğinde ise refleks davranışlar haline gelir. Ancak “rasyonel olmak” pahasına ve çoğu zamanda bir savunma mekanizması olarak gerçek bükülebilir, içine düşülen yeni durum normalleşebilir. Son yıllarda, Ortadoğu ve dolayısıyla Türkiye’de siyaseti izlerken epeyce can sıkıcı deneyimler edinmiş olduk. Peki bize ne öğretti yaşadıklarımız?

Son 20 yılda ülkede yaşananlar ve meselelerin dönüşümü, tanıklık edenler açısından gerçekle kurdukları bağda sahici veriler sunar. “Siyasi ömrünü uzatmak” için memleketi ateş yerine çeviren AK Parti iktidarı ve lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın 2015 yılından sonra yaptıklarının üzerinden fazlaca bir zaman geçmedi. Anılarımız taze. Hırsın nelere kadir olacağını hep birlikte gördük. Öncesinde çok matah bir hayatımız olmasa bile bazı olasılıklarımız vardı. Muktedirlerin, henüz üzerinde yeni bir bellek inşa edecek zamanlarının olmadığı kadar kısa süre öncesiydi. Sabahları gidecek bir işimizin olduğu, giderken de tedirgin hissetmediğimiz zamanlardı! İşte o dönemlerin hafızasıyla bugüne yol alıyoruz. Hafıza, sadece bir bilgi deposu değildir ve katmanları olup yeni veri girişleri ile yoğrulur. Deneyim biriktikçe hafızayı oluşturan kodlar arasında yeni bilgi bağları kurulur. İki yüzlülüğü, riyakarlığı kişisel ve toplumsal olarak hızla fark edecek aydınlanmayı sağlar. Yaşananlar, tekrar eden süreçler Kürt meselesine dair tutum ve gelişmeler de bizler için yeni değerlendirmelere sebep olmaktadır.

Herkesin bir hikayesi vardır yakın geçmişten. Bizim hikâyemiz Diyarbakır’da geçiyor. Hatırlanır, 2013-2015 arasında demokrasi adına bazı genişlemelerin olduğu bir dönemden geçiliyordu. Çatışmasızlık ve müzakere adıyla anılan, Kürt meselesinin çözümü adına, PKK ile AK Parti arasında sürdürülen görüşmelerin ilgiyle izlendiği ve kamuoyunun desteğinin önemli olduğu zamanlardı. Kürtçenin önündeki engellerin kaldırıldığı, üniversite eğitimi düzeyinde Kürtçe bölümlerin açıldığı, öğretim üyeleri ile akademik çalışmaların başladığı dönemlerdi. Temel eğitim döneminde de seçmeli Kürtçe dersler başlamıştı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin önceki dönemlerden “Baxçeyê Zarokan” adıyla başlayan, ana dili kullanma hakkını içerecek şekilde okul öncesi çocuklar için açtığı “çok dilli kreş”, yeni dönemde Zarokistan ismiyle daha kurumsal bir formda yapılandırılmıştı. Eğitimciler hep söyler! Okul öncesi, çocuğun karakterinin, beyin gelişiminin neredeyse %90’ının tamamlandığı süreçtir. Çocuklar bu dönemde iki ya da üç farklı dili kolayca öğrenebilir. Yeni öğrenilen diller zekâ gelişiminde önemli rol oynar. Ebeveyn olarak bu hevesimizi çok dilli kreşle birleştirmenin heyecanını biz de yaşadık. Bizim gibi aileler epey fazlaydı. 2015 yılında Zarokistan’a oğlumuzu göndermeye başladığımızda, yeni deneyimler bizi heyecanlandırmıştı. Oldukça sevgi dolu bir ortamdı. İlgili öğretmenlerin (Mamoste) varlığında, ebeveyn olarak çocuğu için iyi bir şey yapmanın verdiği hazla Zarokistan’a devam ettik. Darbe girişimi ve sonrası kopan tufan, kamudaki budama faaliyetleri derken ilk kuşak kayyım ataması yapıldı. Ana dili Kürtçe olan ve sekiz yaşında Türkçe öğrenmiş Kayyım’ın yaptığı ilk faaliyetlerden birisi Zarokistan’da Mamoste olarak çalışanların işten çıkarılması oldu. Kurum gerici bir odağa dönüştürüldü. Çocuklarımız büyük bir pisikolojik şiddete maruz kaldılar ve bizler süreci geri döndüremedik.

Şimdilerde yeni bir Zarokistan heyecanı başladı. Kayyım sürecinde “değerler eğitimi” adı altında çoğunluğu dışarıdan memur olarak gelen insanların çocuklarına hizmet sunan binalara dönüşen kreşler, tekrar amacına uygun hale getirildi. Sekiz yıl aradan sonra seçilmiş belediye eş başkanlarının idaresindeki Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, okul öncesi çocuklar için demokratik eğitim ortamı oluşturmayı hedefleyerek Zarokistan’ları yeniden açtı. Diğer taraftan merkezi hükümet tarafından, daha önce olduğu gibi gün akışında Kürtçenin lehçelerin de olduğu “çok dilli kreş” için apar topar müfettiş görevlendirmesi yapıldı. Halihazırda yürüyen denetlemelerde, kreşlerde Kürtçe konuşulup konuşulmadığı kayıt altına alınmaya çalışılıyor. Resmi dil tartışmalarıyla çocukların Kürtçe öğrenme hakkı bu şekilde gasp ediliyor. Yerel yönetimlerin seçmenlerinin taleplerine kulak tıkaması isteniyor. Diğer taraftan Kürtçe ile akademik düzeyde ilgilenen kurumlara baskınlar düzenleniyor ve çalışanlar gözaltına alınıyor. Kürtçeye geçit yok diyen siyasal iktidar için aslında temel mevzu çocuklar!

Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi’nin 2023 yılında“Önce Çocuklar Derneği” adına yaptığı “Ana Dili Hakkı İzleme ve Raporlama” çalışması çocuklarda ana dili kullanımı için bizlere ciddi veriler sunuyor. Diyarbakır’da Kürtçenin Kurmancî ve Kirmanckî/Zazakî lehçelerine dönük araştırmada, 260 çocuk ile yüz yüze görüşmeler gerçekleştirilmiş. Araştırmaya katılan çocukların %83,1’i ana dillerinin Kurmancî lehçesinde olduğunu beyan ederken, %16,9’u Kirmanckî/Zazakî yanıtlarını vermiş. Buna karşılık görüşmecilerin %66,2’si hane Iiçinde çoğunlukla Türkçe konuştuklarını, %24,6’sı Kurmancî ve %9,2’si ise Kirmanckî/Zazakî dillerini konuştuklarını bildirmiş. Bu veriler, Kürtçenin artık aile içinde kullanılarak sonraki kuşaklara aktarılıp korunan bir dil olmaktan uzaklaşmaya başladığını düşündürüyor. “Ana dilinin hane içinde konuşulma sıklığına” ilişkin verilen yanıtlar da bu yönlü kaygıları besliyor. Görüşmecilerin %25,4’ü hanelerinde her zaman ana dillerini konuştuklarını bildirirken, %37,7’si ara sıra, %20,8’i nadiren, %16,2’si hiç kullanmadıklarını bildirmiş. “Anne/Babanızla ana dilinizi konuşuyor musunuz?” Sorusuna görüşmecilerin %41,5’i evet, %23,1’i hayır, %35,4’ü kısmen derken, “Sokakta/Oyun oynarken çoğunlukla konuşulan dil” olarak %90’ı Türkçe, %9,2’si Kurmancî ve %0,8’i Kirmanckî/Zazakî dillerini kullandıklarını söylüyor. Oyun dilinin çok büyük oranda Türkçe olması Kürtçenin kullanılması, korunması ve aktarılmasına dair ciddi bir riskin varlığına işaret ediyor. Bununla birlikte “Ana dilini öğrenmek/Daha iyi konuşmak” isteyen çocukların oranının %86,2 olması dikkat çekici. Görüşmecilerin %71,5’i “okulunuzda ana dilinizde eğitim almak Iister misiniz?” Sorusuna evet yanıtını verirken; “Okulda ana dilinizi seçmeli ders olarak tercih ettiniz mi?” sorusuna ise %32,6’sı evet, %67,4’ü hayır yanıtını veriyor. Okuduğu okulda ana dilini seçmeli ders olarak seçmediğini belirten görüşmecilere nedeni sorulduğunda %49,4’ü öyle bir seçenek yoktu, %17,2’si bilgim yoktu, %11,5’i istemediğim için yanıtını veriyor. Aslında görüntüyü kurtarmak için yapılan şeyin gizli bir el tarafından seçenek olarak sunulmadığı bu veriyle de görülüyor.

Şimdiki hikâye İstanbul’da geçiyor. Çalıştığım işyerinin yanında ismi “Uluslararası” uzantılı okuldan çocukların ebeveynleri tarafından alınışını izliyorum. Soruyorum iş arkadaşlarıma nedir ne değildir diye. Okul, son dönem göç eden Arap sermayesinin. Öğrenciler, okulun resmi internet sitesinde yazdığına göre Arapça, İngilizce ve Türkçe eğitim alıyorlar. Sorduğumda Arap nüfusu dışında okula kabul edilen yok. İstanbul’da milyonlarca Arap kökenli insanın yaşadığı düşünülünce üst-orta gelir düzeyindeki ailelerin çocuklarının böyle bir eğitim alabiliyor olmaları şahane bir durum. Yoksullar günahkardır zaten. Sonra Kürtçe aklıma geliyor. Çocuğunun resmi olarak Kürtçe öğrenme hakkı olmadığı, bir ebeveyn olduğumu hatırlıyorum. Hafızam canlanıyor. Zihnime bu deneyimin verileri de giriyor. Kötülüğün sınırları gözümde daha da genişliyor.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin belki de en büyük resmi yalanı toplumun mozaik olduğu kabulüdür. Bu söylem altında tarihsel olarak var olan farklı dillerin öğrenilmesi, kuşaklar boyu aktarılması engellenmiştir. Türklük etrafında inşa edilen ideolojik hat, resmi dil söylemi ile kutsal bir kılıfa sokulmuştur. Dilbilim kuramı ile Chomsky, dil ile zihin arasında kurulan bağın, yeryüzünde farklı diller konuşan insanların bir arada yaşamalarını mümkün kılması bakımından önemini vurgular. Chomsky, “Dil, insanın düşünsel ve toplumsal yapısının temel bir parçasıdır; onu yok saymak, insan doğasına yapılan bir saldırıdır” der.  Demokratik değerleri önemseyen bir ülkenin farklılıkları yaşatabilmesi gerekir. Türkiye, farklılıkların devlet ideolojisine uygun budandığı, yok edilmeye çalışıldığı bir ülke olmaktan mutlaka kurtulmalıdır. Her şeye rağmen bunun mücadelesini bizler yeni araçlar oluşturarak verebilmeliyiz. Daha önce Zarokistan kapatıldığında yaptığımız gibi…

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.