Türkiye’de siyasetin ve yargının gündemi her geçen gün daha da karmaşık hale geliyor. Bir taraftan muhalif belediyelerden Ekrem İmamoğlu’na, Ümit Özdağ’dan Ayşe Barım’a kadar geniş bir yelpazeye yayılan soruşturmalar, kayyım atamaları ve tutuklamalar muhalefeti ciddi bir baskı altına alırken; diğer taraftan Ortadoğu’daki gelişmeler ve küresel siyasetteki değişimler, Türkiye siyasetinin merkezini, özellikle de Kürt sorununun çözümüne dair yeni argümanlar üretme zorunluluğuyla karşı karşıya bırakıyor.
Peki, tüm bu kritik tartışmaların ortasında, CHP nerede duruyor? Tüm bu soruları, İlke TV’de yayınlanan Mercek Altı programında Siyaset Bilimci Eren Aksoyoğlu yanıtladı
Ekrem İmamoğlu’nun “Turbun Büyüğü” başlıklı basın toplantısı toplumda ve siyasette nasıl bir etki yarattı?
“Ekrem İmamoğlu bir süredir siyaset arenasına çıkmak için çaba harcıyor. İmamoğlu, Türkiye’de siyaset kişileri mindere davet ediyorsa minderden kaçmamak gerektiğinin bilincinde. Bu tip hamlelerle kendi hareket alanını belirliyor ve kendi elini rahatlatıyor. Her geçen gün Ekrem İmamoğlu’nun, Tayyip Erdoğan’la karşı karşıya kalacağı bir sürecin örülmek istendiğini açıkça görüyoruz.
CHP’yi belki bir konuda uyarmak gerek: Bu konu tek başına Ekrem İmamoğlu’nun stratejisine ya da Ekrem İmamoğlu’nun oyun planına bırakılmaması gereken, daha kompleks bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Strateji çok daha kalabalık bir ekiple, hatta bir toplumsal muharebe alanında belirlenmeli ve tüm süreç böyle örülmeli. CHP, sadece lidere karşı lider önererek değil, aynı zamanda hegemonyaya karşı hegemonya türü bir mücadeleyle kazanabilir.”
İmamoğlu’nun gerçekleştirdiği basın toplantısı Kartalkaya’daki otel yangınını gündemde alt sıralara mı düşürdü?
“Kartalkaya’daki yangın gibi gelişmeler iktidarın sıkıştığı konular haline geliyor. Muhalefetin bu konuyu sıcak tutmaya ihtiyacı var. Kanımca bir muhalefet partisi bu ikisini de yapabilmeyi becerebilirse, yani bir yandan “turbun büyüğünü” diğer yandan otel yangınındaki ihmalleri anlatabilirse başarı sağlar. Sakız çiğnerken aynı anda yürüyebiliriz. CHP henüz çok sayıda gündemi bir arada sıcak tutabileceği bir aşamada değil. Turizm Bakanı ile ilgili hem iktidar partisinde hem de toplumda ortaya çıkan yarılma belki de istifa ile sonuçlanabilirdi. Bu tren kaçtı.”
DEM Partili ve CHP’li belediyelere yönelik operasyonlar, İmamoğlu hakkında soruşturma, Ayşe Barım’dan Ümit Özdağ’a uzanan geniş bir skalada tutuklamalar, kayyımlar: Muhalefet yargı kararlarını nasıl siyasetin konusu haline getirecek?
“Toplumun bazı kesimleri, hukuki normlar üzerinden değil, güç ilişkileri üzerinden siyasetle ilişki kuruyor. Özellikle Tayyip Erdoğan’ın gücü kendi seçmenin gözünde bu şekilde pekişiyor. Bu durum, muhalefet seçmenini demoralize ederken, AKP seçmenini yeniden konsolide ediyor. Ancak CHP, bu ilişkileri kırmak yerine her defasında sokaktan çekilme ve sadece sandığa odaklanma gibi hatalar yapıyor.”
Muhalefet kendi rüzgarını yaratmak için neyi gündem etmeli: Seçimi ve adayları mı, güncel sorunları mı?
“Muhalefet, her şeyi sadece sandıkla sınırlayarak kendi seçeneklerini daraltıyor. Demokrasi, sadece sandıkla değil, sokakta da işler. Sokak, gelişmiş demokrasilerde şiddetle ilişkilendirilmemeli; sokakta sesini duyurmak da demokratik bir araçtır.
CHP’nin seçimlerdeki son başarısı, yalnızca liderin etrafında toplanmakla değil, sosyalistlerin ve Kürt hareketinin katkısıyla mümkün oldu. Tüm bu süreçleri göz ardı edip sadece lider üzerine odaklanmak, uzun vadede başarısızlığa yol açar.
Bugün CHP’nin topluma önerdiği siyasal programı hakkında kesin bir görüş yok. Bu belirsizlik, olası seçimin galibi olsalar dahi karşılarına büyük sorunlar çıkaracak. Örneğin, Kürt sorunu gibi kritik meselelere çözüm önermek seçimden sonrasına bırakılamaz. Yeni bir yüzyılı inşa etme iddiasında olan CHP sorunlara çözüm önererek başarı sağlayabilir.
Liderlik ve seçim tartışmalarına odaklanmak, yani siyasal argümanları siyasal iletişime indirgemek önümüzdeki günlerde sosyal demokratlar açısından yapısal bir soruna dönüşecek gibi görünüyor ki bu büyük bir risk.”
CHP’nin cumhurbaşkanı adayını parti üyelerinin oylarıyla belirlenmesi başarı getirir mi?
“Son seçimlerde CHP’nin yaptığı kurultay görüntüsü, demokrasinin son kırıntısının CHP’de yaşandığını gösteriyordu ve bu, CHP’nin yerel seçimdeki başarısının dinamiklerinden biriydi. İnsanlar ülkelerinde göremedikleri demokrasiyi parti içinde görerek heyecanlandılar. Bu süreç, bir lider değişikliği ya da benzeri bir gelişmeyle sonuçlanabilir. Ancak bu yöntemin başarıya ulaşabilmesi için CHP’nin bunu çok iyi anlatması ve görünür kılması gerekiyor. Aday belirlemede üyelik manipülasyonu ya da adaylar arasında çekişmeler olabilir. Bu açıdan dikkatli ve kontrollü ilerlenmeli.”
Özgür Özel’in yargıda devam eden soruşturmalara dair “iktidara kafa tutan herkesi sahipleneceğiz” sözü yeni bir 31 Mart ruhuna, Türkiye İttifakı’na mı işaret ediyor?
“Bu süreçte ton çok önemli. CHP, tarihsel olarak özgürlük ve adalet mücadelesi veren, sosyal demokrat bir toplumsal bloğun parçasıdır. Bu yüzden CHP’nin durması gereken yer açıktır. İfade özgürlüğünü savunmak önemli, ancak bu savunma ırkçı ya da faşist bir siyaseti meşrulaştırmaya yönelik olmamalıdır. Geçmişte, CHP’nin sağcılarla ittifak yapması, özellikle Ümit Özdağ ile yapılan ittifakın ardından, partiye zarar vermişti ve bazı toplumsal grupların kopmasına yol açtı. İttifaklar, tarihsel bir sosyal demokrasi çerçevesinde kurulmalı ve CHP, sol görüşlü bir yaklaşımı benimseyerek sosyal demokrasiyle ilişkilenmeli.
Özellikle Kürt hareketiyle yapılan kent uzlaşıları ve bazı bölgelerde sosyalistlerle gerçekleştirilen uzlaşıların beraberinde bazı doğru sonuçlar doğurduğunu da gördük. Bu nedenle, siyasi kompozisyonu buradan kurmak, daha verimli bir yaklaşım olacaktır.”
Türkiye Ekim’den beri Suriye’deki gelişmelere bağlı olarak Kürt sorununun çözümünü konuşuyor. Suriye’de, Ortadoğu’da ve ABD-Çin eksenindeki küresel gelişmeler Türkiye’yi yeni bir pozisyona itiyor. Erdoğan “bölge lideri” imajı çizerken Bahçeli kendi siyasetinin oyun kurucusu konumunda. DEM Parti ise 100 yıllık bir sorunun çözümünde muhatap pozisyonunda. Peki değişen dünyada ve bölgede CHP nerede duruyor?
“Esas soru tam da bu: CHP iktidara yaklaşırken hangi stratejiyi tercih edecek? Siyaseti “yurttaş” yerine “seçmen” üzerinden mi kurgulayacak? Bu siyasi argümanların kaybedilmesi anlamına gelir.
Özellikle Suriye ve Ortadoğu gibi dış politika meselelerinde sosyal demokrasinin zayıf olduğu bir alan var. CHP’nin dış politika çizgisi, tarihsel olarak eksik kaldı ve siyasette çözüm önerisi sunan bir örüntü oluşturamadı. Dolayısıyla Erdoğan “Emevi Camii’nde namaz kılma” politik iddiasını neredeyse gerçekleştirirken CHP izler pozisyonda kaldı.
Bu hareket alanından çıkabilmek için, CHP’nin genel merkez binasında ve çevresindeki entelektüel birikimi daha verimli şekilde kullanarak üniversite gibi çalışabileceği, somut sonuçlar ortaya koyabileceği ve bu sonuçlar üzerinden politika yapıcıların belirli bir çizgi belirleyerek bunlara sahip çıkabileceği bir ortam yaratması gerekiyor. Ancak CHP, bir süredir bu potansiyeli göz ardı ediyor ve bu durum, başarıyı değil, tam tersine süreçleri doğru okuyamama sorununu beraberinde getiriyor.
Eğer elinizde bir program varsa, her şey tam anlamıyla yerli yerine oturur ve belki de üyelerinizi bu anlamda yönlendirebilirsiniz. Adayın neler anlatabileceğini de bu şekilde belirlemek mümkün olur.”
Yargı kararlarıyla CHP ve DEM Parti arasındaki makasın açılması mı hedefleniyor? CHP bu durumda nasıl bir pozisyon almalı? “Çözüm süreci” tartışmalarında ve Türkiye’nin toptan demokratikleşmesinde nerede durmalı?
“CHP’nin tarihsel programı, iki ayak üzerine basıyor; bunlardan biri cumhuriyetin temel ilkeleridir ve dolayısıyla ulus devlettir. Diğer ise sosyal demokrasi ve devletsel değerlerdir. Ancak bazı aşamalarda ulus devlet, daha demokratik bir devlet anlayışına karşı geliyor. Bu çelişki, beraberinde Kürt hareketiyle teması sınırlayan veya bozan bir tutumu ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla, bu teması kurarken, toplumsal kesimleri kaybetme riskini doğuruyor.
Burada sadece yönetsel değil, siyaset felsefesine dayanan engeller de var. Bunların belirli bir takvim içerisinde aşılması için bir irade olmalı. Örneğin, neredeyse her mitingde ve her eylemde söylenen “demokratik Türkiye” ve “demokratik devlet” söylemleri, felsefi derinlikten yoksun kalıyor. Dolayısıyla insanların karşılaştığı çelişkiler, Kürt hareketiyle veya diğer toplumsal kesimlerle temas etmeye başladığınızda, bir politik iddia haline gelmek yerine yıllardır içeride yaşamaya devam ediyor.
Bu noktada, CHP bir takvim içerisinde bu sorunları çözmeye kalkarsa, Kürt hareketiyle birlikte Türkiye’nin bir arada yaşama iradesi açısından büyük kazanımlar elde edebilir. Ancak bunun için konuşmalar, görüşmeler ve temaslar gerekiyor.
Şeffaflık ve mecliste konuşma vurguları sıkça yapılıyor, peki meclis kürsüsüne çıkıldığında ne konuşulacak? CHP’nin ne konuşacağına dair bazı soru işaretleri var. Türkiye’nin sosyal demokrat partisinin bu alana odaklanmasına ve buraya dair birtakım içerikler üretmesi gerektiğini düşünüyorum.
CHP’nin bu konuda ciddi bir insan sermayesi var. Ama bunu gerçek bir politikaya dönüşüp dönüşmeyeceğini zaman gösterecek.“