• Ana Sayfa
  • Manşet
  • Trump’ın ‘Savaş Bakanlığı’nın hedefinde demokrasi var
Trump’ın ‘Savaş Bakanlığı’nın hedefinde demokrasi var
Yıldız Önen 10 Eylül 2025

Trump’ın ‘Savaş Bakanlığı’nın hedefinde demokrasi var

ABD Başkanı Donald Trump siyaset sahnesine çıktığı ilk günden itibaren dilini sertleştirmekten, gücü askeri sembollerle özdeşleştirmekten geri durmadı. İlk başkanlığı döneminde George Floyd’un öldürülmesinin ardından yükselen isyanlarda Los Angeles ve Washington D.C.’ye ulusal muhafızları gönderdi; protestocuları düşman gibi hedef gösterdi. İkinci döneminde üniversitelerdeki öğrencilerin ve akademisyenlerin protestolarını “düzeni bozan unsurlar” olarak nitelendirdi, sert müdahaleleri meşrulaştırmaya çalıştı. Los Angeles’a ulusal muhafızları yolladı, kendi doğum gününde askeri tören yaptırdı.

Bugün ise Pentagon’un adını “Department of War-Savaş Bakanlığı” olarak değiştirdi ve Chicago’ya karşı “savaş ilanı” tehdidinde bulundu.

Chicago’ya “savaş” ilanı

Trump, 6 Eylül’de Chicago’yu doğrudan hedef aldı. Sosyal medyada paylaştığı yapay zekâ ile üretilmiş bir görselde kendisini askeri üniformayla, şehrin üzerinde bir general gibi resmetti. Görselin üzerine şu ifadeleri ekledi: “Chicago, neden ‘Savaş Bakanlığı’ denildiğini öğrenecek.” Bu sahne, Apocalypse Now (Kıyamet Şimdi) filmine yapılan göndermelerle pekiştirildi ve “Sabahın erken saatlerinde sınır dışı kokusunu seviyorum” gibi militarist sloganlarla süslendi.

Trump, Chicago’yu “dünyanın en tehlikeli şehri” olarak nitelendiriyor. Ancak Guardian’ın verilerine göre, 2024’te en yüksek cinayet oranlarına sahip dört şehir Cumhuriyetçi eyaletlerde: Jackson, MS; Birmingham, AL; St. Louis, MO; ve Memphis, TN.

ABD’nin en büyük 50 şehrinde ise Demokrat eyaletlerdeki şehirlerin cinayet oranı yüz bin kişi başına 7,8 iken düşük, Cumhuriyetçi eyaletlerde 12,9 ile daha yüksek. Salıncak eyaletler ise ortada, 10,2 oranıyla yer alıyor.

Politico’nun aktardığına göre, Trump kendisini “çetelere ve kartellere savaş açan” bir lider olarak göstermeye çalışıyor. Ancak şehir yöneticileri bu söylemin, federal müdahaleyi meşrulaştırmak için kullandığını ve doğrudan siyasi mesaj içerdiğini vurguluyor. Chicago’ya yönelik tehditler, askeri gücün iç siyasette kullanılmasının örneği olarak, demokratik denge ve denetim mekanizmalarının zayıflatılmasına kapı aralıyor.

Chicago’nun hedef seçilmesinin nedeni, kentin Demokrat Parti’nin kalesi olması ve güçlü, sendikal ve çok kültürlü toplumsal yapısıyla Trump’ın temsil ettiği otoriter sağa meydan okumasıdır.

Pentagon’a “Savaş Bakanlığı” ismi

Pentagon, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yalnızca bir bina değil; Amerikan askeri gücünün sembolü oldu. “Savunma Bakanlığı” adı, ABD’nin kendisini sürekli tehditlere karşı koruyan bir güç olarak sunmasına olanak tanıyordu. Trump’ın getirdiği “Savaş Bakanlığı” adı ise bu maskeyi düşürüyor. “Savunma” kelimesinin yerine “savaş” ifadesinin koyulması, ABD’nin askeri gücünün kapsamlı ve saldırgan doğasını görünür hale getirdi.

Ayrıca bu adım, Kongre onayı olmadan yapılmasına rağmen güçlü bir politik mesaj niteliği taşıyor. Financial Times bu yeniden markalamanın, ABD’nin küresel askeri kimliğine yönelik net bir sinyal olduğunu ve maliyetli olsa bile sembolik değerinin yüksek olduğunu vurguladı. Pentagon’un yeniden isimlendirilmesi, askeri gücün yalnızca savunma amaçlı değil, saldırı için de kullanılabileceği mesajını içeriyor. Böylece militarizmin dilinin, demokratik siyasetin dilinin yerine geçtiğini görüyoruz.

Trump’ın otoriterliğinde militarist semboller her zaman başrolde oldu. Tanklara, üniformalara, geçit törenlerine duyduğu hayranlık, siyasetini şekillendiren unsurların başında geliyor. Ancak bu hayranlık masum değil. Çünkü bu semboller, demokratik kurumların işlevlerini gölgede bırakmak ve yerlerini almak üzere devreye sokuluyor. Askeri gösteriler, “güç” imajını pekiştirirken, muhalefeti kriminalize eden otoriter bir dilin parçası haline geliyor.

Trump için protesto hakkı bir güvenlik tehdidi; seçim sonuçları kendi lehine değilse, askeri yöntemlerle telafi edilmesi gereken bir sorun. 2020 seçimlerinden sonra Kongre baskınını teşvik etmesi ve ardından orduyu göreve çağırma imaları, bu militarist zihniyetin en açık tezahürlerinden biriydi. Şimdi aynı çizginin devam ettiğini görüyoruz.

Bu yaklaşım yalnızca Trump’a özgü değil. Dünyanın pek çok yerinde otoriter sağ liderler, militarizmin sembollerini siyasetin merkezine yerleştiriyor. Brezilya’da Bolsonaro’nun orduyu siyasetin merkezine taşıma çabaları, Macaristan’da Orbán’ın güvenlik politikalarını demokrasinin önüne koyması, Hindistan’da Modi’nin milliyetçi retoriği militarist sembollerle süslemesi, bu çizginin farklı coğrafyalardaki örnekleri.

Bu örnekler, militarist dil ve sembollerin demokrasiye doğrudan zarar verdiğini, özgürlük alanlarını daralttığını gösteriyor. Militarizm, otoriter liderler için sadece bir güvenlik stratejisi değil; aynı zamanda siyasal iktidarı pekiştirmenin ve muhalefeti bastırmanın ideolojik aracıdır.

1960’lardan bugüne iç düşman retoriği

Trump’ın Chicago’ya karşı kullandığı “savaş dili” ve ulusal muhafızları eyaletlere gönderme taktikleri, ABD tarihinde yeni değil. 1950–1954 yıllarında komünizm korkusu siyasette, kültürde ve medya söyleminde hâkim hale gelmişti. McCarthycilik dönemi, iç düşman algısının siyasi muhaliflere yönelik cadı avlarını beraberinde getirdiği bir süreçti. Akademisyenler, sendikacılar ve hatta hükümet memurları ideolojik tehdit olarak tanımlanıp dışlanmış; demokratik haklar zedelenmiş, yargısal süreçlere ağır müdahaleler yapılmıştı.

1960’larda, siyahilerin sivil haklar mücadelesi yükselirken aynı dönemde Soğuk Savaş kaygıları ve komünizm korkusu siyasette, kültürde ve medya söyleminde hâkimdi. Federal hükümet, protestoları bastırmak için kimi zaman orduyu devreye soktu, kimi zaman da eyalet valileri ulusal muhafızları sokaklara sürdü. 1968’de Chicago’daki Demokrat Parti kongresi sırasında polisin göstericilere uyguladığı şiddet, Amerikan demokrasisinin en karanlık sayfalarından biri olarak kayda geçti.

1950’ler ve 1960’lar, ABD’de iç düşman algısının nasıl yaratıldığını ve bunun demokratik süreçler üzerindeki etkilerini acı bir şekilde gösterdi. Bu tür söylemlerin tekrarlanması toplumda kutuplaşmayı artırabilir ve demokratik normların zayıflamasına yol açabilir.

Demokrasiye sahip sıkma mücadelesi

Trump’ın son hamleleri ülke genelinde geniş çaplı bir tepki ve direniş dalgası yarattı. Chicago, bu direnişin merkezi haline gelirken, yerel yönetimler ve halk federal müdahaleye karşı demokratik değerleri savunmak için birleşti. Michigan Caddesi’nde yüzlerce kişi gösteriler düzenleyerek Trump’ın tehditlerini protesto etti. Chicago Belediye Başkanı Brandon Johnson ve Illinois Valisi JB Pritzker, eylemlere destek vererek bu tür hamlelerin “ülkenin demokratik değerlerine aykırı” olduğunu vurguladı. Vali Pritzker ayrıca ulusal muhafızların şehre konuşlandırılması durumunda hukuki süreç başlatacaklarını açıkladı ve yerel yönetimin demokratik denetim iradesini gösterdi.

Bu direniş sadece yerel ölçekte kalmıyor. “Hands Off” hareketi, sivil haklar örgütleri, sendikalar, kadın hakları grupları ve LGBTİ+ savunucularını bir araya getirerek, federal müdahalelere karşı ülke genelinde kitlesel gösteriler düzenliyor. 2017 Kadın Yürüyüşü ve 2020 George Floyd protestolarına benzer şekilde, bu hareket, toplumsal dayanışmayı görünür kılarak demokratik refleksi güçlendiriyor.

Sonuç olarak, bu direnişler yalnızca Trump’ın politikalarına karşı değil, aynı zamanda demokratik değerlerin savunulmasına yönelik güçlü bir mesaj taşıyor. Chicago’daki toplulukların ve ulusal hareketlerin bir araya gelmesi, demokrasinin kırılgan ama aynı zamanda dayanıklı doğasını ortaya koyuyor; halkın iradesinin ve toplumsal örgütlenmenin gücünü hatırlatıyor.

Bütün bunlar, Türkiye’deki duruma da dikkat çekiyor. Türkiye’de hükümet, seçimle kazanılmış belediyeleri kayyımlarla geri alma çabası içinde. CHP ve DEM Parti’nin kazandığı yerler hedef alınıyor ve demokratik alanlar daraltılmak isteniyor. Bu müdahalelere karşı direnmek, demokrasiyi korumak ve toplumsal iradeyi savunmak için hayati önem taşıyor.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.