650 bin kişinin gözaltına alındığı, 230 bin kişinin yargılandığı 517 kişiye idam cezasının verildiği 12 Eylül Askeri Darbesi’nin üzerinden 44 yıl geçti. Darbenin sorumlularından Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya 32 yıl sonra yargı karşısına çıkarıldı. Müebbet cezası alan iki darbeci, yargılama süreci temyiz aşamasındayken öldü.
Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden biri olan 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi üzerinden 44 yıl geçti. Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’in başını çektiği darbeyle birlikte sıkıyönetim ilan edildi.
Başta siyasi parti ve sendikalar olmak üzere binlerce sivil toplum örgütü kapatıldı.
Darbe sürecinde 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, kurulan Devlet Güvenlik Mahkemelerinde (DGM) 210 bin dava açıldı, 230 bin kişi yargılandı.
Açılan davalarda 7 bin kişi idamla yargılandı, 517 kişiye idam cezası verildi ve bunlardan 50’si idam edildi.
O dönemde cezaevleri ve gözaltı merkezlerinde yapılan işkencelerde 300 kişi şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi ve 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.
30 bin kişi siyasal sığınmacı olarak yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi.
Yargılanan gazeteciler toplam 3 bin 315 yıl 6 ay hapse mahkûm oldu. 300 gazeteci saldırıya uğrarken, 3 gazeteci silahla öldürüldü. 12 Eylül 1980-6 Kasım 1983 arasında gözaltında veya cezaevinde ölenlerin sayısı 183, açlık grevinde ölenlerin sayısı 5 olarak kayıtlara yansıdı.
Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi
Darbenin etkisini gösterdiği yerlerin başında ise cezaevleri geldi. Bu dönemde kurulan Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi, sistematik işkence merkezi haline dönüştürüldü. Yüzbaşı Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran ise cezaevi idaresinin başına getirildi.
İşkenceler nedeniyle Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi, “Dünyanın en kötü şöhretli 10 cezaevi” listesine alındı. Cezaevindeki direnişte tarihteki yerini aldı.
“Kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek…”
Kenan Evren, darbenin gerekçesini, “… Kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır” ifadeleriyle anlatmıştı.
Darbenin Evren dışındaki uygulayıcıları ise Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’dan oluşan komuta kademesiydi.
Darbe gerekçeleri
TSK’nın emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği darbenin en önemli gerekçesi “güvenlik” oldu.
TBMM’nin 22 Mart 1980’de ilk turunu yaptığı cumhurbaşkanlığı seçimini, 114 tur oylama yaptığı halde darbe gününe kadar sonuçlandıramamasının da etkili olduğu süreçte birçok cinayet işlendi.
Emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirilen bu darbe, 27 Mayıs 1960 Darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi olarak tarihteki yerini aldı.
Siyasiler sürgüne gönderildi
12 Eylül Darbesi ile Süleyman Demirel’in başbakanı olduğu hükümet görevden alındı, TBMM feshedildi. 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası uygulamadan kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı askeri dönem başladı.
Cuntacılar, 13 generali ülke genelinde ilan ettikleri 13 sıkıyönetim bölgesine komutan olarak atarken Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışındaki derneklerin faaliyetleri de durduruldu.
Siyasi partileri de lağveden askeri yönetim, Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit’i Hamzakoy’a, Necmettin Erbakan ile Alparslan Türkeş’i ise Uzunada’ya sürgüne gönderdi. Siyasi yasaklar geldi.
‘Asmayalım da besleyelim mi?’
Yönetime el koyan cuntacı askerler, acısı yıllarca sürecek idamların kararını da verdi. Darbe sürecinde 650 bin kişi gözaltına alınırken, 517 kişi için idam istendi.
Darbeden sonra ilk idamlar, 9 Ekim 1980 tarihinde gerçekleşti. İlk olarak sol görüşlü Necdet Adalı, ardından ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu idam edildi. Darbe öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen 17 yaşındaki Erdal Eren, 19 Mart 1980’ta idama mahkum edildi.
Darbeye liderlik eden 5 generalin oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi, bütün yetkileri ele aldı. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Ulusuy’a kurdurulan hükümet, 21 Eylül’de göreve başladı.
Darbenin ardından geçen 3 yıl içinde önemli kanunların tamamına yakını değiştirildi ve askeri yönetimin belirlediği Danışma Meclisi tarafından hazırlanan Anayasa, yapılan “güdümlü” referandumla yüzde 92’lik “Evet” oyu aldı.
Halk oylamasında, Kenan Evren Cumhurbaşkanı seçilirken askeri yönetim üyelerinin ömür boyu yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde, 2010’daki Anayasa değişikliği referandumuna kadar yürürlükte kaldı.
Referandumdan sonra yapılan Anayasa değişikliğiyle, “Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin yargılanmayacağını düzenleyen Anayasa’nın geçici 15. maddesi” yürürlükten kaldırıldı. Türkiye genelinde birçok kişi ve örgüt, darbenin sorumluları ile bu kişilerin emir ve talimatlarını uygulayanlar hakkında soruşturma başlatılması için suç duyurusunda bulundu.
Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturma kapsamında, Evren ile Şahinkaya hakkında hazırladığı iddianameyi, 10 Ocak 2012’de kabul etmesiyle Türkiye tarihinde ilk kez bir darbenin sorumluları yargı önüne çıktı. İddianamede iki komutan, ”Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve anayasa ile teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek” ile suçlandı.
Müebbete çarptırıldılar, cezaevine girmeden öldüler
Cumhuriyet Savcısı Erdinç Hakan Özdabakoğlu, 12 Eylül Davası’nda verdiği esas hakkındaki görüşte, sanıklar Evren ve Şahinkaya’nın, 765 sayılı TCK’nın, “Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler” başlıklı 146. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmalarını istedi.
Mahkeme Başkanı Oktay Saday’ın açıkladığı hükme göre Evren ve Şahinkaya, “21 Aralık 1979’da dönemin Başbakanı’na verdikleri muhtırayla Anayasa’yı ve TBMM’yi ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçundan, 12 Eylül 1980’de de cebren Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı tağyir, tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül eden TBMM’yi ıskat ve cebren men suçundan eylemlerine uyan 765 sayılı TCK’nın 146/1. maddesi gereğince” ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Takdiri indirimle bu cezalar, “müebbet hapis cezası”na çevrildi.
Evren ve Şahinkaya hakkında, Askeri Ceza Kanunu’nun “askeri rütbelerin sökülmesi”ne ilişkin 30. maddesinin de uygulanmasına karar verildi.
Kararın ardından Evren ve Şahinkaya’nın avukatı, 24 Haziran 2014’de kararın bozulması istemiyle temyiz dilekçesini Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verdi. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, temyiz incelemesi sürerken Evren, 10 Mayıs 2015’te tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde 98 yaşında, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Şahinkaya da 9 Temmuz 2015’te 90 yaşında hayatını kaybetti.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi, temyiz incelemesinde, sanıkların ölümleri nedeniyle davanın düşürülmesine karar verdi.
Hüseyin Barış o günleri anlattı
O dönemde 5 No’lu Cezaevi’nde kalan 78’liler Dayanışma ve Araştırma Derneği Yöneticisi Hüseyin Barış, 17-18 gün hücrede kaldı. Barış, sonrasında E Blok’taki 32’nci koğuşa alındı. Barış o günleri MA’ya anlattı:
“5 generalin bir araya gelip verdiği bir karar yoktu. O dönemde bu günkü gibi Türkiye’nin siyasi, ekonomik, toplumsal süreci ciddi bir kriz içerisindeydi. Darbe sürecinden önce Türkiye’de ciddi sorunlar vardı. Şimdi olduğu gibi kimseye göz açtırmıyorlardı. Kimsenin konuşmasına izin verilmiyordu. Her taraftan sistemin baskısı vardı. Maraş, Çorum katliamları yapıldı. Malatya Belediye Başkanı öldürüldü. Darbe için bir zemin hazırlandı ve 12 Eylül’de darbe yaptılar. Bu darbeden sonra kanun, Meclis, hukuk her şeyi feshettiler. Bunun sebebi de kendi sistemlerini oluşturup, Türkiye’yi istedikleri gibi yönetmekti. O dönemde anayasayı, kanunları durdurarak tutuklamalara başladılar. O dönemde işkenceler oldu, gözaltılar, tutuklamalar. Yani o dönem bir ferman imzalandı. Haklı haksız herkese yöneldiler.”
3 yıl boyunca işkence
Darbeyle tüm toplumsal dinamiklere karşı büyük operasyonlar yapıldığını ve bütün cezaevlerinin doldurulduğunu söyleyen Barış, gözaltı ve tutuklama operasyonlarının 1981 yılına kadar sürdüğünü belirterek, şöyle devam etti:
“Ben Mayıs ayı 1981’de tutuklandım. Temmuz ayında 5 No’lu Zindan’a geldim. Tabiî orası özel bir yerdi. Çin, İran cezaevlerini okuduk, duyduk; ama Diyarbakır’da yapılan bambaşka bir şeydi. İnsan onurunun kabul etmediği bütün uygulamalar yapılıyordu. Zaten aylarca işkencede kaldıktan sonra cezaevine getiriyorlardı. İnsanlar o cezaevine geldiğinde ‘Keşke 6 ay daha işkencede kalsaydım da cezaevine gelmeseydim’ diyordu. Bu nedenle baştan sona katliam ve işkencenin olmadığı bir an yoktu. 24 saat kapılar açıktı, insanların çığlıkları cezaevinde yankılanıyordu. Bu nedenle 3 yıl boyunca kesintisiz bir şekilde Esat Oktay ve ekibi orada işkence yaptılar. Katledilenler, sakat kalanlar oldu. Amed Zindan’ı bu gün hala gündemde, çünkü orada büyük kahramanlar büyük bir mücadele ortaya çıktı.”
‘Hepimizi tek sıraya koyup başımızı lağımlara koyuyorlardı’
Dayatılan teslimiyet ve ihanete karşı da büyük bir direnişe de tanıklık ettiklerinin altını çizen Barış, “Sisteme rest çeken, baş eğmeyen büyük bir irade ve mücadele örneği gösterildi. Ölüm orucu tutuldu, Mazlum Doğan yaşamını yitirdi. 66’dan fazla insan yaşamını yitirdi. Bütün bu saldırı ve işkencelere rağmen boyun eğilmedi ve mücadele örneği gösterildi. Yüzlerce insanı çırılçıplak, soyuyorlardı. Sabah 05.00’ten akşam karanlığına kadar ırkçı marşlar dinletiliyordu. Hepimizi tek sıraya koyup başımızı lağımlara koyuyorlardı. Bütün bunların sebebi ajanlık dayatmasından, teslimiyetten kaynaklıydı. 12 Eylül’de büyük bedeller verildi. Ama bugün bu topraklarda büyük bir demokrasi mücadelesi veriliyor” dedi. Barış. aradan geçen 44 yılda zihniyetin değişmediğini, bugün de o dönemin yansımalarının varlığını koruduğunu söyledi.