Dosyamızın 5. bölümünde Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinden sonra Kürt meselesinin çözümü için İmralı ile ilk kez yapılan yüz yüze görüşmeleri ele alacağız. Bu bölümde 1999’dan 2002’ye kadar PKK’nin güçlerini sınır dışına çekmesi, Barış Grupları’nın Türkiye’ye gelmesi, Merve Kavakçı olayı, AB üyelik tartışmaları, 17 Ağusto depremi, ekonomik kriz gibi bir çok başlık da yer alacak.
Devlet artık Öcalan ile yüz yüze görüşüyor
Abdullah Öcalan tarafından 1993’ten itibaren aracılı yada dolaylı 1995 ve 1998’de ateşkes ilan edildi. Öcalan’ın 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkarılması ile başlayan süreç Kürt meselesinin çözümü açısından da daha da hareketli yıllar yaşandı. 3 ateşkesten farklı olarak artık yüz yüze görüşmeler başladı.
Şubat 1999: Suriye’den çıkarılması Türkiye’ye iadesi
Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesi, ABD istihbaratıyla ortak operasyon sonucunda oldu. Ekim 1998’de dönemin hükümeti, Öcalan’ı topraklarında barındırmaması konusunda Şam’a baskısını arttırdı.
9 Ekim 1998’de Suriyeli yetkililer tarafından sınır dışı edilen Öcalan, Yunanistan, Rusya, İtalya’nın ardından en son olarak da 15 Şubat’ta Kenya’dan ABD’nin dış istihbarat birimi merkezi haber alma örgütü (CIA) ve MİT’in ortak operasyonuyla 15 Şubat 1999 günü Nairobi Havalimanı’nda yakalandı. Öcalan, Türkiye’den Cavit Çağlar’a ait özel uçakla Türkiye’ye getirildi.
Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, operasyonun ardından sabah saatlerinde Başbakanlık Resmi Konutu’nda Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Rasim Betir, Genelkurmay Harekat Başkanı ve Başbakanlık Askeri Danışmanı Korgeneral Yaşar Büyükanıt ve MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun ile bir araya geldi.

Bülent Ecevit 16 Şubat’ta açıklama yaparken
Basına da Ecevit’in saat 11.00’de basın toplantısı düzenleyeceği duyurusu yapıldı. Bakanlar Kurulu salonunda “Değerli gazeteci arkadaşlarım, sizlere ve aziz yurttaşlarıma bir haberim var.” ifadeleriyle açıklamasına başlayan Ecevit, “Abdullah Öcalan Türkiye’dedir” açıklamasıyla halka duyurdu.
16 Şubat’ta İmralı Cezaevi’ne konuldu.
‘Apo’yu niye verdiler ben de bilemiyorum’
Bu döneme ilişkin Bülent Ecevit, 13 Nisan 2005 tarihinde Sabah gazetesine ilginç açıklamalarda bulundu. Ecevit, “ABD’nin Kürt politikası belli niye bize Apo’yu verdiler? Veririz ama idam edemezsiniz mi dediler?” sorusu üzerine, “Kesinlikle böyle bir koşul yoktu. Zaten söyleyemezler çünkü kendilerinde idam yasası hala yürürlükte. Bize niye Apo’yu verdiler onu hala ben de bilemiyorum. O çoğulcu toplum içerisinde belki Kürt politikasına karşı olan bir takım çevrelerin etkisiyle oldu bu. Amerika’ya bağlı bir Kürdistan fikrini sevmeyenler de var orada. Ama sonunda hayırlısı oldu. Apo konusunda hiçbir şart getirmediler bize” dedi
Ecevit, Cumhuriyet gazetesinden Hikmet Çetinkaya ile Oral Çalışlar’a yaptığı açıklamada da şunları kaydetti:
“ABD’lilerin Öcalan’ı bize teslim edeceğini öğrenmiştim. ”Bu duyulursa, operasyon yatar“ demişlerdi. Ben de bunu kimseye söylemedim. Öcalan, Kenya’dan getirilirken her aşamada bana bilgi verdiler. Ben hiç ayrıntı sormadım, onlar bir şey söylerse haberim oluyordu. Öcalan’ın teslim edilmesi neyin sonucuydu? ABD bunu neden yapmıştı, hiçbir zaman öğrenemedim. ABD, demokratik bir ülke. İçinde çok değişik güç odakları var.”
Sorguda Kürt meselesi müzakeresi
Öcalan’ın sorgusu Kürt meselesi müzakeresine dönüştü. Konuşulan konulardan biri de 1993 ateşkes sürecinin bitmesine neden olan 33 askerin kurşuna dizilmesi olayı idi. Öcalan’ın İmralı Günleri kitabında o günlere dair şunlar yer aldı:
“Öcalan bu sözlerden sonra konuyu, 33 askerin yaşamını yitirdiği 1993 Bingöl eylemine getirdi. Bir kez daha eylemi tasvip etmediğini vurgulama gereği duydu. Tam o sırada bir görevli; “Bu eylem olmasaydı, 25 Mayıs’ta af ilan etmeye hazırlanıyorduk,” dedi.”
Demokratik Cumhuriyet modelini paylaştı
Öcalan sorunun çözümüne dair de somut önerilerini paylaştı. Öcalan ilk kez Demokratik Cumhuriyet modelinden bahsetti. Savunmalarında öne çıkan ise Kürtlere özgürlüklerinin verilmesi ve birlikte yaşamanın yolunun bulunmasıydı: “Kürt halkına özgürlükler ve eşitlik verilmesini savunuyorum. Kürtler ve Türkler birlikte yaşayabilirler.”
Demirel: Dağdakiler de çocuklarımız
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise tam da bu tarihlerde (29 Şubat) yaptığı şu açıklamayı yaptı:
“Türkiye, dağlardaki çocukları çekmelidir. Bu çocuklar da bizim çocuklarımızdır. Bu çocukları dağdan çekmek lazımdır. Bunu başarıyla yapmak lazım. Yeni acılar meydana getirmeden yapmak lazım. Bir dönüm noktasına gelinmiştir. Bunu çok iyi değerlendirmek lazımdır. Şimdi hedef budur.”
Aynı tarihlerde ise PKK’lileri teslim olmaya çağıran ve Olağanüstü Hal Bölge Valiliği tarafından hazırlanan bildiri ve broşürler, helikopterlerle dağlara atıldı.
Devlet- Öcalan görüşmelerinin 4. dönemi
Öcalan ile artık yüz yüze görüşme dönemi başladı. TESEV’in çalışmasında “Devlet-Öcalan görüşmelerinin dördüncü dönemi 1999’da başlamış ve daha öncekilerin aksine, Öcalan’la yüz yüze görüşülmüştür” ifadeleri yer aldı.
PKK’ye mektup
Öcalan’ın sorgusu 10 gün sürdü. Bu sırada yurtiçi ve yurtdışında protestolar vardı. Öcalan yeni bir süreç başlatma hazırlığındaydı. “Öcalan, 31 Mayıs-29 Haziran 1999 tarihleri arasında PKK’ye dört mektup gönderdi. Bu süre içerisinde sorgu komisyonu ile de temas halinde oldu. Komisyon üyeleri, sorgu sonrası belli aralıklarla Öcalan’la görüşüyor, Öcalan’ın kaleme aldığı mektupların dışarıya çıkarılmasına olanak tanıyorlardı” (19 Mart 1999)”
1999 Newroz’u
Newroz’da yaklaşıyordu. 21 Mart’taki Newroz’larda Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişi protesto edildi ve yoğun gözaltılar yaşandı. Türkiye genelinde İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) yaptığı açıklamaya göre 8174 kişi gözaltına alındı. Milliyet gazetesi Newroz haberlerini “Nevruz’da bol gözaltı” başlığı ile servis etti.
8 maddelik bildiri
Öcalan, PKK’ye yazdığı mektubun üzerinden 18 gün, olaylı Newroz kutlamalarının üzerinden 15 gün geçtikten sonra 8 maddelik bir bildiri kaleme aldı. Talepleri ise şunlardı: “1 Eylül 1998 ateşkes süreci her alanda sürdürülsün. Silahlı çatışmalara kalıcı olarak son verilsin. Devlet af ilan etsin. Buna bağlı olarak da PKK kendisini demokratik sistem içinde yasallaşmaya hazırlasın. Türkiye’de ilgili tüm çevreler, uluslararası barış ve insan hakları kuruluşları sürece katkı sunsun.”
Öcalan, 37 gün sonra avukatları aracılığıyla ikinci mesajında “Bu vatanda kardeşçe, özgürlük içinde, birlikte yaşamanın tek çaremiz olduğu açıktır” ifadelerini kullandı. (26 Nisan 1999). PKK 6 Mayıs 1999 tarihinde Öcalan’ın geliştireceği yeni dönem stratejisine sadık kalacağını duyurdu.
Hükümet
Siyaset ise hareketliydi. 1999’da hem yerel hem de genel seçimler yapıldı. 18 Nisan genel seçimlerinde DSP birinci, MHP ikinci, Fazilet Partisi üçüncü oldu. CHP ise cumhuriyet tarihinde ilk defa baraj altında kalarak meclise giremedi. ANAP dördüncü partiydi.
Bülent Ecevit, 28 Mayıs 1999’da kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyonunda yeniden başbakanlık koltuğuna oturdu. DSP’nin birinci parti çıkması Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinin de etkisi olsa da tek başına iktidar olamadı.
En büyük sorun: Yüzde 10 barajı
Kürtler açısından ise 11 Mayıs 1994’te Murat Bozlak başkanlığında kurulan HADEP önemli oranda bir oy almasına rağmen yüzde 10’luk seçim barajını aşamayınca, parlamentoya girmeyi başaramadı. Öte yandan, aynı parti 1999 yerel seçimlerinde 37 belediye kazandı. Ancak parti 13 Mart 2003’te kapatıldı.
Erdoğan’ın cezaevinden çıkışı
1999’da cezaevinden çıkanlardan biri de Recep Tayyip Erdoğan’dı. Erdoğan, Aralık 1997’de Siirt’te okuduğu şiir yüzünden “halkı dil ve din farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik ettiği” gerekçesiyle TCK’nin 312’ye ikinci maddesi uyarınca yargılandı ve bir yıl hapis ve para cezasına çarptırıldı sonrasında ise siyasetten men edildi. 26 Mart – 24 Temmuz 1999 cezasını çektiği Kırklareli Pınarhisar Cezaevi’nden tahliye oldu. Tahliye sonrası şunları diyecekti:
“ Bugün bir kere daha anlaşılmıştır ki Türkiye’nin gerçek gündemi demokratik bir hukuk devleti mantığı içerisinde gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi, kalkınma için toplumsal uzlaşmanın sağlanması ve Türkiye’mizin dış politikadaki gücünü göstermesine bağlıdır (Ruşen, Çalmuk, 2001: 86).
Ahmet Kaya’ya linç girişimi
1999 Şubat’ta o günün utanç günlerinden biri de Ahmet Kaya’ya linç girişimiydi. Magazin Gazetecileri Derneği’nin Princess Otel kongre salonunda düzenlenen ödül töreninde yılın en iyi sanatçısı ödülünü aldı ve ödül konuşmasına davetlilerin bir kısmı tepki gösterip, küfretmeye ve kendisine çeşitli eşyalar fırlatmaya başladılar. Kaya, MGD görevlileri tarafından kongre salonundan olağandışı koşullarda dışarıya çıkartıldı.
Bu olayın hemen sonrasında Ahmet Kaya’nın 1993 yılında Berlin’de verdiği bir konsere ilişkin fotoğrafların Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanması üzerine “hedef gösterildi, hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde toplam 10.5 yıl ağır hapis istemiyle iki ayrı dava açıldı. 16 Haziran 1999’da Türkiye’den ayrılan Kaya, 16 Kasım 2000’de kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.
Merve Kavakçı krizi
1999’a damgasını vuran olaylardan biri de Merve Kavakçı kriziydi. Fazilet Partisi’nden milletvekili seçilen Merve Kavakçı, 2 Mayıs 1999’da, Yüksek Seçim Kurulu’ndan mazbatasını alıp, TBMM’de 21. Dönem 1. Yasama Yılı 1. Birleşim’e katıldığı sırada linç girişimiyle karşı karşıya kaldı. O gün kürsüdeki konuşmasını “Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!” cümlesiyle noktalayan Ecevit’in söz konusu protesto daveti, hala hatırlanmakta.
AB zirvesi öncesi mektup: Kürt sorunu yok
Tam da bu dönemde AB Zirvesi için hummalı bir çalışma vardı. Temel problem Kürt meselesiydi. Avrupa Birliği Türkiye’yi hem idam cezası hem de Kürtlerin hakları konusunda sıkıştırıyordu. Başbakan Bülent Ecevit, Köln’de 3-4 Haziran 1999 tarihlerinde yapılan AB Zirvesi öncesi Almanya Başbakanı Gerhard Schröder’e yanlış anlamaları ortadan kaldırmak için ‘‘çok gizli’’ ikinci bir mektup gönderdi. Ecevit, 26 Mayıs tarihinde gönderdiği ilk mektubuna, Schröder’in verdiği yanıtta ‘‘Kürt sorunu’’nu ima etmesi üzerine, hemen zirve öncesinde Almanya Başbakanı’na ikinci bir mektup gönderme ihtiyacı duydu. Mektubunda Türkiye’de siyasi çözüm bekleyen Kürt veya bir başka azınlık sorunu olmadığını savunan Ecevit, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da PKK ile mücadele edildiğini belirtti.
Yargılama 31 Mayıs’ta başladı 25 Haziran’da sonra erdi
Türkiye hem siyaset hem ekonomik olarak karışık ve krizler yaşadığı dönemde Öcalan’ın ise yargılaması başlamıştı. 31 Mayıs’ta başlayan duruşmalarda Öcalan savunmalarını Kürt meselesi ve çözümü üzerine kurdu. Duruşmanın son gününde Öcalan konuşmasını, “Saygılarımla, efendim,” sözlerini sarf ederek bitirdi ve mahkeme heyetine iki sayfalık el yazısından oluşan bir dilekçe verdi.
Öcalan, avukatlarının dahi bilmediği bu çıkışı, davanın sona ermesinden sonra görüştüğü avukatlarına şöyle açıklamıştı:
“O konuşmayla inisiyatifi ele almak istedim. Duruşma başlamadan kaygı verici boyuta ulaşan gergin ve şoven atmosferi tersine çevirmek istedim.”
Öcalan mahkeme heyetine el yazısıyla yazdığı iki sayfalık dilekçede şu anekdotlara yer vermişti:
“Benim şahsımda yargılanan, acılı bir tarih ve yaralı bir toplumdur. Bundan sonra fırsat bulursam mücadelem silahlı çatışmanın ortadan kaldırılması, PKK varlığının yasal siyasal zemine çekilmesi temelinde olacaktır. 21. yüzyıl artık barış içinde birlik ve gelişme yüzyılı olmalıdır.”
Turgut Özal ve Necmettin Erbakan ile yaptığı görüşmeleri de hatırlatan Öcalan savunmalarında tüm Kürtlere ve Kürt örgütlerine, Türkiye düşmanlığına son vermeleri çağrısını bir kez daha yineledi, sonra da “Atatürk milliyetçiliğine, kültür milliyetçiliğine inanıyorum. Doğrusu da bu. Demokratik Cumhuriyet çatısı altında toplanmak gerekir” diye konuştu.
İdam cezası
Öcalan’ın yargılanması dokuz duruşmada tamamlandı. Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin yürüttüğü dava sonunda Öcalan hakkında şu hüküm verildi:
“Kurduğu silahlı PKK örgütünü verdiği emir ve talimatlarla sevk ve idare ederek, devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemleri gerçekleştirdiği sabit görüldü”.
Türk Ceza Kanunu’nun ‘vatana ihanet’ suçunu düzenleyen 125. maddesi uyarınca hakkında idam cezası verildi.
Öcalan’a idam kararının verildiği gün, Şeyh Sai de idam edilmişti. Öcalan’a da 25 Haziran’da idam cezası verildi.
Öcalan’ın idam cezası yorumu
Öcalan ise idam kararına yönelik açıklaması ise şöyledi:
“İnfaz olmaz demiyorum, ama bana göre zayıf ihtimal. Bir barış süreci başladı. Bu süreçte benim oynayacağım rol biliniyor. Benden bu gücümle ilgili yararlanılmak isteniyor. İnfazım Türkiye’yi Avrupa Birliği sürecinde de çok zor durumda bırakacaktır. İnfaz ihtimalini zayıflatan bir diğer şey de gerginliğin artacak olmasıdır. Ben çok uzun yıllar süren anlamsız bir savaşın daha da sürmesinin nedeni olmak istemiyorum, infaz buna yol açar. Bu gerçekten beni üzer. Ben barışın ateşleyicisi olmak istiyorum.”
İdam cezasını destekleyenler de büyük tepki gösterenler de oldu.
İdamın kalkması
Bu koalisyon döneminde meydana gelen önemli olaylardan bir tanesi de idam cezasının kaldırılmasıydı.Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne uyum yasaları gereği -bu yasalarda dönemin koalisyon hükümetinde yer alan MHP’nin de imzası vardı- idam cezasını kaldırması üzerine Öcalan hakkındaki idam hükmü, ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildi.
1983’te yapılan tam üyelik başvurusu, 1999’da kabul edilerek Helsinki Zirvesi’ne katılım sağlandı. Katılım Ortaklığı Belgesi de 2001’de onaylandı. (T.C.Dışişleri Bakanlığı, 2017).
Mahkemeden 2 ay sonra yeni bir yasa hazırlığı
Öcalan’ın mahkeme kararından iki ay sonra, hükümet tarafından hazırlık çalışmalarına başlanan ve şartlı tahliye öngören yasa çalışması oldu. Yasa ile kendiliğinden teslim olan örgüt üyelerine ceza indirimi öngörüyordu. Yasanın hazırlık çalışmaları sürerken, Bülent Ecevit de açıklama yaptı.
Ecevit: Sınırlı af yolda
Başbakan Bülent Ecevit, af çalışmalarıyla ilgili olarak ‘‘Kamu vicdanını rahatsız edici bir af kesinlikle olamaz’’ dedi. Ecevit, affın sınırlı olacağını bildirdi.
Koalisyon ortaklarıyla aynı düşünceyi paylaştıklarını kaydeden Ecevit, ‘‘Bir yandan pişmanlık yasası dağdaki tuzaklara düşürülen militanlara bir kurtuluş yolu açacak. Onunla birlikte sınırlı bir af yasası üzerinde çalışılıyor’’ açıklaması yaptı.
Yasa Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından iade edildi. Başbakan Bülent Ecevit, DSP Parti Meclisi’nin öngördüğü affın siyasal içeriği olmayan, sosyal içerikli bir af olduğunu belirterek, “TBMM’de özellikle komisyonda değişikliklere uğradı” dedi.
Yasaya Öcalan yorumu
Öcalan ise çıkan yasayı eleştirdi, hükümetin ileri adım atmasını istedi. 5 Temmuz’da avukatlarıyla görüşen Öcalan:
“Bizim şiddeti durdurmamız başlangıç olabilir. Silahlı mücadele aşamasını geride bırakma tekniği planlanır. Konsey çağrı yapabilir. İlişki kurulur. Eskisi gibi bağlıyız derler. Bu yeni adım olur. Pratikte de güçleri Güney’e çekme, sınırların gerisine çekme olabilir. Ateşkesin bir ileri adımı olabilir. Bu aşamada en ileri adımdır. Mevcut kilitlenmeyi aşmak için çatışma ortamından çekilme yaşanır, ondan sonra devletin tavrı beklenir. Bu tarihi bir şeydir. Bundan sonra yasal güvence arayışları olabilir. Parlamentonun görüş açısı da değişir” dedi.
PKK’ye Türkiye sınırlarının dışına çekme çağrısı
Bu dönem Öcalan avukatları aracılığıyla sık sık açıklamalar yaptı. Bu dönemde özellike MİT ve Genelkurmay’ın da görüşmelerde olduğunu açıkladı.
Öcalan, 1999’da kendisine “Nasıl dağa çıkardıysan öyle indireceksin” diyen Genelkurmay eski İkinci Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir ile görüşmesini 2002’de anlattı.
Genelkurmay Eski İkinci Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir’le, 1999’da İmralı’da görüştüğünü söyleyen Öcalan, avukatlarına görüşmenin İmralı’daki hücresinin havalandırmasında gerçekleştiğini anlattı. Öcalan, Bir’le görüşmesinde ismini vermemiş ve “Bir generalle görüştüm” demişti. O dönem hangi general ile görüştüğünü açıklamamıştı. 2002’de bu bilgiyi açıkladı. Öcalan, Bir’in ellerini arkasına bağlayarak konuştuğunu belirterek, tehditkar bir üslup kullandığını da söyledi.
Çevik Bir, görüşmeyi yalanladı.
2 Ağustos 1999 çağrısı
Öcalan 2 Ağustos’ta avukatları aracılığıyla açıklama yaptı, PKK’ye çağrıda bulundu:
“Türkiye’de çatışma ve şiddet ortamı insan hakları ve demokratik gelişmenin önünde engel teşkil etmektedir. Ağırlıklı olarak Kürt sorunundan kaynaklanan şiddet bunda temel rol oynamaktadır. Çıkmazı aşmak ve sorunların çözüm yolu, şiddete son vermeyi gerektirmektedir. Bu nedenle PKK’nin 1 Eylül 1998’den beri tek taraflı yürütmeye çalıştığı ateşkes sürecinde, 1 Eylül 1999’dan itibaren silahlı mücadeleye son vermeye ve güçlerini barış için sınırların dışına çekmeye çağırıyorum. Böylelikle demokratik çözüm yolunda yeni bir diyalog ve uzlaşma aşamasının gelişeceğine inancımı belirtiyorum. Bununla birlikte tüm devlet ve toplumun ilgili kurum ve yetkililerini bu barış ve kardeşlik sürecinin başarısı için duyarlı ve destek olmaya, ulusal ve uluslararası hükümet ve kuruluşları da olumlu temelde yardımlaşmaya çağırıyorum.”
Öcalan’ın yaptığı açıklamadan üç gün sonra PKK destekler nitelikte açıklama yaptı.
Ankara’daki genel atmosfer ise “Öcalan önce dağdan indirsin”şeklindeydi.
Öcalan’ın çağrı yaptığı tarihlerde Etkin Pişmanlık Yasası da Meclis’ten geçti.
Öcalan’ın çağrısına Ankara’nın yorumu
O dönem Başbakanlık binasından ayrılırken gündemdeki konulara ilişkin soruları cevaplayan Ecevit, Abdullah Öcalan’ın, “Silahlarınızla birlikte teslim olun” çağrısını hatırlatan bir gazeteciye şunları söyledi:
“Zaten biz bunu teşvik ediyorduk. Hazırladığımız bir pişmanlık yasası Meclis’ten geçti. Silahlarını bırakarak teslim olanlar her hoşgörüyü görecektir. Tabii ki adaletin gerekleri çerçevesinde.”
Ecevit: Devlet pazarlık yapmaz
Ecevit “Devlet, Türkiye’de bu konuyu hiçbir kimseyle, hiçbir kuruluşla pazarlık konusu yapmaz” ifadelerini de kullandı.
Ecevit, “Bu çağrı olumlu mu?” sorusuna, “Ne kadar sonuç alınabilecek onu bilmiyoruz. Zaman gösterecek” yanıtını verdi.
Öcalan’ın çağrısına karşılık devletin herhangi bir konuda ödün vermesinin mümkün olmayacağını savunan Ecevit’in çözümü Etkin Pişmanlık Yasası’ydı.
26 Ağustos 1999 tarihinde 4450 sayılı Etkin Pişmanlık Yasası çıkartıldı.
Yeni yasaya göre, “örgüt üyelerinden hiç eyleme katılmayanlar, silahını bırakıp teslim olmaları ve itiraflarıyla suç işlenmesine engel olmaları” koşuluyla ceza almayacaktı.
Örgüt kurucuları, yönetim ve komuta kadrosunda yer alanlar ile örgütün ‘üst seviyedeki’ yöneticileri ise yasadan yararlanamayacaktı.

24 Ağustos /1999 Yenişafak Gazetesi
Gazeteler Etkin Pişmanlık Yasası’nı “Ecevit’ten PKK’ya hoşgörü vaadi” başlığıyla da duyurdu.
Ecevit, “Silahlarını bırakıp teslim olanlar adaletin gerekleri çerçevesinde Türkiye’den her hoşgörüyü göreceklerdir” dedi. Cezaevlerinin birer ‘Terörist Eğitim Merkezleri’ haline geldiğini kaydeden Ecevit, cezaevlerinde uzun yıllar yanlış uygulamalar yapıldığını söyledi.
Kutan’dan yorum yok
3. parti konumunda olan FP Genel Başkanı Recai Kutan ise Öcalan’ın açıklamasıyla ilgili bir yorum yapmadı. Kutan, konuyla ilgili sorulara, “Onun mahiyetini tam bilemediğim için bir değerlendirme yapamıyorum. Sadece basında gördüğümüz kadarıyla” yanıtını vermekle yetindi.
Çevre Bakanı Fevzi Aytekin ise şu değerlendirmeyi yaptı:
“Bu çağrı bir aldatmaca olabilir. Türkiye bu konuda çok uyanık olmalı. Daha önce de ateşkes ilan edildi. Ancak dağdaki insanlar inmedi, adam öldürmeye devam ettiler. Konuyu siyasi ortama çekme amacına yönelik bir kandırmaca olabilir.”
17 Ağustos 1999 depremi yaşandı
Türkiye, PKK’nin sınır dışına çekilmesini tartışırken, Marmara ve Düzce depremleri yaşandı. Deprem nedeniyle 1 Eylül’de çekilmesi beklenen PKK, 25 Ağustos’ta sınır dışına çekildi. Çekilme sırasında askerler tarafından kurulan pusularda çok sayıda PKK’li yaşamını yitirdi. PKK’den kopuşlar da oldu.
Barış Grupları
Süreç bununla da sınırlı kalmadı, ardından, PKK biri Kandil’den biri de Avrupa’dan olmak üzere iki barış grubu gönderdi.
O günlere dair Yüksel Genç şunları anlatmıştı:
“Günlerce yürüdük. Sınıra yaklaştığımızda Jandarma’nın telsiz frekansına girdik. Zaten bekliyorlardı. Asker, ” Gelip helikopterle alabiliriz “ dedi. ” Biz geliriz “ dedik. 5 saat daha yürüdük. Bir tepeden baktık, aşağıda askerler vardı. Bize işaret ettiler, bu taraftan diye. O yönden geldik. Bir kayanın arkasından Binbaşı seslendi. Silahlarımızı bıraktık. Sonra Binbaşı da, ” Ben de bıraktım silahımı “ diye tekrar seslendi. Orta yerde buluştuk. Arkasında yüzlerce asker vardı. Sonra bizi aldı ve daha ilerde bulunan Tümgeneralin yanına götürdü. Galip Mendi’ydi.
Tümgeneral’in tepkisi ne oldu?
” Sizi teslim alıyorum “ dedi. Bize ” Neden teslim olduğumuzu “ sordu ve ” Ne diyeceksiniz? “ dedi. Bizim sözcümüz de barış grubu olduğumuzu söyledi. General de bize misafir olduğumuzu ve can güvenliğimizden kendilerinin sorumlu olduklarını belirtti. Tabur’a gittik. Bize barış elçisi muameseli yapıldı. Çok uzun konuşuldu. PKK ne istiyor, Türkiye ne istiyor… Sonra Van’a götürüldük. Burada sorguya alındık.
Kaç yıl kaldınız cezaevinde?
Örgüt mensupluğundan yargılandım ve 5 yıl 1 ay hüküm giydim. Ancak, 1999 yılında TCK’nin ilgili maddesi bizim ceza almamıza uygundu.”
Bu çağrı ile ilk grup, 1 Ekim 1999’da Kandil’den geldi. Ali Sapan, Seydi Fırat, Mehmet Şirin Tunç, İsmet Baycan, Sohbet Şen, Yüksel Genç, Yaşar Temur ve Gülten Uçar’dan oluşan grubun tümü Türkiye’ye adım atar atmaz tutuklandı ve tümüne hapis cezaları verildi. Bu isimlerden İsmet Baycan, kaldığı Muş E Tipi Kapalı Cezaevi’nde 2003 yılında geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.
29 Ekim 1999’da bu kez Avrupa’dan Türkiye’ye giriş yapan Haydar Ergül, Ali Şükran Aktaş, Aygül Bidav, İmam Canpolat, Yusuf Kıyak, Aysel Doğan, Hacı Çelik ve Dilek Kurt de tıpkı ilk grup gibi tutuklandı, her birine 7 ila 15 yıl arasında değişen hapis cezaları verildi.
Öcalan’ın çağrısıyla 29 Ekim 1999’da Avrupa’dan Türkiye’ye gelen İkinci Barış Grubu üyesi Aysel Doğan ve Ali Şükran Aktaş, kanserden yaşamını yitirdi.
Öcalan, ateşkes sürecini yargılandığı dönemde süresiz ateşkese çevirdi. Ta ki 2004’e kadar.
Doğrudan temaslar
TESEV’in çalışmasında doğrudan temaslara ilişkinde yer alan bilgiler şunlardı:
“Devlet tarafı-Genelkurmay
1999-2001 sonu arası Öcalan ile esas olarak askerlerin görüştüğü bilinmektedir. Bu askerlerin, 1997’de dolaylı teması kurmuş olanlar ve onların devamı olduğunu, söz konusu görüşmelerde rol alanların anlatılarından öğrendik. Öcalan’ın İmralı’ya getirildiği 1999 ve sonraki yıllarda Genelkurmay Başkanlığı’nda Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve ardından Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu bulunmaktaydı. Öcalan da zaten bu isimleri vermiş ve Karadayı ve Kıvrıkoğlu’na bağlı askeri kadroların kendileriyle ilişki kurduğunu öne sürmüştür…
Abdullah Öcalan, o dönemde kendisiyle yüz yüze görüşen askerleri şöyle anlatmaktadır: “99’da daha çok askeri ağırlıklı heyet gelip benimle o dönemde görüştü. O dönemdeki askerler tecrübeliydi, samimi gibiydiler. Onlardan birisi ‘Oyun büyük, bunu boşa çıkartmamız gerekiyor. Siz ülkeyi bölmek istemediğinizi belirtip şiddetten vazgeçerseniz, her konuyu konuşabiliriz’ dediler. Bunun üzerine ateşkes ve sınır dışına çekilme kararım oldu ve gerillalar sınır dışına çekildi…”
Öcalan’ın anlattığı kadarıyla, 1999’da kendisiyle görüşen askerlerin söylemiyle, 1997’de görüşmek için harekete geçen Genelkurmay kadrolarınınki aynı niteliktedir Böylece, 1997’de Öcalan ve PKK ile görüşmeleri başlatmak isteyen Genelkurmay kadroları ile 1999’da yüzyüze görüşmeye başlayanların arasında bir devamlılık mevcuttur. Bunlar zaten çoğunlukla aynı ekibe mensup olsalar da sonradan bu ekip değişmiştir.”
OHAL uygulaması
Kürt meselesine yaklaşımın yansımalarından biri de OHAL uygulamasıydı. 1987’de Turgut Özal’ın aldığı karar gereği hayata geçirilen OHAL, Kürt illeriyle özdeşlemişti. OHAL uygulaması 1987 yılından 2002 yılına kadar toplam 15 yıl boyunca, süresi 46 kez Meclis kararıyla uzatıldı. Geniş yetkileri nedeniyle kamuoyu tarafından ‘Süper vali’ olarak adlandırılan OHAL bölge valilerinin ilki ise Hayri Kozakçıoğlu’ydu. Kozakçıoğlu, 4,5 yıl boyunca yürüttüğü OHAL valiliği görevi süresince çok sayıda suçlamayla karşı karşıya kaldı. Kozakçıoğlu, 1990’larda Birleşmiş Milletler’in sağladığı, o dönemin parasıyla 2 milyar lira tutarında olan fonu kişisel hesabına geçirdiği iddialarıyla da gündeme geldi. Dönemin Cumhubaşkanı Süleyman Demirel “Paralar örtülü ödenekten teröre karşı mücadele için verilmiştir. Ancak ne için harcandığı açıklanırsa devlet sıkıntıya düşer” diyerek Kozakçıoğlu’nu savundu. Kozakçıoğlu 2013 yılında hayatını kaybetti. Ölüm nedeninin intihar olduğu belirtildi.
Faili meçhuller ve işkence
OHAL ile birlikte anılan diğer kavramlar da ‘faili meçhul cinayetler’ ve işkenceydi. 2005 yılında CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve avukat Serdar Yavuz tarafından hazırlanan raporda, OHAL dönemi boyunca 5 binin üzerinde sivilin öldürüldüğü belirtiliyordu. OHAL bölgesinin ortaya çıkışıyla birlikte kurulan JİTEM’in varlığı dahi uzun süre tartışma konusu oldu. Kamu kuruluşları ve hükümetler, JİTEM adlı bir oluşumun olmadığını ifade etse de 2011 yılında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturmada JİTEM’in “İçişleri Bakanlığı’nın onayı olmadan ve Genelkurmay’dan görüş alınmadan Jandarma Genel Komutanlığı’nın kendi inisiyatifiyle kurulmuş olduğu” sonucuna varılmıştı. Bölgedeki bir çok hukuksuz uygulama ve yasadışı işlerin arkasında JİTEM vardı. 1994’ten itibaren OHAL bölgesinin kapsamı daraltılmaya başlandı. Kasım 2002 yılına gelindiğinde OHAL sadece Diyarbakır ve Şırnak’ta geçerliydi.
Hizbullah ne şekilde ve ne zaman ortaya çıktı?
Bu dönem Hizbullah’a yönelik de tartışmalar başlamıştı. Aslında Hizbullah’ın adı ilk kez Ekim 1984’te Şişli’de gerçekleştirilen bir kuyumcu soygunundan sonra duyuldu. Ancak 90’lı yıllarda ağırlıkta Kürt illerinde cinayet işlediler. 90’lı yıllarda sayısız fail meçhul cinayetin altında imzaları vardı. Gazetecileri de öldürdüler. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı tarafından 2000 yılında Hizbullah militanlarıyla ilgili hazırlanan davanın iddianamesinde “Hizbullah, PKK terör örgütünün Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki hakim olduğu dönemlerde yaygın olan şiddet ve terör olaylarına bir tepki olarak ortaya çıkan fiildir” denildi. Eski Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman, Hizbullah’ın eylemlerinin en yoğun olduğu dönemde kendisine örgütü soran gazetecilere “Hangi Hizbullah? Bir İran’daki Hizbullah vardır. Bir de PKK’nın baskınlarına karşı kendini koruyan, dini inançları kuvvetli vatandaşlar vardır” dedi.
Hizbullah nasıl tasfiye edildi?
Hizbullah’ın tasfiyesi Susurluk skandalından sonra başladı. Hizbullah üzerine yapılan araştırmaların ve yazılan kitapların çoğunda örgütün tasfiyesi ile JİTEM’in lağvedilmesinin paralel olduğu bilgisi yer alıyor. 1996-1999 yılları arasında Diyarbakır, Batman ve Mardin’de düzenlenen operasyonlarda bine yakın kişi gözaltına alındı. 2000 yılına gelindiğinde polis, yaklaşık iki bin kişi gözaltına almış ve bunların yarısı tutuklanmıştı. Bunların verdiği bilgiler ışığında 75 faili meçhul cinayet çözüldü. En önemli operasyon ise 17 Ocak 2000 günü İstanbul’da yapıldı. Beykoz’da üç katlı bir eve düzenlenen operasyonda çatışma çıktı. Çatışmada Hizbullah’ın lideri Hüseyin Velioğlu öldürüldü. Örgütün iki ve üç numaralı isimleri ise sağ yakalandı: Edip Gümüş ve Cemal Tutar. Bu iki ismin yakalanması ve Hüseyin Velioğlu’nun öldürülmesi Hizbullah’ın tasfiyesini getirdi. 2023’e gelindinde en çok konuşulan konulardan biri de kurulan HÜDAPAR partisinin Hizbullah’ın devam olduğu yönündeki tartışmalar olacaktı.
Gaffar Okkan’ın öldürülmesi
Örgüt, tasfiye sürecinde bu kez de polis ve askerleri hedef aldı. Hizbullah’a yönelik operasyonların Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne atanmasıyla hız kazanması nedeniyle Gaffar Okkan örgütün hedefi haline geldi. 24 Ocak 2001 günü Okkan’a silahlı saldırı düzenlendi. Okkan’la beraber 5 polis de yaşamını yitirdi. Devlet yetkilileri de saldırının arkasında Hizbullah’ın olduğunu açıkladı.
Suikasttan sonra Hizbullah militanı olduğu açıklanan 26 isim hakkında gözaltı kararı verildi. Bir kısmı gözaltına alınıp, tutuklanan bu isimlerin yargılanması yıllarca sürdü. Ceza alan isimlerin hepsi de zamanla tahliye oldu.
Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz’in kaybedilmesi
Okkan suikastının hemen ertesi günü Silopi’de HADEP Silopi ilçe Başkanı Serdar Tanış ile ilçe Yöneticisi Ebubekir Deniz, çağırıldıkları ilçe Jandarma Komutanlığı’ndan bir daha çıkamadılar. Tanış ve Deniz’in akıbeti hala bilinmiyor.
2000-2001 ekonomik kriz
Bu dönem ciddi bir ekonomik kriz vardı. Hatta 2001 ekonomik krizi, Türkiye tarihinin en büyük mali krizlerinden biri olarak kabul ediliyor. 1999 yılında gerçekleşen Marmara Depremi de bütçeye ciddi etkide bulundu ve ekonomik sıkıntılar daha da belirgin hale geldi. Ekonomik kriz beklentisinin yoğunlaştığı süreçte siyasi gerginlikler de krizin fitilini ateşledi. 19 Şubat 2001’de dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında Milli Güvenlik Kurulu’nda sert bir tartışma yaşandı. Sezer’in Ecevit’e anayasa kitapçığı fırlattığı bu olay, zaten kırılgan olan piyasalarda büyük bir panik yarattı ve Türk lirası üzerinde büyük bir spekülasyon başladı.
Kemal Derviş dönemi
2001 kriziyle Türkiye’de geniş çaplı bir daralma yaşandı. Birçok işletme iflas etti, işsizlik oranı hızla arttı. Bu süreçte, o dönemde Dünya Bankası Başkan Yardımcılığı görevini yürüten Kemal Derviş, devlet bakanlığına atandı. Tüm bu süreçler 3 Kasım 2002 seçimine zemin hazırladı. Bu secimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) tek başına iktidar olarak sandıktan çıkacaktı.
Birinci sorun ekonomi Kürt sorunu ikinci planda kaldı

2001 ekonomik krizinde dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in önüne yazar kasa fırlatıldı.
Bu dönem iş, aş, ekmek ve işsizlik gibi sorunlar, Kürt meselesinin ikinci planda kalmasına yol açtı. Ekonomik kriz nedeniyle dönemin Başbakanı Ecevit’in önüne yazar kasa fırtatıldı. Bu görüntüler dönemin fotoğrafı oldu.
‘Hayata dönüş’ operasyonu
Cezaevlerinde durum neydi? F-Tipi cezaevlerine karşı geliştirilen ölüm oruçlarında ölümler yaşanıyordu. 19-22 Aralık 2000 tarihleri arasında aynı anda ülke çapında 20 ayrı hapishanedeki siyasi tutuklu ve hükümlülerin kaldığı bloklara operasyon düzenlendi. Operasyon sonucunda 28 tutuklu ve 2 asker olmak üzere toplam 30 kişi hayatını kaybetti. Operasyona “Hayata Dönüş” ismi verildi. Başbakan Bülent Ecevit operasyonu, “teröristleri kendi terörlerinden kurtarma” olarak tanımladı. 22 Aralık 2000 günü sonunda “teröristler kendi terörlerinden kurtarıldı” ve F Tipi hapishanelere konuldular. Sürece dair yaşanan hak ihalleri ise bianet’te kapsamlı olarak sıralandı.
Öcalan’a görüş kısıtlılığı
Öcalan, 12 Ocak 2000 tarihine kadar salı ve perşembe günleri olmak üzere ikişer saat süreyle avukatlarıyla görüşme imkanı bulabiliyordu. Ancak bu tarihten sonra görüş günü haftada bir güne indirildi. Artık sadece çarşamba günleri iki saat süreyle avukatlarıyla görüşebilecekti. 2000 yılında, görüş günlerini düşürerek Öcalan’ın dışarıyla temasını sınırlandırıldı. Öcalan, 2001 yılı geride kaldığında sadece 40 kez avukatlarıyla görüşebilecekti.
Med TV kapatıldı
Belçika’nın başkenti Brüksel’de açılan ve yayın hayatına orada devam eden Med TV, Türkiye’nin yoğun diplomasi faaliyetleri sonucu 1999 yılında kapatıldı.
Kürtçe anadil eğitim kampanyası
Bu tarihlerde Kürtler açısından önemli olan girişimlerden biri de anadil de eğitim kampanyasıydı. Üniversitelerde başlatılan bu kampaya nedeniyle yoğun gözaltı ve tutuklanma yaşandı. Kampanyayı Milli Güvenlik Kurulu (MGK) bile gündemine aldı, bildiri yayınladı. Bu süreçte Türkiye genelinde, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) verilerine göre toplam 2 bin 60 öğrenci “Kürtçe Seçmeli Ders” kampanyasıyla ilişkili olarak gözaltına alındı. Kürtlerin dil ve kültürleri için talepleri her dönem dile getirildi.
11 Eylül ve yeni bir dönem
11 Eylül 2001’El Kaide’nin 4 uçak kaçırarak ABD’nin önemli yapılarını hedef aldığı ve yaklaşık 3 bin kişinin ölümüne sebep olduğu tarihti. Bu durum Türkiye’nin stratejik konumunda da değişikliğe yol açtı. Bunun yansımalarını daha sonraki yıllarda net olarak görecektik.
Temaslar kesildi
Öcalan’ın İmralı Günleri’nde yer alan bilgilere göre 11 Eylül’den sonra Öcalan’la devlet arasındaki temas kesildi. Görüşlere, mektuplara sınırlama getirildi. 1l Eylül’ü izleyen altı ayda hiç mektup verilmedi, daha sonra verilen mektuplara da ciddi kısıtlamalar getirildi. Günlük verilen gazeteler de, aynı şekilde ya verilmemeye başlandı ya da sınırlandırıldı. Avukatlarına ise peş peşe davalar açılmaya başlandı.
Mektup gönderdi
Öcalan, 20 Ocak 2000’de “Barış Projesi”, 4 Kasım 2000’de “Demokrasi ve Barış için Acil Eylem Planı“, 19 Haziran 2001’de yeniden çatışmaların gündemleşmemesi ve çözüm sürecinin gelişmesi için acil talepler bildirisi, 22 Kasım 2002’de “Acil Çözüm Bildirgesi” ve 2000’in başında ve 2002’nin sonunda olmak üzere iki defa Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve tüm siyasal partilere Kürt sorununun çözümü konusunda düşünceleri ortaya koyan mektuplar gönderdi. Tüm önerilere rağmen ateşkes zemini ortadan kalkınca ateşkeste fiilen sona ermiş oldu.
1999, 2000 ve 2001 yılında Kürt meselesi başka bir boyuta evrilmişti. Sonraki yıllarda daha somut adımlar atılacaktı. Bir sonraki bölümümüzde AK Parti’nin Kürt sorununa yaklaşımı ve Oslo görüşmelerini ele alacağız.
1993’ten günümüze Kürt meselesi ve çözümü (1) | 1993 ateşkesi: Özal projesi
1993’ten günümüze Kürt meselesi ve çözümü (2)| 1993 ateşkesi : Talabani üzerinden diplomasi trafiği
1993’ten günümüze Kürt meselesi ve çözümü (3) |1995 ateşkesi
1998 ateşkesine giden süreç: Öcalan ile aracılı ve dolaylı görüşmeler