Çiller dönemi: ‘Ya bitecek ya bitecek’

Turgut Özal cumhurbaşkanlığı döneminde, Kürt meselesinin sivil yöntemlerle çözülebileceğini tartışıyordu. Önce Özal’ın ölümü ardından 33 askerin kurşuna dizilmesiyle bu süreç ve ‘ateşkes’ sona erdi.

Çiller dönemi: ‘Ya bitecek ya bitecek’
Çiller dönemi: ‘Ya bitecek ya bitecek’
İlke TV
  • Yayınlanma: 26 Ekim 2024 09:02
  • Güncellenme: 26 Ekim 2024 17:42

Dosyamızın üçüncü bölümünde 1993 ateşkesin ilan edilmesi ve 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümünün ardından gelişen süreçleri ele alacağız. Özal’ın ölümüyle beraber Kürt meselesinin çözümü de rafa kaldırıldı, daha sert bir döneme giriş oldu. Başbakan Tansu Çiller döneminde meselenin diyalogla çözümü için bir adım atılmadı. Türkiye tarihinin en karanlık yılları yaşandı. 1995 yılında Öcalan tarafından ilan edilen bir ateşkes süreci oldu.

1993’ten günümüze Kürt meselesi ve çözümü (3) |1995 ateşkesi

1993 ateşkesin sona ermesinin ardından Tansu Çiller dönemi başladı.

Bu dönem belki de ülke tarihinin en karanlık günleri yaşandı. Türkiye’de, faili meçhul cinayetler, katliamlar, gözaltında kayıplar bu yıllara damgasını vurdu.

Kürt meselesinin çözümü için her zaman Öcalan ile dolaylı ya da direk bir görüşme süreci yaşandı.

Çatışmaların doruğa çıktığı 90’lı yıllarda, ciddi bir ekonomik kriz de vardı. 1993’ten sonra yaklaşık 2 yıl sonra Öcalan 1995’te 2. kez ateşkes ilan etti. Bu sürece nasıl gelindi? 1994 ve 1995’te neler yaşandı? Ateşkese giden süreç neydi?

Türkiye’nin ilk kadın başbakanı Çiller

1993 yılında kurulan 50. hükümetin başında Türkiye’nin ilk kadın başbakanı Tansu Çiller vardı. Cumhurbaşkanı Demirel, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Emniyet Müdürü Mehmet Ağar’dı. Daha sonra 51. ve 52. hükümetlerde de başbakanlık görevinde bulunacak olan Çiller’in, Kürt meselesiyle ilgili bazı konuşmaları büyük tartışma yarattı.

Tansu Çiller, 1993’te önce “Kürt sorunu ve terörle mücadele sadece silahla değil, sosyal kültürel ve bireysel tedbirlerle desteklenmeli” diyerek Kürtçe televizyon ve seçmeli ders öneriyordu.

Çiller bu konuda siyasi partilerden destek alamadı.

Bu sözlere Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den, “Terör konusu çözülmeden kültürel hiçbir mesele tartışmaya açılamaz” cevabı geldi.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde şiddet tüm hızıyla devam ediyordu.

1993 yazı oldukça sert bir dönem oldu.

Çatışmalar kırsal kesimden çıkıp şehir merkezine sıçramıştı.

Bültenlerin ilk sıralarında çatışma ve ölüm haberleri yer alıyordu.

Madımak Katliamı

2 Temmuz Madımak Katliamı yaşandı. Yazar Aziz Nesin’in de aralarında bulunduğu bir grup aydının kaldığı Madımak Otel’i ateşe verildi, 35 kişi hayatını kaybetti ve olaylar devam etti.

6 Temmuz’da Erzincan’ın Başbağlar köyüne saldırı düzenlendi. (Saldırının failleri hala aydınlatılmış değil). Köye, akşam saatlerinde yapılan baskında 33 sivil öldürüldü.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde Hizbullah’ın faili meçhullerine her gün bir yenisi ekleniyordu.

Beyaz Toroslarla gelen ölümlerin ardı arkası kesilmiyordu.

BASK modeli önerisi

Şiddet hız kesmeden sürdüğü bu dönemde Çiller’in Kürt meselesine ilişkin ara ara çıkışları da oluyordu. Çiller, 10 Ekim 1993′te Avrupa Konseyi toplantısı için bulunduğu Viyana’da, basına verdiği demeçte “İspanya’nın tecrübesinden biz de yararlanacağız” diyerek çözüm için BASK Modeli’ni işaret etti.

Çiller’in açıklamasına Demirel tepki gösterdi:  “Çözümü İspanya’da arama.”

Tuğgeneral Bahtiyar Aydın öldürüldü

Ancak bu açıklamalardan kısa bir süre sonra ilk kez bir ilçe merkezi yakıldı. Diyarbakır’dan dumanlar yükseldi. Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, 22 Ekim 1993’te Lice Tugay Komutanlığı bahçesinde uzun namlulu silahla alnından vurularak öldürüldü.

Tuğgeneral Aydın’ın öldürülmesi üzerine başlatılan operasyonda Lice yakıldı. İlk kez  köylerden sonra bir ilçe merkezi yakılmış oldu.  Çoğu sivil 17 hayatını kaybetti, çok sayıda kişi yaralandı. 100’e yakın kişi gözaltına alındı, 400 ev ve iş yerinde ağır hasar aldı.

PKK, Bahtiyar Aydın cinayetini üstlenmedi. PKK itirafçısı Abdulkadir Aygan yıllar sonra yaptığı açıklamalarda Aydın cinayetinin arkasında varlığı ve faaliyetleri Türkiye’de tartışma konusu olan Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele’nin (JİTEM) olduğunu öne sürdü.

Olaylardan sonra Başbakan Çiller’in Lice’ye yapmak istediği gezi askeri kanattan gelen, ‘güvenlik sorunu’ ikazı üzerine iptal edildi.

‘Ya bitecek ya bitecek’

Çiller Kürt meselesine ilişkin tutumunu daha da sertleştirdi. Çiller “Bu terör ya bitecek ya bitecek” ifadelerini kullandı.

“Terörün dıştaki ve içteki kaynaklarını kurutmakta kararlı olduklarını” söyleyen Çiller, yeni ve karanlık bir dönemin kapılarını aralayan sözlerini 3 Kasım 1993’te İstanbul’da sarf etti:

“Elimizde PKK’ya yardım eden 60 Kürt işadamının listesi var. Devlet, PKK ile olduğu gibi PKK’ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir.”

Kürt iş insanları öldürüldü

Bu açıklamadan sonra 24 Ocak 1994’te Behçet Cantürk kaçırılarak öldürüldü. Cantürk’le başlayan cinayetler serisi, Savaş Buldan başta olmak üzere Kürt iş insanlarının öldürülmesiyle devam etti. Böylelikle Çiller dönemi, sayısız faili meçhul cinayetle ve korkuyla anılır oldu.

Bu yıllarda ayrıca eski Diyarbakır JİTEM grup komutanı emekli Binbaşı Cem Ersever de Ankara’da öldürüldü.

Ersever, devletin PKK ile mücadelesinde yanlış yöntem izlendiği ve gerçeklerin halktan gizlendiği görüşündeydi. Mücadele adı altında yapılan kanunsuzlukları ve uyuşturucu ticareti gibi yasadışı faaliyetleri mahkemede açıklayacağını söylemişti. Ancak mahkemeye gidemeden faili meçhul cinayete kurban gitti.

Mesut Yılmaz’ın Kürt raporu

20 Kasım 1993’te Anatavan Partisi (ANAP) Genel Başkanı Mesut Yılmaz, partisinin milletvekillerinin hazırladığı Kürt Raporu’nu kamuoyuna açıkladı. Raporun öncelikli maddesinde “Olağanüstü Hal (OHAL) acilen kaldırılmalıdır” deniyordu.

Ancak askerin tutumu, 1987’den beri yürürlükte olan OHAL’in kaldırılması bir yana, silahlı mücadelenin derinleştirilmesi şeklindeydi.

Sınır ötesi operasyon

Ocak 1994’te, o güne kadarki ‘ikinci büyük sınır ötesi operasyon’ olarak bilinen Zele operasyonu yapıldı.

Tam da bu tarihlerde yani 12 Şubat 1994’te İstanbul Tuzla’da patlatılan bomba sonucu Tuzla Piyade Okulu’nda eğitim gören beş yedek subay hayatını kaybetti.

HEP’ten DEP’e

1994’te Türkiye’de bir yandan şiddet tırmanırken, bir yandan HEP’in kapatılmasından sonra kurulan Demokrasi Partisi’ne (DEP) geçen Kürt siyasetçilerin durumu tartışılıyordu.

Kısaca hatırlacak olursak; Kürt siyasi hareketinin Meclis’teki ilk temsili 7 Haziran 1990’da kurulan Halkın Emek Partisi (HEP) ile başladı. HEP’in Genel Başkanı Fehmi Işıklar oldu. 20 Ekim 1991 Genel Seçimlerinde Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ile ittifak yapan HEP 18 milletvekili çıkardı.

1993’e gelindiğinde, Yaşar Kaya’nın Genel Başkanı olduğu Demokrasi Partisi (DEP) kuruldu.

SHP ittifakı ile Meclis’e giren HEP milletvekilleri, partilerine açılan davalar yüzünden mecliste DEP grubunu kurarak SHP’den ayrıldılar.

4 Eylül 1993 tarihinde DEP’in Mardin milletvekili Mehmet Sincar Batman’da öldürüldü.

Leyla Zana’nın Kürtçe yemin etmesiyle başlayan kriz 1994’te dokunulmazlıkların kaldırılmasına kadar devam etti.

Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, “Eşkıyayı Bekaa’da aramaya gerek yok. Maalesef bunların bir kısmı yüce Meclis’in çatısı altındadır” diyerek, Kürt siyasetçileri hedef gösterdi.

Başbakan Tansu Çiller’in partisinin grup toplantısındaki konuşmasında, “Meclis’te PKK’nın barındığı bir gölge vardır, bunu Meclis’in üzerinden kaldırmakla yükümlüyüz. Eşkıyayı Bekaa’da aramaya gerek yok. Maalesef bunların bir kısmı yüce Meclis’in çatısı altındadır” ifadelerini kullandı.

DEP’liler gözaltına alındı

2 Mart 1994’te Meclis’te yapılan oylamada DEP’li vekillerin dokunulmazlıkları kaldırıldı. Ankara 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi ‘derhal sorguya alınmaları’ talimatını verdi. Aynı gün Orhan Doğan ve Hatip Dicle’nin Meclis çıkışında polis tarafından yaka paça gözaltına alınmaları, uzun süre hafızalarda yer edecekti.

4 Mart 1994’te de Leyla Zana ile diğer DEP milletvekilleri gözaltına alındı ve tutuklanarak cezaevine kondu. Anayasa Mahkemesi 1994 Haziran ayında, DEP’in kapatılmasına ve beşi cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karar verdi.

O dönemde Çiller’in başdanışmanı olan emekli büyükelçi Yalım Eralp, yıllar sonra (24 Nisan 2004’te) basına verdiği demeçte, “Çiller, oy almak için DEP’lileri cezaevine gönderdi” dedi.

‘Köyleri PKK’nın helikopterleri bombaladı’

Şırnak’ın Kuşkonar ve Koçağılı köylüleri 26 Mart 1994’te bombalandı.  Aralarında çocuk ve kadınların da olduğu 38 kişi hayatını kaybetti. O günün Başbakanı Tansu Çiller “Köyleri PKK’nın helikopterleri bombaladı” dedi.

Özgür Ülke gazetesi bombalandı

3 Aralık 1994 tarihinde Özgür Ülke gazetesinin İstanbul ve Ankara’daki üç bürosu bombalandı.

12 Mart 1995’te Gazi Mahallesi’nde Alevilere ait bir kahvehane tarandı. Günlerce süren olayda birçok kişi hayatını kaybetti.

21 Mart 1995’te TSK  ‘Çelik Operasyonu’ kapsamlı sınır ötesi operasyon başlattı. Sınırı geçen asker sayısı resmi rakamlara göre 35 bin olarak açıklandı.

 Cumartesi Anneleri

Faili meçhul ve gözaltında kayıplara dikkat çekmek için Cumartesi Anneleri, 27 Mayıs 1995’ten Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemlerine başladı.

Böylesi bir dönemde PKK’den ateşkes açıklaması geldi.

2. kez ateşkes ilan edildi

15 Aralık 1995’te Öcalan ikinci kez ateşkes ilan ettiğini duyurdu.

25 Aralık seçimlerinde birinci parti Refah Partisi (RP) oldu. Mart 1996’da kurulan ve birkaç ay süren ANAP-DYP hükümetinin ardından 28 Haziran 1996’da RP-DYP hükümeti kuruldu.

Ateşkesin üzerinden bir ay geçmişti ki bu kez Güçlükonak’ta bir katliam gerçekleşti. Bir minibüs önce taranıp sonra yakıldı. 11 kişi hayatını kaybetti. PKK ile ilişkilendirilmek istendi ancak insan hakları savunucuları katliamın JİTEM tarafından gerçekleştirildiğini duyurdu.

Öcalan’a suikast girişimi

Ateşkes devam ederken yer yer de çatışmalar yaşanıyordu. 6 Mayıs 1996’da Öcalan’ın Şam’da kaldığı evin yakınında bir ton C4 patlayıcı yüklü bir araç patlatıldı.

Öcalan, suikasttan sağ kurtulmuştu. O gece MED TV’ye bağlanan Öcalan, “Biz barış, kardeşlik diyoruz, bu savaşı bitirelim diyoruz, karşılığında bomba alıyoruz.” dedi.

MİT eski Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür de  yıllar sonrasında T24’e verdiği demeçte MİT’in saldırıdaki rolünü itiraf etmişti. Eymür, bombalı saldırının tasfiye planının işlemesini sağladığını itiraf ederek, şunları söylemişti:

“Maşallah her yerden engel aldık. Bugün cezaevinde olan Çevik Bir. O zaman istihbaratın başında. 1 ton patlayıcı aldık. Ertesi gün Cumhuriyet gazetesinde yazı çıktı, ‘MİT patlayıcıyı ne yapacak’ diye. Cumhurbaşkanından, siyasilerden izin aldık. MİT Müsteşarı bile yapamaz izin almadan. İzin almadan nasıl yapacağız? Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanı okeylemişti zaten. Takdim yapmıştık. Elimizdeki bilgileri bildirmiştik. Güzel bir takdimdi. Çalışmalardan bahsettik. ‘Tamam’ dediler. Devam ettik. Yeşil (JİTEM üyesi Mahmut Yıldırım) vardı. Bir de asker şahıslar vardı. Oraya yolladığımız resmi görevliler vardı gizlice giren. Esasen başarısız da denilemez. Apo’yu öldüremedik ama öyle büyük bir patlama yaptık ki Suriye ürktü. O zamanki Kara Kuvvetleri Komutanı’nın bir beyanı oldu. O konuşmadan sonra Suriye’den çıkarttılar. Yani ön ayak oldu. Bir başarıdır. Korkuttu çünkü Suriye’yi. 17 metre çukur açılmış patlamanın olduğu yerde.”

Ateşkes sona erdi. Yeni bir döneme daha kapı aralanmış oldu.


1993’ten günümüze Kürt meselesi ve çözümü (1) | 1993 ateşkesi: Özal projesi


1993’ten günümüze Kürt meselesi ve çözümü (2)| 1993 ateşkesi : Talabani üzerinden diplomasi trafiği