Kürt meselesinde bir adım ileri iki adım geri

AK Parti’nin 2002’den iktidara gelmesiyle birlikte Kürt meselenin çözümü için bir adım atıldı, iki adım geriye gidildi. Kürt meselesinin çözümü için AK Parti’nin iktidarı döneminde ciddi adımlar atılsa da devamı gelmedi. 2002’den 2013’e kadar geçen süreçte Kürt meselesi açısından en sancılı dönemlerden biri yaşandı.

Kürt meselesinde bir adım ileri iki adım geri
Kürt meselesinde bir adım ileri iki adım geri
İlke TV
  • Yayınlanma: 27 Şubat 2025 15:37
  • Güncellenme: 27 Şubat 2025 16:13

1993’ten günümüze Kürt meselesi ve çözümü (6)

Dosyamızın ilk 5 bölümünde 1993’te Turgut Özal, 1998’de Necmettin Erbakan dönemlerinde ve daha sonra 1999’da Abdullah Öcalan’ın İmralı’ya getirilişiyle birlikte Kürt meselesinin çözümü için atılan adımları ve o dönem yaşananları aktarmaya çalışmıştık. Dosyamızın 6. bölümünde ise AK Parti’nin iktidara gelişi, Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakan seçilmesi, Türkiye’nin AB’ye giriş çabası, Irak savaşı, Newroz’larda verilen mesaj, Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) kurulması, Kürtçe için atılan adımlar, İmralı görüşmeleri, Kürt siyasetçilerin Meclis’e giriş süreci, DEP’lilerin cezaevinden çıkışı, Oslo görüşmelerine giden süreç gibi başlıkları ele aldık.

Kürt meselesinde bir adım ileri iki adım geri

AK Parti’nin 2002’de iktidara gelmesiyle birlikte Kürt meselesinin çözümü için bir adım atıldı, iki adım geriye gidildi. Kürt meselesinin çözümü için AK Parti’nin iktidarı döneminde ciddi adımlar atılsa da devamı gelmedi. 2002’den 2013’e kadar geçen süreçte Kürt meselesi açısından en sancılı dönemlerden biri yaşandı.

AK Parti’nin iktidara gelişi  

Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç, Abdullah Gül’ün de aralarında bulunduğu Fazilet Partili pek çok isim, partinin 2001’de kapatılmasının ardından Milli Görüş çizgisinin devamı niteliğinde kurulan Saadet Partisi’ne katılmadı. Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti, 14 Ağustos 2001’de kuruldu.

Bilkent Otel’de partinin kuruluşu nedeniyle yaptığı konuşmada Erdoğan, “Ve bugünden sonra Türkiye’mizde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözleriyle iktidar hedefini açıkladı.

Türkiye 2002 yılının ikinci yarısından itibaren de bir erken genel seçim iklimi yaşadı. AK Parti, gerçekleştirdiği mitinglerde “Tam demokrasi”, “Habur sınır kapısının açılması”, “OHAL’in kaldırılması” gibi talepleri sıraladı. Ancak ilk dönem Kürt meselesine ilişkin bir söylem yoktu.

3 Kasım günü yapılan seçimin sonucunda son yirmi yılda politik yaşamımızda önemli bir yeri olan siyasi partiler; MHP, ANAP, DYP, DSP yüzde 10 barajının altında kalarak Meclis’e giremedi.

2 Kasım 2002’de AK Parti yüzde 34,28 oy oranıyla tek başına iktidar olabilecek çoğunluğu elde etti.

Seçimden ikinci parti olarak çıkan Deniz Baykal liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) de ana muhalefet görevini üstlendi.

Erdoğan Başbakan olamadı 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanlığı döneminde 1997’de okuduğu şiir nedeniyle 10 ay hapse mahkum edilen ve bu nedenle siyasi yasaklı olan Erdoğan, partisi iktidara gelmesine karşın başbakan olamadı.

58. Hükümet, Abdullah Gül’ün başbakanlığında kuruldu. Yeni hükümet demokrasi, insan hakları ve insani değerlere vurgu yapan bir program hazırladı. Ana muhalefet lideri Baykal, Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırılmasına ilişkin anayasa değişikliğine destek verdi.

AK Parti bu dönemde sürekli AB değerleriyle bir sorunları olmadığı ve Türkiye’yi AB üyesi yapmak için her türlü çabanın içinde olunacağı mesajlarını verdi.

Erdoğan’ın parti başkanı sıfatıyla diplomasi çalışmaları 

Fiili olarak başbakan olamayan Erdoğan, bu dönemde AK Parti Genel Başkanı sıfatı ile ABD ve AB üyesi ülkelerle çok yoğun bir görüşme trafiği yaşadı. Erdoğan bu platformlarda Türkiye’nin demokratikleşmesi için gerekli her adımın atılacağı sözlerini vermekten de geri kalmadı.

AB Kopenhag zirvesinde alınan kararlar

Ancak 12-13 Aralık 2002 tarihli AB Kopenhag zirvesinde Türkiye’nin demokrasi, insan hakları, hukuk devleti ve azınlık hakları demetinden oluşan Kopenhag siyasi ölçütlerine uyum sağlayamadığı kararı alınarak, adaylık sürecinin başlaması 2004 yılı Aralık ayına ertelendi.

12-13 Aralık 2002: Avrupa Birliği, Türkiye’ye siyasi kriterleri karşılama şartıyla Aralık 2004’te müzakerleri başlatacağını bildirdi.

58. Hükümet döneminde yapılan yasal değişiklikler

Ekim 2001’deki kapsamlı Anayasa değişikliğini (AB) Uyum Yasaları Paketleri izledi.

Yeni düzenleme ile düşünce suçları kapsamında uygulanan 159. maddesindeki ceza hafifletilirken, TCY’nin 312. maddesinde tahrik unsurunun tek başına yeterli sayılmayacağı ve “kamu düzeni için tehlikeli olabilecek şekilde tahrike elverişli olma” konusu öngörüldü, para cezası da kaldırıldı.

III. Paketle “savaş ve yakın savaş tehdidi” dışında idam cezası kaldırıldı, yerel dil ve lehçelerin özel kurslarda öğrenilmesi serbest bırakıldı, azınlık vakıflarına gayrimenkul edinme, bunlar üzerinde tasarrufta bulunma hakkı tanındı ve geleneksel olarak kullanılan yerel dil ve lehçede yayına izin verildi.

OHAL kaldırıldı

2002’de OHAL kaldırıldı. Diyarbakır “olağan hali” büyük coşku içinde “Savaşa hayır, barış hemen şimdi”, “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganlarıyla karşıladı. Kürtlerin tek talebi yine barış oldu.

ABD’nin Irak’ı işgali

AK Parti iktidara geldiğinde ABD Irak’a işgal hazırlıkları yapıyordu. 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırıları sonrası ABD Ortadoğu bölgesini yeniden şekillendirme kararı aldı. Bu süreç Afganistan’ın işgali ile başladı. ABD Kongresi, Ekim 2002’de Irak’a askeri operasyon düzenlenmesine izin verdi.

Kürt meselesi ve İmralı

Irak’taki hareketlilik Türkiye’yi ve Kürt meselesini direkt etkiledi. 11 Eylül saldırılarının ardından Kürt meselesinin çözümü konusunda daha sert bir politika izlendi.  Öcalan’ın İmralı Günleri kitabında bu dönem “Restleşme süreci” olarak yer aldı. Öcalan 14 hafta ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmedi. Öcalan, Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) İmralı’ya gitmesinden 3 hafta, toplam 14 hafta sonra 12 Mart 2003’te avukatlarıyla görüştü. Görüşmenin olduğu gün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Öcalan’ın adil yargılanmadığına hükmetti. Türkiye, Büyük Daire’ye itiraz başvurusunda bulundu.

Irak savaşı hazırlığı nedeniyle ABD, Türkiye ile de yoğun bir temas halindeydi.  ABD ve İngiltere, Türkiye’den sınırlarını 80 bin ABD askerine açmasını, havaalanlarında 250 ABD uçağının konuşlandırılmasını, Mersin, İskenderun, Samsun, Trabzon ve İzmir limanlarında ABD donanmasına kolaylık sağlanmasını, Irak’a yapılacak harekatta topraklarının kullandırılmasına izin verilmesini istiyordu.

Türkiye, Irak’ta ( 8. kongresinde PKK adını KADEK olarak değiştirmişti) KADEK’e yönelik sınır ötesi operasyon hazırlığındaydı.

1 Mart 2003’te Meclis’e gelen tezkere

Türkiye, ABD’nin hava üslerini kullanma talebini reddetti. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Irak’ta konuşlandırılmasını öngören tezkere 25 Şubat 2003’te TBMM’ye sunuldu ve 1 Mart’ta reddedildi. Tezkere kabul edilseydi, en fazla 62 bin yabancı askeri personel 6 ay süreyle, 255 uçak ve 65 helikoptere kadar yabancı hava kuvveti Türkiye’ye konuşlandırılabilecekti. Bu durum iki ülke arasında gerginliğe neden oldu. Ancak dönemin başbakanı Abdullah Gül ve Erdoğan tezkerenin geçmesinden yanaydı. Gül, 23 Şubat 2003’te yaptığı değerlendirmede, tezkerenin kabul edilmesi durumunda elde edilecek kazanımlarından birinin de PKK’ye yönelik operasyonların daha etkili hale geleceği yönündeydi.

‘Irak’ta düşülen hataya Suriye’de düşmek istemiyoruz’

Recep Tayyip Erdoğan, konuyla ilgili 2016 yılında yaptığı bir açıklamada “Irak’ta düşülen hataya Suriye’de düşmek istemiyoruz. Ben 1 Mart tezkeresinin yanındaydım, karşı olanlar bunu açıkça söylemediler. Birileri de gizli kulisler yaptılar. O insanların kimler olduğunu araştırır bulursunuz. 1 Mart tezkeresi ilk anda kabul edilip Türkiye, Irak’ta olsaydı, Irak’ın durumu böyle olmazdı. 1 Mart tezkeresi ilk anda geçseydi, Türkiye masada olacaktı” değerlendirmesinde bulundu.

ABD ile Türkiye arasındaki gerginliği New York Times, “Türkiye’de Meclis, Bush yönetiminin savaş planlarına ağır bir darbe indirdi. Türk liderlerin parti üyelerini tezkereye destek vermeye ikna edeceğinden emin olan Amerikalı yetkililer şok yaşadı. Tezkerenin reddi aynı zamanda siyasi bir darbe de oldu. Zira Türkiye ABD’nin en yakın müttefiklerinden biri, NATO üyesi ve Müslüman, laik bir demokrasi” şeklinde yazdı. (Radikal: 2003, 3 Mart)

Savaş karşıtı protestolar

Bu arada dünya genelinde de savaş karşıtı protestoları vardı. 2002 yılında başlayarak 2003 yılındaki Irak’ın işgali sırasında ve sonrasında dünya çapında eş zamanlı olarak protestolar sürdü. Gösterilerin kitlesel olarak yaşandığı Avrupa’da İtalya’nın başkenti Roma’da yapılan ve 3 milyon kişinin katıldığı gösteri tarihteki en büyük savaş karşıtı eylem olarak kayıtlara geçti. Türkiye’de de geniş çaplı savaş karşıtı eylemler yapıldı.

Erdoğan Başbakan

Bu sırada başbakan da değişti. Erdoğan, 3 Mart 2003’te yenilenen Siirt seçimlerinde milletvekili seçildi. Ardından 15 Mart 2003’te, 59. Hükümeti kurdu ve başbakanlık koltuğuna oturdu. 19 Mart tezkeresi kabul edildi. Tezkere kabul edildikten yaklaşık 5 saat sonra ABD tarafından Bağdat bombalandı.

Irak savaşı

20 Mart 2003 sabahı, “Irak’a Özgürlük Operasyonu” adı altında, 295 bin ABD ve müttefik askeri Kuveyt sınırını geçerek Irak’a girdi ve işgal başladı. Peşmerge güçlerinin 70 bin üyesi, ülkenin kuzeyinde Irak güçleriyle savaştı. Irak ordusu mayıs ayının başında yenildi ve rejim devrildi.

Saddam Hüseyin 13 Aralık 2003’te yakalandı, yargılandı ve 30 Aralık 2006’da idam edildi. 2004 yılında ülkede mezhep çatışmaları alevlendi. Daha sonraki yıllarda Irak’ın Sünni ve Şii grupları arasında iç savaş yaşandı. 2003-2011 yılları arasında Irak’ta 461 bin kişinin savaşa bağlı nedenlerle öldüğü ve savaşın 3 trilyon dolara mal olduğu tahmin ediliyor. Bu yıllar IŞİD’in ortaya çıkışının da zeminini oluşturuyordu.

20 Mart’ta 2. tezkere

Erdoğan hükümeti, güvenoyu aldıktan iki gün sonra, başlayan savaşta ABD’yi memnun etmeye dönük kararlar alarak işe başladı. 20 Mart’ta TBMM’ye bir tezkere daha sevk edildi. Türkiye hava sahası ABD uçaklarına açıldı. Bombardıman uçakları savaşın ilk günü Türkiye hava sahasını kullanarak Irak’ı bombalamaya başladı. Daha sonraki günlerde Erdoğan hükümeti, yine bozulan ilişkileri düzeltebilmek için, yaralanan veya yaralı taşıyan ABD uçaklarının İncirlik’i kullanmalarına izin verdi. 25 Mart’ta Diyarbakır’da konuşma yapan Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök Türkiye’nin Irak’a girmesi için belli sebepleri olması gerektiğini, bu savaşın Türkiye’nin savaşı olmadığını söyledi. Bu sözler, ABD’yi kızdırsa bile KDP’yi memnun etti.

Çuval krizi

Ankara, savaş başladıktan sonra ABD’ye elinden gelen bütün desteği verdi ama ilişkileri düzeltemedi. Irak’ın kuzeyinde bulunan Türk askeri birliğinin faaliyetleri sınırlandırıldı. 4 Temmuz 2003 günü Süleymaniye’de 11 Türk askerinin başına çuval geçirildi ve askerler sorgulanmak üzere Bağdat’a götürüldü. Çuval krizi TSK’da olumsuz izler bıraktı.

Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD’ye nota verilmesinin istenmesi üzerine “Nota verecek misiniz? Ne notası veriyorsun? Onu söyledim. Müzik notası mı bu?” dedi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök ise “Ben Amerikalıların Çuval Olayı’nın bizi bu kadar rencide edeceğini de bildiklerini zannetmiyorum. Çünkü onlar için bu çok normal. Göz bağlamak yerine tamamen pratik bir çözüm. Bu çuval da değil, görmesini engelleyecek bir poşet.” dedi. Özkök Süleymaniye olayını ikili ilişkilerdeki “en büyük güven bunalımı” olarak tanımladı.

ABD ile PKK gerilimi

Türkiye ABD’ye KADEK’e yönelik operasyon yapılması konusunu bastırıyordu. Dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Eric Edelman, 18 Eylül 2003’te ABD Irak’ta her görevi birden yapamaz” açıklaması yaptı. Bu konuda Türk yetkililerle görüşmelerin devam edeceğini belirterek, ”Eminim ki iki tarafta iyi niyet olduğu sürece ilerleyebileceğiz” diye konuştu.

Edelman, ”Terör listesindeki bir örgütün elemanlarıyla Kuzey Irak’ta çeşitli ABD yetkililerinin görüşmeler yapmasını nasıl izah ediyorsunuz?” sorusuna, ”Ben öyle bir görüşmeyi bilmiyorum” karşılığını verdi. Edelman, aynı gazetecinin, ”ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, Türk hükümetinin de bilgisi dahilinde görüşmenin yapıldığını söylemişti” sözleri üzerine, ”Pearson’un böyle bir konuşma yaptığını bilmiyorum. Yaptıysa da önce konuşmanın metnini görmek isterim” dedi.

3. tezkere kabul edildi

3. tezkere 7 Ekim’ de kabul edildi. Ekim ayının ortalarında hükümet ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ne, Türkiye’nin Irak’ta barış gücüne katılmasının ana hatlarıyla hedeflerini açıkladı: Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması, kurulacak yeni siyasi sistemde tüm Irak halkının eşit olması ve anayasada yer alması, yani Arap, Kürt, Türkmen ve Asurilerin Irak’ın kurucu unsurları olarak kabul edilmesi. Petrol ve diğer yeraltı kaynaklarının tüm halka eşit bir şekilde dağıtılması, PKK, Ensar El İslam ve Halkın Mücahitleri gibi örgütlerin Irak’ta bulunmasına izin verilmemesi ve varsa ortadan kaldırması yönündeydi. ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld 2005’te Irak’taki durumdan Türkiye’yi sorumlu tuttu: Rumsfeld’in “Direnişin bu kadar güçlü olmasının sebebi Türkiye’nin bize kuzeyden giriş için izin vermemesidir” sözleri, 1 Mart Tezkeresi’nin ABD için ne kadar önemli olduğunu gösterdi.

Öcalan’ın tezkere krizi değerlendirmesi

Öcalan’ın İmralı Günleri kitabında, o döneme dair şu değerlendirmeler yer aldı:

“ABD 1 Mart Tezkeresi’nin reddedilmesinin Türkiye’yi Irak’ta zor durumda bırakacağını, bu durumun PKK’ye askeri ve moral üstünlük getireceğini düşünüyordu. Buna rağmen kriz sonrası Türkiye’ye ortak hareket etme çağrısı yaptı: “Fırsattan istifade edip gerilla savaşı dayatmayacağız. Ancak demokratik örgütlememizi, her köyde mahallede geliştirmemizin önüne de kimse geçemez. ABD’den de Saddam’dan da uzak durmalılar.(26 Mart 2003).”

Özgür Gündem gazetesi “Stratejik Müttefik Kim?” sorusunu manşetine aldı. Gazete, 31 Mart 2003 Pazartesi günkü Selahattin Erdem’in köşe yazısında “Türklerin ve Kürtlerin stratejik müttefiki ABD değil, bölge halkları ve bizzat kendileridir” ifadelerini kullandı.

Türkiye’nin komşusu artık Kürtler

Irak’ta rejim değişti. Ülkenin kuzeyinde KDP ve YNK’nin iktidarı paylaştığı bir federal bölge (Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi) kuruldu. Kürtler bu dönemde bir yandan ABD ile yakın ilişki geliştirdi. Türkiye’nin komşusu artık Irak Federal Kürdistan Bölgesi’ydi.

HADEP kapatıldı

Tam da bu dönem Anayasa Mahkemesi, 13 Mart 2003’de HADEP’i kapattı, parti yöneticilerine de beş yıl siyaset yasağı getirildi. 24 Ekim 1997’de kurulmuş olan Demokratik Halk Partisi’ne (DEHAP) ise “örgütlenmesini tamamlamadan seçime girdiği” iddiası üzerine 2002’de AYM tarafından kapatma davası açıldı. Dava sonuçlanmadan, DEHAP, 19 Kasım 2005’te kendini feshetti.

10 maddelik öneri

Öcalan, 2 Temmuz 2003 tarihinde avukatlarıyla bir araya geldi. Çözüm için 10 maddelik bir yol haritası önerdi. KADEK, Öcalan’ın önerilerini “Demokratik Dönüşüm İçin Yol Haritası” başlığı altında, 11 Ağustos 2003’te kamuoyuna açıkladı.  KADEK’in hazırladığı yeni yol haritasının birinci aşamasında, ateşkesi çift taraflı hale getirecek adımlar isteniyordu. Bu süreç, 1 Eylül 2003’te başlayacak, 1 Aralık 2003’te tamamlanacaktı. Bu zaman dilimi içinde, taraflar arasında diyalog geliştirecek ve yol haritasının uygulamalarını gözetecek Barış ve Diyalog Komitesi’nin kurulması öngörülüyordu. Komitenin sivil toplum örgütleri ve siyasal parti temsilcilerinin yanı sıra aydın, yazar, sanatçı ve demokrat şahsiyetlerden oluşturulması istenmişti.

Örgütte ayrılıklar 

KADEK’te 2002 yılı ortalarından itibaren görülen görüş ayrılıkları açığa çıkmaya başlamıştı. Örgütün yöneticileri arasında Osman Öcalan, Nizamettin Taş ve grubu vardı. Örgüt içinde yoğun tartışmalar yaşanırken, KADEK 27 Ekim-6 Kasım 2003 tarihleri arasında Kandil’de kongre yaptı. Kriz büyürken KADEK feshedildi ve Kongra Gel (Kürt Halk Kongresi) kuruldu.

Örgüt içinde yaşanan krizler Türkiye’de de yansımasını buldu ve 2004’teki yerel seçimlere yansıdı. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na Osman Baydemir seçildi. Kapatılan DEHAP’ın yerine 17 Ağustos 2005’te Demokratik Toplum Partisi  kuruldu.

2003’te İmralı görüşmeleri

2002-2003’te İmralı’da hiç görüşme yapılmadı. TESEV’in raporunda 2004’te çatışmalı sürece kadar yaşanan durum ise şu şekilde anlatıldı:

“2002 yılı başından Amerika’nın Irak’ı işgal ettiği 2003 yılına dek, Öcalan ile İmralı’da neredeyse hiç görüşme yapılmamış, görüşmeler adeta dondurulmuştur. 2002 sonrasında Öcalan ile görüşmeleri yürüten ekip görüşmeleri 1997 ve 2001 yılları arasında yürüten askeri kadrolardan sadece farklı bir yaklaşıma sahip olmakla kalmamaktaydı, bu ekip ayrıca o dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün kontrolü altında da değildi. Bu ekibin Öcalan ile yürüttüğü ilişki şekli önceki dönemden farklı olarak, daha ziyade, tutuklu (ya da tutsak) olan PKK liderine talimat verme ve telkinde bulunma şeklindeydi. Bu bilgi o dönem yürütülen temasları bilen ve hatta yakından izleyenlerin görüşmelerimiz sırasında aktardıkları notlardan çıkarılmıştır. Abdullah Öcalan 29 Nisan 2011 tarihli görüşme notlarında yukarıda çeşitli boyutlarıyla üzerinde durduğumuz ve etkisi, sonuçları ve derslerini bugün bile halen hissetmekte olduğumuz dönemi şu şekilde açıklamaktadır: “2002’de AKP iktidarı başladıktan sonra ordudaki, benim JİTEM dediğim Gladio güçlerinin iki-üç sefer darbe teşebbüsünde bulundukları şimdi anlaşılıyor, fakat başarılı olamıyorlar.” 

Erdoğan’nın Kürt meselesine yaklaşımı:  ‘Yok dersen…’

AK Parti’nin iktidardaki ilk yıllarında da sorunun çözümünde güvenlikçi yaklaşım öne çıktı. Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın yaklaşımı ise “Sorun yok dersen, sorun ortadan kalkar” şeklindeydi. Erdoğan 2002’de Moskova’da, Türk Ticaret Merkezi’nin inşaat çalışmalarını yerinde incelerken Karslı bir işçiyle Kürt sorununa dair girdiği diyalog sırasında bu sözleri sarf etti:

(Moskova’da, Zülfikar Baran isimli işçiyle diyaloğu):

“-Zülfikar Baran: “Kürt sorununu halletmeniz lazım, Kürtler tarihin en eski halklarından biridir.”

– Erdoğan: “Ben biliyorum. Siirt’ten evliyim.”

– Baran: “Doğrudur, ben de evli değilim ama evlenmek istiyorum. Kürtlerin 10 bin yıllık tarihi var.”

– Erdoğan: “Ne kadar var?”

– Baran: “10 bin yıl bildiğim tarih. Türklerle beraber yaşamış.”

– Erdoğan: “10 bin yılı nereden öğrendin?”

– Baran: “Tabi, araştırınca Türklerle beraber 10 bin yıllık tarihi var. Sorunun çözülmesini, bu acıların sona ermesini istiyoruz.”

– Erdoğan: “Sorun var diye inanmayacaksın. Yok diye inanacaksın. Sorun var diye inanırsan sorun olur. Yok dersen sorun ortadan kalkar. Biz diyoruz ki sorun yok.”

– Baran: “Böyle düşünürseniz tek başına iktidara geldiğiniz gibi gidersiniz de. Çalışan bir insanım ama siyasete baktığımda Ecevit ve diğerleri de iş başına geldiler. Böyle de gittiler. Siz sorunları görmezden gelirseniz, aynı şey size de olur.”

– Erdoğan: “Sen ne diyorsun? Sen sorun var deyip ön kabul ile yaklaşıyorsun. Böyle yaklaşırsan sorunun içindesin demektir. ‘Yok böyle bir sorun’ demelisin…”

Kürtçe yayın, DEP’lilerin tahliyesi, DGM’nin kaldırılması 

Selim Sadak, Leyla Zana, Orhan Doğan ve Hatip Dicle, 9 Haziran 2004’te tahliye edildikten sonra Ankara DEHAP binasında basın toplantısı düzenlemişti.

2003’ten 2004’te geçerken Türkiye’nin gündemi oldukça hareketliydi.  Mart 2004’te ilk Kürtçe kurs açılırken, Haziran’da yerel dil ve lehçelerde ilk yayın TRT’de başladı.

Kürtçe üzerinde ciddi bir ambargo vardı. Kardeş Türküler müzik topluluğunun menajeri ve Kalan Müzik çalışanı Rıza Okçu, 10’un üzerinde ulusal televizyona “Mirkût” (Tokmak) adlı Kürtçe halk şarkısının klibini gönderdikleri halde, klibin hiçbir televizyon kanalında yayınlanmadığını söyledi. Klibin yayınlanması için 8 gazeteye ilan verdi.

9 Haziran 2004 günü sabahın erken saatlerinde TRT kanalını açanlar, ilk kez 30 dakikalık Kürtçe yayın izleme olanağına kavuştu. TRT bir de sürpriz yaptı. Klibini yayımlayacak özel televizyon kanalı bulamayan “Kardeş Türküler”in Kürtçe klipine yer verdi. Bianet bunu “Kürtçe Yayın Farklı Başladı” başlığıyla duyurdu. DEP eski milletvekilleri Selim Sadak, Leyla Zana, Orhan Doğan ve Hatip Dicle serbest bırakıldı.

DEP’lilerin cezaevinden salıverilmelerinden 4 gün sonra, MHP tarafından tüm generallere, ‘Gelişmeler endişe verici. İktidarı uyarın’ mektubu gönderildi. Siyasi çevrelerde şaşkınlık yaratan mektupta MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin 17 sayfalık ‘Tarihi Görev Çağrısı’ da yer aldı.

2004’te Anayasa değişiklikleriyle Devlet Güvenlik Mahkemeleri kaldırıldı.

İdam cezası ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı 

14 Temmuz 2004 tarihinde ölüm cezası Türkiye hukuk sisteminden tümüyle çıkarıldı ve Abdullah Öcalan’ın durumu kanuna göre, hayatı boyunca devam edecek “ağırlaştırılmış müebbet hapis” olarak yeniden belirlendi. TESEV’in raporunda bu durum, şu şekilde yorumlandı:

“Öcalan, PKK’nin tartışmasız ve rakipsiz lideri konumunu “ağırlaştırılmış müebbet hapis” hükümlüsü olarak pekiştirmiş ve PKK’nin silahlı mücadelesinin son bulması konusunda nihai karar mercii durumuna gelmiştir. Kısacası, Abdullah Öcalan’ın durumu ve PKK’nin silahlı varlığını içeren anlamıyla ‘PKK Sorunu’, Kürt Sorunu’na içsel bir hale gelmiş, iki sorun iç içe geçmiştir. Bu tespit, Türkiye hükümetiyle son yıllarda yakın işbirliği içine giren Irak Kürdistan Bölge Yönetimi’nin üst düzey bir yetkilisi tarafından da kendisiyle yapılan görüşmede şu sözlerle vurgulanmıştır: ‘Kürt Sorunu’nu, Abdullah Öcalan ve PKK’den ayırmak belki on yıl önce mümkündü, ama artık değil!’ Bu olguyu kavramadan ve kabullenmeden, Kürt Sorunu’nun çözümü de söz konusu olmayacaktır.”

Ancak reformların uygulamada yetersiz ve göstermelik olduğu yönünde de eleştiriler eksik olmadı. 2004 yılına geldiğimizde siyaseten muhatabını bir türlü bulamayan süreç iyiden iyiye çıkmaza girdi. Kürt meselesini bir “terör” sorunu olarak algılamayı sürdürdü. Kürt meselesinden kaynaklı en çatışmasız ve en az ölümlerin olduğu bu dönem ne var ki 2004 yazında bozuldu.

1 Haziran’dan itibaren çatışmalar başladı

KADEK’in üç aşamalı yol haritasını açıklanmasının ardından operasyonlar yoğunlaşmıştı. Batman Beşiri’de 7 PKK’li öldürüldü. 1 Haziran 2004’te itibaren tekrar çatışmalar yoğunlaştı.

Korkut Eken tahliye edildi

2003 yılı ilkbaharından itibaren başlatılan ve 2004 yılı başlarında tırmanma istidadına giren çatışmalar daha da arttı. Van Valisi Hikmet Tan’ın makam otosuna vilayete giderken saldırı düzenlendi. Saldırıdan 27 gün sonra, Susurluk davasında çete oluşturmak ve yönetmek suçundan mahkum olan eski MİT görevlisi Korkut Eken, 2,5 yıldır tutuklu kaldığı Ayaş Cezaevi’nden tahliye edildi. Eken’in cezaevinden çıkışı sırasında, Öcalan’ı Kenya’dan getiren emekli bir özel timcinin de aralarında bulunduğu dokuz paraşütçü, havadan cezaevi önüne atlayarak Eken’i karşıladı. Hürriyet Gazetesi “Apo’yu getiren Özel Timci böyle karşıladı” başlığıyla haberi verdi.

PYD’nin kuruluşu

Suriye’de 2004’te PYD kuruldu. 2014’lere geldiğimizde PYD Türkiye’de en çok konuşulan ve yasadışı ilan edilen örgüt haline gelecekti.

Öcalan ile görüşmeler: 5. dönem 

Haziran 2004’ten sonra çatışmaların arttığından bahsetmiştik. Öcalan ile görüşmelere dair 2002-2005 tarihlerine ilişkin TESEV’in raporunda “Devlet tarafı: Askerler” başlığıyla şu bilgiler yer aldı:

“Öcalan’la 2002-2005 arasında yüz yüze görüşmelerde daha öncekilerden farklı askeri kadrolar rol almıştır. PKK’nin silahlı mücadeleye dönüşü de (1 Haziran 2004 sonrası) bu döneme denk gelmiştir. Öcalan’ın karşısına 2003-2004 döneminde “devlet” adına çıkan askerlerin önemli bölümü, 4-5 yıl sonra Ergenekon davası sanıkları arasında yer almıştır. Bu bilgilerden hareketle, ağırlıklı olarak 2002-2005 arası dönemdeki askeri unsurlar ile Öcalan’ın görüşmelerini ‘Beşinci Dönem Devlet-Öcalan görüşmeleri’  diye nitelemek yanlış olmayacaktır. Beşinci dönem görüşmelerini diğerlerinden ayıran unsur, görüşmeleri yürüten askeri kadroların, Karadayı-Kıvrıkoğlu dönemindeki askeri kadrolardan farklı olmalarının yanı sıra, bir yandan da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün iradesini temsil etmekten uzak bulunmaları olmuştur. Söz konusu dönemdeki görüşmeleri yürüten ve birkaç yıl sonra Ergenekon davasında tutuklanan askerler ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök arasındaki ayrılıklar, ‘Darbe Günlükleri’ gibi belgelerde ve medyada yer bulmuştur.”

Barış çağrıları 

Dönemin partisi DEHAP da çözüm için açıklamalar yapıyordu. Açıklamalarda Kürt meselesinin barışçıl çözümü ve halkların kardeşçe yaşaması için, çift taraflı ateşkesin sağlanması, askeri operasyonlara son verilmesi ve halkın zararlarının karşılanarak köye dönüşlerin sağlanması istendi. Benzer çağrılar STK’lardan da geliyordu.  Kadınlardan hukukçulara aydınlardan siyasetçilere kadar herkesin ‘barışı’  yüksek sesle dillendirdiği bir dönemdi. Barış masaları kuruldu, barış nöbetleri tutuldu, canlı kalkan eylemleri yapıldı.

Alanlardan da çağrı 

Uzun bir aradan sonra İstanbul’da ilk kez resmi olarak kutlanmasına izin verilen Newroz’da da barış çağrısı yapıldı. Diyarbakır’daki kutlamaya katılan yaklaşık 300 bin kişi de aynı talebi dile getirdi. Kutlamalarda Ferhat Tunç, Kazım Koyuncu, Agırê Jiyan ve Teoman da konser verdi. 90’larda müdahale ve ölümlerle hafızalarda yer edinen Newroz kutlamaları artık popüler sanatçıların katıldığı bir etkinlik olmuştu. 2002’de Sezen Aksu, 2005’te de İbrahim Tatlıses gibi isimler Newroz kutlamalarına katıldı.

2002 Newroz'u

Hak ihlalleri arttı

2004 yılında çatışmaların yanı sıra hak ihlalleri de arttı. İHD’nin verilerine göre: Silahlı çatışmalarda toplam 61 kişi yaşamını yitirdi, 692 kişi işkence ve kötü muamele gördü. 3688 kişiye keyfi gözaltı uygulandı.

Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Harekat Daire Başkanlığı verilerine göre, 1984-2004 yılları arasında; 456 polis, 4 bin 351 asker, 1364 geçici köy korucusu, 6 bin 260 vatandaş ve  20 bin PKK’li yaşamını yitirdi.

Darbe planı iddiası

Çatışmalar devam ederken, ordunun içindeki karışıklık ise daha sonraki yıllarda manşetlere taşındı. Nokta dergisi, 29 Mart – 4 Nisan 2007 arasında yayımladığı sayısında, 2004 yılı içinde üç darbe girişimi yaşandığını iddia etti. Daha sonra da yargılama konusu olan o dönem Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İbrahim Fırtına ve Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur, AK Parti hükümetinin adım adım ülkeyi şeriat düzenine götürdüğünü, AB yönünde yapılan açılımların ise ülkeyi böleceğini düşünerek askeri bir darbe yapılmasını istiyorlardı. Ancak dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’e rağmen darbe için düğmeye basmışlardı. Darbenin ismi ise “Sarıkız” olarak belirlenmişti. Ancak dört kuvvet komutanı daha sonra görüş ayrılığına düşünce Türkiye askeri darbeden kıl payı kurtulmuştu. 2017’de Nokta dergisinde bu konuda detaylı bilgiler yer aldı.

12 yaşındaki Uğur Kaymaz öldürüldü 

Hem Ortadoğu’daki karışıklık, hem de ülkedeki karışıklıktan bir yıl sonra, 21 Kasım 2004 tarihinde Mardin Kızıltepe’de 12 yaşındaki Uğur Kaymaz öldürüldü. Uğur Kaymaz’ın öldürülmesi o yılın fotoğrafıydı.

2005 yılında AB müzakereleri  

Türkiye’de 2005 yılında yaşanan olayların başında 3 Ekim tarihinde Avrupa Birliği ile başlayan müzakereler geldi. Gerilim dolu saatler ve Avrupa Birliği ile süren pazarlıkların ardından, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki tam üyelik müzakereleri 3 Ekim tarihinde resmen başladı. Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun, AB’nin demokrasi projesi olması nedeniyle, Mesut Yılmaz’ın doğru bir tespit yaptığını söyledi. Coşkun, Türkiye’de gerek demokrasinin gerekse ekonominin belli bir standarda ulaşmamasının en önemli nedenlerinden birinin Kürt meselesi olduğunu belirterek, “Kürt meselesini çözmek Türkiye’nin aynı zamanda Avrupa Birliği’ne dahil olmasını sağlayacak en önemli olaylardan bir tanesiydi” dedi.

Erdoğan’ın ABD ve İsrail ziyaretleri 

Dönemin başbakanı olan Erdoğan diplomasi faaliyetlerini de hızlandırdı. İktidara geldiğinden beri ilk kez İsrail’e giden Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, İsrail Başbakanı Ariel Şaron’la Mayıs 2005’te Kudüs’te bir araya geldi. Erdoğan İsrail’in Irak Federal Kürdistan Yönetimi’ne destek vermesine ve Filistin’e yönelik operasyonlarına tepki göstermiş, Hamas lideri Şeyh Yasin’in öldürülmesi iki ülkenin ilişkilerini etkilemişti. 2005’teki bu ziyaret normalleşme adımı olarak yorumlandı. Ekonomik ilişkilere rağmen Filistin ve Hamas iki ülke arasında hep kriz olmaya devam edecekti.

Erdoğan – Bush görüşmesi

Irak savaşı ile başlayan gerilim süreci devam ediyordu.  Başbakan Erdoğan, ABD ile sıkıntı yaşandığını reddetse de Bush’tan randevu almak için en az iki ay bekledi. Beyaz Saray ise 22 Mayıs’ta Erdoğan’a yanıt verdi. Amerikalı yetkililer, “Başkan Bush, Erdoğan’a çok istekli randevu verdi diyemeyiz” dedi. Erdoğan, CNN International televizyonuna verdiği röportajda da Irak konusunda Türkiye’nin başından beri ABD’ye lojistik destek alanında elinden gelen her türlü gayreti gösterdiğini dile getirdi. Erdoğan, Irak’taki durum ile ilgili olarak da, “Türkiye’de hiçbir zaman bağımsız Kürdistan şeklinde bir yapılanma olamaz. Bu bizim gündemimiz değildir. Kuzey Irak’ta olabilir, o Irak’ın kendi yapısı ile ilgili bir sorundur, ancak Irak’ın birlik ve bütünlüğü önem arz eder’ dedi.

‘Erdoğan PKK konusunda aradığını bulamadı’

“Başkan Bush, Türkiye’yi Ortadoğu’da yakın ve demokratik bir müttefik olarak tanımladı, ama Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Irak Kürdistanı’nda PKK’ye karşı daha fazla yardım talebini karşılıksız bıraktı.” Washington Post muhabiri Jim VandeHei, Bush-Erdoğan görüşmesini böyle özetledi ve Bush’un gazetecilere yaptığı açıklamada PKK’yle mücadele konusuna değinmediğini şöyle  vurguladı:

“Erdoğan, Bush’la görüşmesinden sonra gazetecilere yaptığı açıklamada, başkanın PKK’yle ilgili kaygılarını dile getirdiğini ancak örgütün lojistik ve mali kaynaklarının kesilmesi için yeni adımlar atma konusunda fazla bir vaatte bulunmadığını söyledi. Bush ise bu konuya hiç değinmedi, Türk demokrasisini ve Ankara’nın Ortadoğu’da barış çabalarındaki rolünü övmekle yetindi. Halbuki son aylarda PKK tarafından öldürülen Türk askeri sayısı, Irak’ta aynı dönemde öldürülen Amerikan askerlerinin sayısından daha fazla.”

Sezer, ABD’ye rağmen Suriye’de

Başbakan Erdoğan’ın Amerika ve İsrail ziyaretleri ile Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Nisan ayında yaptığı Suriye ziyareti tartışılan ve uzun süre gündemde kalan geziler oldu. Sezer, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın resmi davetlisi olarak Suriye’ye gitti. Sezer ve Esad baş başa görüşmelerinin ardından ortak basın açıklamasında bulundu.

Yeni TCK Kanunu

1 Nisan tarihinde yürürlüğe girmesi beklenen yeni Türk Ceza Kanunu’nun yürürlük tarihi 1 Haziran tarihine ertelendi. İHD’nin 2008 raporunda bu durum geniş ele alındı. Kamuoyunda “Öcalan Yasaları” olarak bilinen 1 Haziran 2005 yasalarından bu yana Öcalan’ın 12 avukatı hakkında yasaklama kararı çıkarıldı. Yasaklama kararının verildiği tarih itibariyle başvurucunun aktif avukatlığını yapan tüm avukatlar yasaklandı. Öcalan’a tanınan haklar ise geri alındı. İmralı’da yapılan avukat görüşmelerine izlenme ve kayıt uygulaması getirildi.

301. madde

Yeni Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girmesiyle birçok tartışmayı da beraberin de getirdi. Yeni kanun özellikle 301. maddesi ve ifade özgürlüğünü kısıtladığı gerekçesiyle sıkça eleştirildi. Amerikalı medya analisti ve dil bilimci Noam Chomsky de bu maddeden yargılandı.  Yazar Orhan Pamuk, yayıncı Hrant Dink (2007’de öldürüldü) , Elif Şafak, – AB Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijck gibi isimler, 301. maddeden açılan davaların en bilinen sanıkları arasında. Ceza Kanunu’nun 301. maddesi, ifade özgürlüğüne getirdiği sınırlamalar nedeniyle, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinde de sıklıkla gündeme gelen sorunlar arasında yer aldı.

Ermeni sorunu konferansı

İstanbul’da Eylül ayında tartışmalara neden olan “Ermeni sorunu” konulu konferansın yapılması önemli bir adım olarak görüldü. Mayıs ayından 23 Eylül’e ertelenen konferans, İstanbul 4. İl İdare Mahkemesi kararıyla durdurulmuştu. Ardından ertesi gün konferans, Boğaziçi Üniversitesi yerine Bilgi Üniversitesi’nde düzenlendi. Konferansta 50’ye yakın bilim ve düşünce insanı, gazeteci, yazar söz aldı. Yoğun güvenlik önlemleri altında ve kampüs dışında biriken göstericilerin sloganları arasında yapılan konferansta AGOS gazetesinin Genel Yayın Müdürü Hrant Dink, duygusal bir konuşma yaparak, böyle bir konferansın yapılabilmesinin çok önemli olduğunu ve Türkiye demokratikleşmedikçe Ermenilerin ‘iyileşmeyeceğini’ söyledi.

Bundan kısa bir süre önce ise Adalet Bakanı Cemil Çiçek konferansla ilgili TBMM Genel Kurulu’nda bir konuşma yaptı ve ‘Bu Türk milletini arkadan hançerlemektir’ dedi. Çiçek, konferansın organizatörü üç üniversiteyi, Boğaziçi, Bilgi ve Sabancı üniversitelerini halka ihanetle suçladı.  Ankara’daki AB diplomatları bu açıklama karşısında şaşkınlıklarını ifade ettiler. Diplomatlardan biri DW’ye verdiği demeçte, “Bu, son üç yıl içinde duyduğum açıklamaların en kötüsüydü. Türkiye artık değişip değişmeyeceğine karar vermeli. Ama Çiçek’in sözleri Türkiye’nin değişmeyeceğini gösteriyor” dedi. Çiçek’in açıklamasına, köşe yazarları ve aydınlardan da tepki geldi. Ancak bu gelişmeler milliyetçilerin de hoşuna gitti.

AİHM’in Öcalan kararı 

Haziran ayında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Abdullah Öcalan’ın “adil yargılanma hakkının ihlal edildiği” yolundaki görüşü teyit etmesi 2005 yılında öne çıkan bazı önemli haberler arasındaydı. Adalet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, Öcalan’ın yeniden yargılanması konusunda AİHM’nin aldığı bir karar bulunmadığını söyledi. Çiçek, “Kimse devletin meselesini, hükümet meselesi gibi algılama zafiyeti içinde olmamalıdır” dedi. Çiçek, yeni Ceza Muhakemeleri Kanunu’na göre AİHM’e başvuran Abdullah Öcalan’ın yeniden yargılanmasının mümkün olmadığını söyledi. AİHM daha sonra verdiği bu karardan geri adım attı.

Öcalan Erdoğan’a 3 mektup yazdı

İmralı’da görüş kısıtlılığı, avukatlara yönelik yaptırımlar Kürtler arasında büyük tepkiye yol açtı. Öcalan Kürt meselesinin çözümü için 2005 yılının başından itibaren girişimlerini sürdürmeye devam etti. Erdoğan’a yazdığı üçüncü mektuba yanıt alamadı ve avukatları aracılığıyla kamuoyuna seslendi.  Öcalan’ın İmralı Günleri kitabında bu döneme ilişkin şu bilgiler verildi:

“Türk halkına sesleniyorum. Türk halkı bana güvensin. Eğer kardeşliğin gereği yapılırsa, tek kurşun sıkmadan bütün PKK’lileri dağdan indiririm. İki ay içinde çağrı yapacağım dağdan inecekler. Demokratik toplumun, demokratik devletin hizmetine sokacağız. Buna gelinmezse o zaman savaş istiyorsunuz demektir. Türk sağcısına solcusuna, Türkiye halkına söylüyorum, kendi hükümetlerinin yakasına yapışsınlar. Herkese sesleniyorum, büyük bir oyun içine sokuluyorsunuz. Beni suçlamayın, benim anadilim yasaklanmış, bir okulum bile yok. Bana saldırmanız, kendinize saldırmanızdır. Bu oyunu bozalım. (19 Ocak 2005).” 

2005’in sert atmosferi 

2005’te Öcalan’ın dillendirdiği konulardan biri de Demokratik Konfederalizm’di. Bu sistem üzerinden de tartışmalar yaşandı. Bölgede operasyonlar hız kazanmış, ılımlı bir atmosfer yerine siyasetçiler daha sert ifadeler kullanıyordu. Öcalan’a yönelik kısıtlamalara da her gün yenisi ekleniyordu. Öcalan’ın İmralı Günlükleri kitabında bu kısıtlamalara ilişkin yetkililerin açıklamaları şu şekilde yer aldı:

“Eylül ayında Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Dünden Bugüne Tercüman gazetesine yaptığı açıklamada, “Öcalan’ın davaları bitti. Artık görüş yapmasına gerek yok” dedi.

Bir hafta sonra Başbakan Erdoğan da bir televizyon kanalına “Öcalan artık avukatları ile görüşme yapamaz,” yönünde demeç verdi.

Yaşar Büyükanıt ise;  “Öcalan talimatlarını avukatlarıyla yayıyor. Dünyanın neresinde terör örgütü cezaevinden yönetilir? Avukatlarla ilgili 30’dan fazla suç duyurusunda bulunduk. Dava açıldı, mahkemeler neticelenmedi.” dedi. 

Bu arada 30 Kasım 2005’ten itibaren  İmralı’da “Kürtçe görüş” tartışması da yaşandı.

17 Aralık: AB’ye tam üyelik için müzakere

Türkiye 17 Aralık’ta AB’ye tam üyelik için müzakere takvimi aldı. Çatışmalar artıyordu. Çatışmalarda sağ yakalanan PKK’lilerin infazına dair haberler düşüyordu. Bu durumda bölgedeki tansiyonu artıyordu.

Orhan Pamuk davası 

Yazar Orhan Pamuk’un İsviçre’de yayınlanan Tagesanzeiger gazetesine verdiği demeçte, “Kimse söylemiyor, o yüzden ben söylüyorum. Türkiye’de 30 bin Kürt öldürülmüştür, bir milyon da Ermeni” dedi. Pamuk’un bu sözleri, tartışmalara yol açtı ve hakkında dava açıldı. Birçok Avrupalı parlamenterin de yakından izlediği davanın ilk duruşması olaylı geçti.  Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Camiel Eurlings duruşma çıkışında gazetecilerin sorularını yanıtladı ve alınan karara tepkisini gösterdi. Duruşmayı izleyen İngiliz milletvekili Denis Mac Shane’in mahkeme salonunda tartaklandığını söyledi. Pamuk’un, “Türklüğü alenen aşağılamak” iddiasıyla yargılanmaya başlandığı dava, dosyanın Adalet Bakanlığı’na gelmemesi nedeniyle durduruldu ve yeni yıla ertelendi. Pamuk bir yıl sonra beraat etti.

‘Bayrak’ provokasyonu

21 Mart 2005’teki Newroz kutlamalarında çocukların gerçekleştirdiği iddia edilen bir “bayrak yakma” girişimi önce Mersin’de ardından yurt çapında ırkçı protestolara ye yol açıktı. Mersin olaylarından iki hafta kadar sonra Trabzon’da ortaya çıkan (6 Nisan 2005) linç girişimi ve onu izleyen benzer olaylar da ülkede birdenbire beliriveren provokatif gösteriler kuşağının ikinci halkasını oluşturdu.

Radikal gazetesi 11 Nisan 2005 tarihli sayısında, süreci şöyle özetledi:

Olaylar, 21 Mart’ta Mersin’deki Nevruz kutlaması sırasında birkaç çocuğun Türk bayrağını yere attığına ilişkin haberle başladı. ‘Bayrak hassasiyeti’ bahanesiyle yapılan ilk eylemin adresi 22 Mart’ta Mersin’deydi. Ülkü Ocakları üyesi bir grup, Tevfik Sırrı Gür Lisesi’ne saldırdı, yolda uzun saçlı bir genci tartakladı.

Gerginlik, 22 Mart’ta yapılan Genelkurmay açıklamasıyla ‘resmiyet’ kazandı. Açıklamada, ‘sözde vatandaşlar’ ifadesi kullanılırken, RTÜK de TV’lerin, ekranlarına Türk bayrağı koymasını istedi. Kamu-Sen Ankara’da bayrak dağıtırken, Üsküdar’da MHP’liler, DEHAP ilçe binasını bastı. DEHAP yaptığı açıklamada, ‘Türk bayrağı bizim de bayrağımızdır’ dedi. Bayrağı ‘yaktıkları ve yere attıkları’ ileri sürülen, dördü 15 yaşından ve biri de 18 yaşından küçük altı çocuk tutuklanırken, 24 ve 25 Mart’ta tüm kentlerde bayrak eylemleri başladı.

Olaylar, Konya’nın Çumra ilçesinde doruğa çıktı. MHP’liler, İç Çumra beldesinde Kürtlerin oturduğu yere, ‘Kürtler defolun’ sloganıyla yürüdü, ev ve işyerlerini taşladı. Ertesi gün evleri taşlananlardan üçü dövüldü.

Trabzon’da linç girişimi 

6 Nisan’da Trabzon’da ortaya çıkan linç girişimi, Mersin’den daha büyüktü. 7 Nisan 2005 tarihli Hürriyet gazetesinin manşetine yerleşen “Öfke sokağa taştı” manşeti Mersin mitinginin Trabzon’daki yankılarına dairdi. Saldırıya uğrayanlar, cezaevlerindeki siyasi tutukluların durumunu protesto etmek amacıyla hazırladıkları bildirileri dağıtmak isteyen Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği (TAYAD) üyeleriydi. Olayları canlı bağlantılarla izleyen yerel televizyonlar, manipülatif ve gerçek dışı yayınlarıyla kalabalığı kışkırtıcı bir rol oynadı. Bu yayınlara göre bildiri dağıtan grup PKK bayrağı açmış, Türk bayrağını ise yakmıştı.

Başbakan Erdoğan, bildiri dağıtanları suçlayıp “halkın milli hassasiyetlerinin” zorlanmaması gerektiğini savunurken, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Bülent Arınç, tam tersine bildiri dağıtanların “demokratik haklarını” savunduğunu, saldırganların eylemlerinin hükümete ve onun Avrupa Birliği (AB) hedeflerine yönelik olabileceğini belirtiyordu. Arınç’a göre, Trabzon olaylarının ardından, “toplumda panik yaratacak başka olaylar da olabilirdi.”

Aydınlardan çağrı

Irkçı saldırıların yoğunlaştığı bugünlerde aralarında 60 akademisyenin bulunduğu 200 aydın, ortak bir bildiri yayımladı. Bildiride Çetin Altan, Adalet Ağaoğlu, Murathan Mungan, Latife Tekin, Oya Baydar, Can Dündar, Mehmet Ali Birand, Zülfü Livaneli, Zeynep Göğüş, Hikmet Çetinkaya, Derya Sazak, İbrahim Betil, Tarhan Erdem, Ahmet İsvan, Gürer Aykal ve Mehmet Aksoy’un da imzaları bulunuyor ve “Ülkenin geleceğine karar vermeye yetkili tüm devlet kurumlarını ve dar siyasal çıkar hesaplarıyla ortamı gerginleştirmeyi ve kitleleri kışkırtmayı sürdüren çevreleri uyarıyor, sağduyuya davet ediyoruz” deniliyordu.

1993’ten günümüze Kürt meselesi ve çözümü (1) | 1993 ateşkesi: Özal projesi


1993’ten günümüze Kürt meselesi ve çözümü (2)| 1993 ateşkesi : Talabani üzerinden diplomasi trafiği


1993’ten günümüze Kürt meselesi ve çözümü (3) |1995 ateşkesi


1998 ateşkesine giden süreç: Öcalan ile aracılı ve dolaylı görüşmeler  


1993’ten günümüze Kürt meselesi ve çözümü (5): 1999’da İmralı’da başlayan görüşmeler