Hindistan-Pakistan kıskacında Keşmir
Yıldız Önen 14 Mayıs 2025

Hindistan-Pakistan kıskacında Keşmir

Nisan ayında Keşmir’in Pahalgam bölgesinde gerçekleşen ve 26 sivilin ölümüne neden olan saldırı, Hindistan ile Pakistan arasındaki gerilimi yeniden bir savaşın eşiğine sürükledi. Saldırıyı Keşmir’in bağımsızlığı için mücadele eden Direniş Cephesi üstlenmesine rağmen Hindistan, Pakistan’ı suçlayarak, onun için hayati öneme sahip İndus Nehri sularına ilişkin ikili anlaşmayı askıya aldı ve Mayıs başında askeri operasyonlara başladı. Kısa sürede tırmanan çatışmalarda onlarca sivil ve asker hayatını kaybetti, camiler, evler ve havaalanları bombalandı. 10 Mayıs’ta ilan edilen ateşkese rağmen karşılıklı küçük çaplı saldırılar sürüyor.

Bu kriz, yalnızca iki devletin sınır mücadelesi değil her an Güney Asya’dan başlayıp dünyayı etkileyecek bir savaşa dönüşebilir.

Sömürgeciliğin mirası

Hindistan-Pakistan hattındaki bu çatışmanın kökleri, Britanya İmparatorluğu’nun meşhur “böl ve yönet” politikasında yatıyor. İngiltere, Hindistan’ı işgal ettiği dönemde, din temelinde bölünmüş bir toplumsal yapı inşa etti; Müslümanlar, Hindular, Sihler ve Budistler arasında ayrımları derinleştirdi. 1947’de İngiltere bölgeden çekildiğinde, Keşmir Prensliği’ne Hindistan ya da Pakistan’a katılma “hakkı” tanındı. Fakat bu “hakkın” halklara değil, yerel yöneticiye tanınması, yeni bir felaketin başlangıcı oldu.

Keşmir Prensi’nin kararı ile Keşmir’in Hindistan’a katılmasıyla birlikte başlayan savaş, 10 bini aşkın insanın ölümüne yol açtı. BM’nin aldığı plebisit kararı, Hindistan tarafından hiçbir zaman uygulanmadı. Sonuç: Keşmir’in %46’sı Hindistan’ın, %35’i Pakistan’ın, %19’u ise Çin’in eline geçti.

Bugün Hindistan’ın kontrolündeki Cammu Keşmir’de yaşayan 16 milyonluk nüfusun yaklaşık %70’i Müslüman olmasına rağmen Modi hükümeti bölgeyi “ulusal birliğin temeli” olarak kodluyor ve askeri baskıyı artırıyor. Pakistan ise Keşmir’i “İslam kardeşliği” üzerinden sahipleniyor.

Bağımsızlık savunucuları: “Ne Delhi, ne İslamabad!”

Uluslararası kamuoyu genellikle bu çatışmayı Hindistan mı, Pakistan mı çerçevesinde değerlendirirken, Keşmir halkı içinde güçlü bir üçüncü ses yıllardır bastırılmaktadır: bağımsız Keşmir. Keşmir’in dini, kültürel ve etnik çeşitliliğini savunan bu hareketler, Hindistan ve Pakistan’ın tahakkümünü reddediyorlar.

1993’te kurulan Hurriyat Konferansı, bu taleplerin en belirgin temsilcisiydi. Fakat Hindistan bu hareketleri sürekli bastırdı, liderlerini tutukladı ya da ev hapsine aldı. Bağımsızlık yanlısı gençler, barışçıl protestolarda kurşunlandı, halkın üzerine göz yaşartıcı gaz ve pelet silahlarıyla saldırılar düzenlendi. Bugün, Keşmirli genç kuşakların önemli bir kısmı artık sadece dini değil, siyasal ve kültürel bağımsızlık talep ediyor. Sosyal medyada yükselen “Azadi” (Özgürlük) sloganı, işte bu bastırılmış halk iradesinin simgesi.

Savaşlar, barışsızlıklar ve halkların ortak acısı

Keşmir, 1947’den beri Hindistan ve Pakistan arasında dört büyük savaşa, yüzlerce çatışmaya ve binlerce insanın ölümüne sahne oldu. Son büyük gerilim 2019’da yaşandı. Modi hükümeti, Keşmir’in özel statüsünü iptal etti. Bu, bölge halkı için yeni bir işgal döneminin başlaması anlamına geldi. Elektriklerin kesildiği, haberleşmenin durdurulduğu ve binlerce kişinin gözaltına alındığı bir süreç yaşandı.

Halklar her iki ülkede de yoksulluk, işsizlik ve otoriterleşme ile boğuşurken; yöneticiler, karşılıklı milliyetçiliği körükleyerek kendi iktidarlarını pekiştiriyor. Ne var ki bu milliyetçilik, yalnızca Keşmir halkını değil, tüm bölge halklarını yeni bir savaşın cehennemine sürüklüyor.

 Suyun silaha dönüştüğü bir savaş

Son krizin en tehlikeli yönlerinden biri, İndus Nehri üzerinden yürütülen ekolojik savaş tehdididir. Nehrin kolları Hindistan kontrolündeki Keşmir’den doğuyor; ama suyun %80’i Pakistan tarafından kullanılıyor. Hindistan, barajlarla suyun akışını kontrol ediyor ve anlaşmaları askıya alarak Pakistan’a karşı doğrudan bir tehdit unsuru yaratıyor. Bu, doğrudan halkların yaşamsal haklarını hedef alan bir su savaşına dönüşüyor.

Bugün dünyada iklim krizinin, gıda krizinin ve su krizinin iç içe geçtiği bir dönemdeyiz. Bu nedenle İndus üzerinden yükselen bu kriz, yalnızca iki ülkenin değil, çevre ülkelerin ve hatta ekosistemin geleceğini de tehdit ediyor.

 Nükleer kıyametin eşiğinde

Hindistan ve Pakistan arasındaki savaşın asıl korkutucu boyutu, her iki ülkenin de nükleer silahlara sahip olması. Hindistan 1974’te, Pakistan ise 1998’de nükleer test yaptı. Şu anda her iki ülkede yaklaşık 170 nükleer başlık bulunuyor.

2019 tarihli bir bilimsel çalışmaya göre, olası bir Hindistan-Pakistan nükleer savaşında 50 ila 125 milyon insanın hayatını kaybetmesi bekleniyor. Savaşın sonucu ise sadece bölgesel değil, küresel iklim sistemini etkileyecek: Güneş ışığını engelleyen toz bulutları “nükleer kış”a yol açacak, sıcaklıklar düşecek, yağışlar azalacak, tarım çöküşe uğrayacak.

Savaşın kazananı silah tüccarları

Bu savaşta elbette halklar değil, silah tüccarları kazanıyor. Financial Times’ın haberine göre, “Hindistan ve Pakistan son on yılların en derin çatışmasına girmiş olsalar da, bu çatışma aynı zamanda Çin ve ABD liderliğindeki Batı ittifakı arasındaki başka bir rekabet için de hayati bir öneme sahip. Silahların ve ekipmanların test edildiği bir alan.”

Daha savaşın dumanı dağılmadan, Çinli savaş uçağı üreticisi Chengdu Aircraft Company’nin hisseleri fırladı. Şirketin ürettiği J-10 “Vigorous Dragon” adlı savaş uçağı, neredeyse 30 yıl sonra ilk defa gerçek bir savaşta kullanıldı ve “hayatta kaldı.” Yani savaş, bölge halkı için ölüm ve yıkım anlamına gelirken, özellikle silah sektöründeki küresel sermaye için bir yatırım fırsatına dönüştü.

Yeni bir savaş dünyayı daha büyük bir kaosa sürükler

Hindistan ve Pakistan arasındaki olası bir savaş, sadece Güney Asya’yı değil tüm dünyayı etkileyen jeopolitik, ekonomik ve iklimsel sonuçlar doğuracak.

Jeopolitik olarak, Çin’in Pakistan’la yakın ilişkisi, ABD’nin ise Hindistan’ı “Çin’e karşı denge unsuru” olarak desteklemesi, bu savaşı büyük güçlerin vekalet savaşına dönüştürebilir.

Ekonomik açıdan, savaş Güney Asya’daki tedarik zincirlerini, limanları ve enerji nakil hatlarını felç edebilir. Bu da küresel ekonomik durgunluğu derinleştirir.

İklimsel olarak, sadece nükleer senaryoda değil, geleneksel savaşın yarattığı ormansızlaşma, altyapı tahribatı ve kentsel yıkım da karbon salınımını artırır, doğal dengeyi bozar.

Hindistan ve Pakistan arasında onlarca yıldır devam eden düşmanlık, artık sadece bir bölgesel sorun değil; insanlık için bir varoluş meselesi haline geldi. İndus Suları Anlaşması gibi işbirliği mekanizmalarının çökmesi, bizi telafisi zor bir uçuruma doğru sürüklüyor.

Hindistan ve Pakistan arasında daha önce birçok kez barış görüşmeleri yapıldı, ancak hiçbiri kalıcı bir çözüme ulaşmadı. Bugün barış için diplomatik çabaların güçlendirilmesi gerekiyor; fakat daha da önemlisi, her iki ülkede barıştan, özgürlükten ve halkların kardeşliğinden yana seslerin çoğalması şart. Keşmir halkının kendi kaderini tayin hakkı tanınmadan barış mümkün değil.

 

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.