Önce bir durum değerlendirmesiyle başlayayım. Özetle; ‘Türkiye Ekonomik Modeli’nin uygulanmaya başladığı günden bu yana, en ciddi hasarın yaşandığını söyleyerek başlamak gerek. Ekonomi yönetiminin gerek dezenflasyon sürecinde hedeflerinden çok uzak olduğu, bunun yanı sıra tüm önlemlerine karşın enflasyon içinde durgunluğun açık biçimde ortaya çıktığı bir dönemden geçiyoruz. Türkiye ekonomisinin tarihi dönemeçlerinden birindeyiz ve görünen o ki bu süreçten ciddi hasarlar alarak çıkacağız.
Üretici sektörler ciddi risk altında
Mesele artık tümüyle bozulan gelir dağılımının ötesinde, genel olarak Türkiye’nin başta sanayi ve tarım olmak üzere, üretici sektörlerinin içine girdiği bunalım. Özsermayesi yetersiz, katmadeğerli üretim yapma becerisi sorunlu, ölçek açısından küçük ve orta boy işletmelerin büyük ağırlıkta olduğu bir sanayi sektörüne sahibiz. Girişimci ruhumuz var olmasına var, ne kadar akılcı ve vizyoner olduğu tartışılır. Tarım sektörünün tüm yapısal sorunlarına karşın ayakta duruyor olmasının tek sebebi çiftçilerin sabrı olsa gerek! Yıllardır küresel iklim krizinin olumsuz etkilerinin en fazla hissedileceği bölgenin Akdeniz Havzası olduğu bilinirken, bugüne kadar doğru dürüst bir eylem planı yapılmamış olmasının ağır sonuçlarını yaşıyoruz. Bu yıl yaşanan üç don olayı ve anormal hava olayları sebebiyle, hemen her ürünün rekoltesinde ciddi düşüşler söz konusu ve gıda enflasyonuna olumsuz etkilerini yaz boyunca hissedeceğiz, kışın daha da çok canımız yanacak. Üstelik bu doğal felakette ciddi zarar yazan çiftçilere ne doğru dürüst bir destek var ne de borçlarını ötelemeye yönelik bir karar!
Daha önceki krizlerdeki gibi kolay bir çıkış da söz konusu olamayacak gibi görünüyor, zira küresel ekonomik konjonktürdeki gelişmeler de hiç de hayra alamet değil. Gerek ‘korku endeksi’nin (volatility index-VIX) zirvelerde dolaşması gerekse Türkiye’nin kredi risk priminin (credit default swap-CDS) yeniden yükselişe geçmesiyle birlikte, bırakın doğrudan yabancı yatırımcı akınını, sıcak paranın bile ‘vur-kaç’ için fırsat kolladığı ve çok yüksek getiri olmadığında tercih etmediği bir gelişen ekonomi görünümü sergiliyoruz. İhracata gelince; uzun süredir arka kapı politikalarıyla kuru kontrol etmenin sonuçları, ihracatı sektörlerin rekabe gücünü ciddi biçimde azaltmış durumda.
Siyasi krizlerle gelen kırılganlık
Negatif gelişmeler bununla da sınırlı değil. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin (CHS) böyle büyük bir ülkeyi yönetmek için uygun bir sistem olmadığı net bir şekilde ortada… Bu olumsuz ekonomik ortam içerisinde CHS sebebiyle bir de büyük siyasi krizlerle yüzleşiyoruz. Hâlâ bitmedi; zira bölgesel ve küresel siyasetteki eğilimler de her an ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabileceğimizi gösteriyor. Sosyal çürüme, ekonomik faaliyetlerde yolsuzluklar ve merkezi otoritenin akıldışı müdahaleleriyle her şey biraz daha kırılgan bir hâl alıyor.
Bunların hepsi bir yana, gerçek verilere erişim imkânımız yok. Resmî kurumların kamuoyuyla paylaştığı istatistikler, raporlamalar ve planlar şeffaf değil. Özellikle istitatistikler çarpıtılmış… Enflasyona karşı alınan önlemlerin gerçekten enflasyona karşı mı alındığını, yoksa son faiz artırımı kararının siyasi krizden dolayı ortaya çıkan TCMB rezervlerinin aşırı zayıflamasını toparlamak için mi alındığını bile açık ve şeffaf biçimde açıklayan bir ekonomi yönetimi yok. Ciddiyetsizlik ve kurumlar arasındaki kopukluk ayrı bir mesele… İki yıldan bu yana TCMB raporlarında yer alan ‘maliye politikalarının para politikalarını desteklemesi’ notu boşu boşuna yazılıyor. Maliye politikaları tarafında göstermelik bazı tedbirler dışında aynı akıldışı uygulamalar devam ediyor.
O fiyat aralıklarını nasıl ve nereden buluyor TÜİK?
Yazmak bile anlamlı gelmiyor artık, ancak TÜİK her ay olduğu gibi yine bu halka gerçek olmayan enflasyon oranlarını açıkladı. TÜİK’e göre mayıs ayında yıllık enflasyon yüzde 35.41, aylık enflasyon ise yüzde 1.53… En yüksek ağırlığa sahip üç ana harcama grubunun yıllık değişimleri; gıda ve alkolsüz içeceklerde yüzde 32.87, ulaştırmada yüzde 24.59 ve konutta yüzde 67.43 artış olarak gerçekleşmiş. İlgili ana grupların yıllık değişime olan etkileri ise gıda ve alkolsüz içeceklerde yüzde 8.25, ulaştırmada yüzde 4.07 ve konutta yüzde 9.34 olmuş. En yüksek ağırlığa sahip üç ana harcama grubunun aylık değişimleri; gıda ve alkolsüz içeceklerde yüzde 0.71 azalış, ulaştırmada yüzde 2.66 ve konutta yüzde 2.99 artış olarak gerçekleşmiş. İlgili ana grupların aylık değişime olan etkileri ise gıda ve alkolsüz içeceklerde yüzde – 0.18, ulaştırmada yüzde 0.4 ve konutta yüzde 0.48 seviyesindeymiş..
2025 Mayıs ayı itibarıyla, 28 temel başlığın endeksinde düşüş gerçekleşirken, dört temel başlığın endeksinde değişim olmamış. 111 temel başlığın endeksinde ise artışı gözlemlenmiş.
Enflasyon yüzde 2’nim altında olsun ki TCMB politika faizini indirebilsin…
Daha fazla rakama boğmayayım, çünkü bu rakamların gerçekliği çok sorgulanır. TÜİK’in bu temel başlıklarda hangi fiyat aralığını nereden ve nasıl aldığı gerçekten bir muamma! Gelin bir de bağımsız akademisyenlerden oluşan Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENAG) verilerine bakalım. ENAG’a göre enflasyon mayısta aylık yüzde 3.66 artarken, yıllık yüzde 71.23 oldu. Hangisi çarşı-pazar ve marketlerdeki fiyat etiketlerine daha yakın bir tahmin sizce?..
TÜİK’in mayıs ayı enflasyonunu ayarlama kıstası biraz da piyasa beklentileri göz önüne alınarak belirlenmiş gibi, zira mesele haziran ayında TCMB’nin politika faizinde bir indirime gidip gitmeyeceği… Enflasyon rakamları açıklanmadan önce, piyasalarda ‘eğer mayıs enflasyonu yüzde 2’nin altında gelirse, bir faiz indirimine gidilir, yüzde 2’nin üzerinde gelirse olmaz’ minvalinde konuşmalar geçiyordu. TÜİK sanki faiz indirimine yol yapan bir oran açıklamayı tercih etmiş gibi görünüyor. Yani haziran ayında TCMB Para Politikası Kurulu’ndan sembolik bile olsa bir faiz indirimi beklenmeli. Tümüyle yanlış veriler üzerinden, kılıfına uydurulmuş bir ekonomik karar daha yani!
Reel sektördeki sıkışıklık enflasyonu unutturacak gibi
Niye peki? Çünkü reel sektörün üretimini sürdürebilmek için acil krediye ihtiyacı var, pek çok sektörde firmalar son atımlık barutlarını kullanıyor. Kredi Garanti Fonu (KGF) kapsamındaki 30 milyar TL’lik kredi desteği, yani ‘can suyu’nun şu an reel sektörün içinde bulunduğu sıkışıklığa çare olması mümkün değil. Seçici kredilerle de bu işin çözülemeyeceği sanırım anlaşılmış durumda. Bu sebeple artık zamanı gelmemiş olmasa da politika faizini düşürmek zorunda kalacak ekonomi yönetimi… Pek çok orta ölçekli, hatta büyük ölçekli sayılabilecek firma konkordato başvurusuna giderken, başka bir seçenek kalmamış görünüyor! 19 Haziran’da hep birlikte göreceğiz. Eğer ki ister 150, ister 250 baz puanlık bir politika faizi indirimi olursa, bu sadece bir şeyi işaret edecek: Enflasyonu beklediğimizden de inatçı çıktı ve beklentilerin çok gerisinde bir düşüş var, buna karşın reel sektör ciddi bir tıkanma riskiyle karşı karşıya, bari reel sektörü kurtarmaya çalışalım!